Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Tarihi değiştiren 600 yıllık kara kış

Tarihi insanlar yaptı ama kumandayı doğanın ele aldığı dönemler de yaşandı. Bunun çarpıcı örneği, ‘Küçük Buz Çağı’dır. Soğukların felakete, sellerin afete dönüştüğü; kıtlık, hastalık, göç ve toplu ölümlerin hüküm sürdüğü bu uzun kış boyunca tarihi biraz da doğa yazdı. Tabiat insana soğuk yüzünü gösterdi, bütün büyük olayların iklimle şu ya da bu düzeyde ilişkisi oldu.

Dünya soğudu uygarlık buz kesti

Tarihin liderlerin eseri olduğu hayalinden kurtulmaya başlayalı çok olmadı. Toplumların, kitlelerin ve liderlerin dışında, doğa olaylarının tarihi ne denli etkilediği, belirlediği iklim araştırmalarıyla her geçen gün daha çok anlaşılıyor. Kuraklıklar, seller, afetler, hastalıklar toplumları bazen tarihten siliyor, bazen de yerlerinden yurtlarından edip yollara düşürüyor. Kimisini zenginleştirip, kimisini esarete sürüklüyor. Liderlerin giriştikleri teşebbüslerin ancak sınırlı bir biçimde etkili olabileceği görülüyor.

16. yüzyıl ressamlarının eserlerinde sık sık tasvir ettikleri ağır kış koşulları, Pieter Bruegel’in Karda Avcılar (1565) tablosunun da temasıydı.

Uzak geçmişte iklimin, çevrenin ve insan faaliyetlerinin birbiri üzerinde yol açtığı değişimleri antropologlar ve arkeologlar inceleyedursun, biz burada yakın tarihin -yani son bin yılın- bazı olaylarına göz atalım. Bu dönemde insanlığın kaderini etkilemiş olan en önemli hadise, 1300’den 1850’lere, bazı görüşlere göre 20. yüzyılın başlarına kadar sürmüş olan “Küçük Buz Çağı”dır. İngilizce’de “Little Ice Age” adı verilen bu olgu, literatürde yerini almıştır. 1954’te İstanbul Boğazı’nın buzlarla kaplanması, muhtemelen bu dönemin son uzantılarından biridir. Söz konusu dönemdeki bütün büyük olayların iklimle şu veya bu düzeyde ilişkisi vardır. İşin dikkati çekici tarafı, soğukların bazen kuraklık, bazen de aşırı yağış ve sellerle birlikte gelmiş olmasıdır. Bütün dünyayı etkileyen bu olaylara, kendi geçmişimizden, neredeyse bütün tarihi Küçük Buz Çağı’nda seyreden Osmanlı İmparatorluğu’ndan çarpıcı bir örnekle, Celali isyanlarıyla başlayalım.

Hendrick Avercamp, Kış Manzarasında Buz Patencileri, 1608

İsyanların Anadolu’daki büyük nüfus artışıyla ilgisi, tarihçiler tarafından daha önce de birçok kez ifade edilmişti. 16. yüzyılda bölgedeki nüfus iki katına kadar çıkmış, bu da ciddi bir huzursuzluk kaynağı olmuştu; çünkü o günün teknolojisiyle daha verimsiz toprakları işleyerek üretimde artış sağlamak olanaksızdı. Nüfus fazlası kentlere taşıp düzeni sarsmaya başlarken, Kıbrıs Seferi’nin bile bu insanlara yer bulmak için açıldığı şeklinde yorumlar vardır. Ancak bu nüfusun yarıdan fazlası, 1600’lerin başlarında dağılacak veya yok olacaktı. O kadar ki, imparatorluğun bazı bölgelerinde 1800’lerin ilk yarısında bile nüfus 1590’dakinden daha düşüktü.

Osmanlı ordusuna iklim darbesi Lehistan seferinin ilk adımı 1620 Çuçaro zaferinden sonra 1621’de Hotin üzerine yürüyen Sultan II. Osman, Leh ve Boğdan kuvvetleri karşısında imparatorluk tarihinin en ağır yenilgilerinden birine uğradı. Ordu erken bastıran kış yüzünden kırıldı. Genç sultan hezimetten isteksiz savaşan yeniçerileri sorumlu tutacak ve canından olacaktır.

Felaketler 1560’lardan itibaren dalgalar halinde gelmeye başladı. 1564-65, 1570-71, 1574, 1579 ve 1583-85 yıllarında kuraklık ve kıtlık ardı ardına imparatorluğu vurdu. İbrahim Peçevi, Tebriz Seferi sırasındaki büyük soğuklardan söz eder: “Soğuklar o kadar arttı… köyler ve yollar belli olmaz hale geldi. Ne yol, ne kılavuz, ne arpa, ne yiyecek vardı… her şeyi kaplayan cansıkıcı kardan başka şey yoktu. Dokuz Ulum adlı büyük suyun kıyısına ulaşıldığı zaman sular kabarmış, ırmak taşmıştı… suda boğulanların sayısı da hesapsız idi”.

Ölüm her yerde
Soğuk, yokluk, kıtlık ve hastalıktan yüz binlerce insanın kırıldığı kıta Avrupa’sında ölüm günlük hayatın sıradan bir simasıydı, her an her yerde herkesin karşısına çıkabilirdi.

1621 yılı olayları arasında İstanbul Boğazı’nın donmasını ise gene Peçevi, tarihinde Haşimi’nin şiiriyle aktarılır:

“İstanbul Üsküdar arası dondu, kış katı oldu

Geçer her canibe adem yürür havf etmeyip buzda

Denizle yer bir oldu, var ona ibret gözüyle bak…”

Arkasından Neşati’nin dizelerini koymuştur:

“Emr-i Hak ile İstanbul’da olan kış bu sene

Belki dünya duralı olmadı bir böyle şita

Üskidar ile İstanbul dondu, derya kurudu

Her gören sanırdı deniz olmuş sahra…”

Donmuş Göl, Isaac van Ostade, 1648.

Kuraklıktan kaynaklanan kıtlıklarla birlikte, “Küçük Buz Çağı”nın en soğuk dönemlerinden biri 1580-1630 arasında meydana geldi. Susuzluk ve soğuklar ile barış zamanı toprağı ekip biçen tımar askerinin savaşa gitmesi tarım üretimine darbe vururken, 1593’te başlayan Avusturya savaşlarının 1606’ya kadar sürmesi kaynak sıkıntısını arttırdı. Kaldı ki, 1579’dan 1590’a kadar süren İran savaşları ülkeyi zaten çok yıpratmıştı. 1590’da imparatorluk altı yüzyıldır görülen en büyük kuraklıkla karşılaştı ve bu durum aralıksız beş yıl sürdü. Zaten ertesi yıl Celali İsyanları yeniden ve çok büyük ölçekte patlak verecekti. O kadar ki, bu isyanların ilk büyük lideri olan Karayazıcı Abdülhalim, Ankara’dan Urfa’ya kadar olan geniş bölgelerin hakimi haline gelmişti. İsyan, Karayazıcı’ya Amasya Sancak Beyliği verilerek bir süreliğine yatıştırılabilmişti. Daha sonra 1600 yılında ikinci bir sefer düzenlendi ve Abdülhalim yenilgiye uğratıldı ama huzursuzluk azalmadı, isyanlar yakın aralıklarla birbirini izleyen dalgalar halinde devam etti. Birçok Osmanlı birliği asilerin karşısında yenilgiye uğrayarak kalelere çekilmek zorunda kaldı. Açlık ve asayişsizlik o kadar artmıştı ki, insanlar ovaları ve büyücek yerleşimleri terkedip uzaklara veya işler düzelince geri dönme umuduyla yaylalara, orman köylerine kaçtılar. Ama dönemediler ve oralarda yoksullaşıp kültür birliğini daha da yitirdiler. “Büyük Kaçgun” adı verilen bu olay, Anadolu’da ekonomik hayatın yanı sıra kültür hayatını da yıkıntıya uğratmış, ahali kentleşmenin ve kentler arasındaki ilişkilerin getirebileceği avantajlardan yoksun kalmıştır. Söz konusu dönemlerde havanın soğuması, çoğu zaman diğer aşırı iklim olaylarıyla birlikte geliyordu. İlkbaharlar bazen kurak, bazen de yazlarla birlikte aşırı yağışlı geçerek ürünlerin küflenmesine yol açıyordu. Ayrıca soğuklar nedeniyle yüksek bölgelerde tarım üretimi yapılamaması da mahsulü azaltıyordu. Bu durum ahalinin açlık nedeniyle direncinin düşmesine ve salgın hastalıklara daha açık hale gelmesine neden olmuştur.

Göç ettiren kıtlık
1845-46’da Çankırı ve havalisinde görülmemiş bir kıtlık yaşandığından aç kalan ahalinin yurdunu, evini terk ederek başka yerlere göç ettiğini belirten üç sayfalık defterin son sayfası.

Aynı dönemlerde Avrupa da büyük felaketler yaşadı. Açlığın boyutlarını anlatmak için 17. yüzyılda Avrupalıların boy ortalamasının, 16. ve 18. yüzyıllardan iki santim daha kısa olduğunu belirtmek yeterlidir. Kaldı ki, 18. yüzyıl da genelde kıtlıkların devam ettiği bir dönemdi. Soğuklar aynı zamanda kemirgenlerin evleri istila ederek, doğudan gelen hıyarcıklı veba salgının daha hızlı yayılmasına da yol açmıştır. 1333’te Çin’de başlayan ve gemilerin taşıdığı farelerle yaygınlaşan salgın, 1348’de İngiltere’ye kadar ulaşmıştı. Kara Ölüm denilen veba, 1390’a kadar Avrupa’nın soğuk ve açlıktan iyice zayıf düşmüş nüfusunun üçte birini yok etti. İzlanda’nın nüfusu ise hastalık değil ama tarım ve hayvancılık yapılamaması nedeniyle yarı yarıya azaldı. Bazı Avrupa kentlerinin üniversiteleri bir daha açılmamak üzere kapandı. Ama esas değişim sosyal alanda gerçekleşti. Emek o kadar azaldı ki, özellikle İngiltere’de serflik yerini ücretli işçiliğe bıraktı. İşlenemeyen topraklar bölünüp satıldı ve para daha az kişinin elinde toplanmaya başladı. Tüm bunlar kapitalizme geçişin koşullarına etki etti. Feodalizm hızla çözülürken, merkeziyetçi monarşik devletler için daha elverişli koşullar meydana geldi. Ancak kralların koydukları yeni vergiler de köylü isyanlarına yol açacaktı. Kötü muamele, açlık veya vergiler nedeniyle isyan eden köylüler, düzenin direği ve en büyük toprak sahibi olan Katolik kilisesinden meşruiyet sağlayamayınca, farklı dini yorumlar ve mezhepler için potansiyel oluşturdular. Dönemle ilgili bir ayrıntı da 14. yüzyılda soğukların başlamasıyla birlikte Kuzey Avrupa bağlarının yok olması ve burada şarap yerine arpa-bira kültürünün hakim olmasıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda soğukların yarattığı bir başka felaket ise 1. Viyana Kuşatması’dır. Osmanlı ordusu iklim koşullarını gözönüne alarak hazırlık yapar, genellikle seferlere 3 Mayıs’ta Hızır İlyas gününde başlar ve Ruz-i Kasım denilen 5 Kasım günü ordu dönmüş olurdu. Bu tarih aşılırsa askerler ve atlar, açlık ve soğuktan kırılırdı. 1529 seferinde Kanuni’nin 10 Eylül’de Budin’i teslim aldıktan sonra geri dönmesi gerekirdi. Ne var ki Macarların kutsal tacı Viyana’ya kaçırılırken, İzvornik Sancakbeyi Bali Bey tarafından ele geçirildi ve 14 Eylül’de Zapolyai’nin başına kondu. Bu arada Bali Bey, Alman öncü kuvvetlerini Viyana’nın 15 kilometre yakınına kadar izleyip kesin yenilgiye uğratmıştı. Kanuni bu durumdan yararlanma dürtüsüne kapıldı ve 27 Eylül’de Viyana önlerine geldi. Bu tarih değil Viyana, herhangi bir kalenin kuşatılması için dahi çok geçti. 14 Ekim’e kadar süren kısa kuşatma sırasında açlık ve yağmur büyük sıkıntı yarattı. 15 Ekim’de ilk kar yağdı. Ordu çadırlar dahil ağırlıklarını yollarda terkederek ve açıkta kamp yaparak İstanbul’a ancak 16 Aralık günü varabilmişti. Kayıplar için 14 ila 25 bin arasında rakamlar verilmiştir ama, bunların ne kadarının soğuk ve hastalıktan öldüğü bilinmemektedir. Akıncı birlikleri düşmanın takibini önledikleri için, kayıplar örneğin Napoléon’un Rus seferindeki kayıp oranının çok altında olmuştu ama, Osmanlılar tabiatın koyduğu sınırları aştıkları için gene de ağır bir ceza ödediler.

12. Karl’ın uğursuz kışları 1709 “Büyük Kış”ında Rusya seferinde zorlu hava şartlarına yenilerek Osmanlılar’a sığınan İsveç Kralı “Demirbaş” Karl, 1718’deki Norveç seferinde vurularak öldü. Cenazesi İsveç’e omuzlarda taşınarak götürüldü.

Açlıktan ölüyoruz!
Rus halkını açlık kurbanlarına yardıma çağıran 1899 tarihli afiş.

Etkileri on yıllarca süren “Büyük Patates Kıtlığı”ndan yaklaşık 30 yıl sonra New York’ta yayınlanan Harper’s Weekly dergisinin 28 Şubat 1880 tarihli kapağı: “İrlanda’da açlıktan ölüyoruz”.

17. yüzyıla gelindiğinde özellikle Doğu Avrupa ve Rusya’da açlık can almayı sürdürdü. 1600’lerin hemen başında çok sayıda Rusun açlıktan öldüğü, İskandinavya’daki kıtlığın İsveç’in Polonya ve Baltık kıyılarını işgal nedenlerinden biri olduğu ifade edilmiştir. Yüz yıl sonra 1709’daki büyük kışın, ordusuyla Rusya’da bulunan İsveç Kralı 12. Karl’ın (Demirbaş Şarl) yenilgisinin temel nedeni olduğundan söz edilir. Bu yılın soğuklarına İngiltere’de “Great Frost,” Fransa’da ise “Le Grand Hiver” denmişti. Güneş Kral 14. Louis sarayında titrerken hayvanlar ahırlarda donmuş, halk için büyük ateşler yakılmıştı. Bu koşullarda zayıf düşen İsveç ordusu (ki o dönemde henüz hiç yenilgi tatmamıştı) Poltava’da, Büyük Petro’ya yeni ordusunu kurduğundan beri beklediği zaferi bırakarak dağılmış; Karl da Osmanlı topraklarına sığınarak yıllarca Bender kalesinde zoraki misafirlik yapmıştı.

18. yüzyıla gelmeden önce sadece iki ülke, Hollanda ve İngiltere dış ticaretle zenginleşerek 17. yüzyılda kıtlıkların açlık boyutuna ulaşmasını engellemişti. İngiltere’de son kitlesel açlık 1623-24 yıllarında görüldü. İngiltere ve Hollanda tahıl açıklarını karşılayacak paraya ve o dönemde bunu taşıyacak yegane vasıta olan gemilere sahiptiler. Diğer ülkelerde bunların ikisi de kafi miktarda yoktu. O dönem Avrupa’nın en kalabalık ülkesi olan Fransa’nın bazı olanakları varsa da, bu yeterli değildi. Fransız İhtilali öncesinde, özellikle 1784 yılından başlayarak Avrupa’da soğuklar artmış ve yazlar da kurak geçmişti. 1785 yılında yem üretilememesi nedeniyle hayvanların kesilmesi daha sonra gıda fiyatlarını artırdı. Öyle ki yoksullar gelirlerinin yarısından fazlasını sadece ekmek almak için harcamak durumundaydı. 1780’lerin sonunda Fransız maliyesi iflas etti. Asiller ve ruhban sınıfının vergi vermeyi reddetmesi ise siyasi krizi başlattı. Kral ve varlıklı kesimler arasındaki çekişmenin siyasi krizin gelişmesindeki ilk adım olduğu açıktır. İhtilalciler, siyaset sahnesine aristokrasinin direnişiyle açılan bu çatlaktan çıkmış, bu nedenle Fransız İhtilali’nde kıtlığın rolü olduğu vurgulanmıştır. İhtilalin yarım yüzyıl sonrasında ise, hızla Avrupa’yı saracak olan demiryolları sayesinde kıtlık olan bölgelere tahıl taşınabilecekti. Nitekim 1848’e kadar olan ihtilallerde kıtlıkların rolüne işaret edilmiş ve bu tarihten sonra açlık nedeniyle hiçbir ihtilal olmadığına da dikkat çekilmiştir.

İklim ve kıtlıktan söz ederken İrlanda’ya değinmeden geçemeyiz. Bu ülkede iki büyük açlık vardır. Birincisi 1740-41 yıllarında meydana gelmiş olup, aşırı soğuklar ve yağışın yoksul halkın temel besini olan patatesi çürütmesiyle ortaya çıkmıştır. Diğer olay ise 1845-52 yılları arasında, yine “büyük patates açlığı”dır. 1 milyon kişinin ölüp, daha fazlasının da göç ettiği bu ikinci hadise, İrlanda’daki iklimden çok bu ülkedeki İngiliz politikaları ve İngiltere’deki olumsuz iklim koşullarının yarattığı gıda talebi nedeniyle meydana gelmiştir. İngiliz toprak sahipleri para eden ürünleri İngiltere’ye gönderirler ve işgalden sonra eski topraklarında işçi haline düşmüş olan İrlandalılar da patates yerdi. Yoksul halkın besini olan patates rutubet artışına bağlı olarak gelişen bir küf nedeniyle mahvolmuş, ancak bu sırada İrlanda’dan, uzaktaki İngiliz toprak sahiplerine ait 4 bin gemi dolusu tahıl ihraç edilmiş ve İngiltere hükümeti piyasa kendisini düzeltir fikrine ve Tanrı cezalandırıyorsa bir bildiği vardır bahanesine dayanan liberal bir yaklaşımla gıda yardımını uzun süre reddetmiş, hatta engellemiştir. Bu katı tutumun sonucu, yarım yüzyıl sonra İrlanda’da bağımsızlık mücadelesinin geri dönülmez şekilde yükselmesi ve 1916’daki ayaklanma olmuştur. 

Küçük Buz Çağı’nın dönüm noktaları

1250

Kuzey Atlantik’in güney bölgelerinde buzadalar görüldü. Grönland’daki yerleşim bölgeleri genişleyen buzulların tehdidi altında kaldı.

1275-1300

Buz tabakalarının altında kalarak ölen bitkiler üzerinde yapılan radyokarbon tarihlemelerine göre, buzulların yayılması hızlandı.

1270-1475

Büyük Okyanus adalarında yapılan oksijen izotopu analizleri sıcaklığın yaklaşık olarak 1,5 derece düştüğü sonucunu verdi.

1300

Kuzey Avrupa’da yazlar serinledi; hayvanların üreme, bitkilerin gelişme mevsimleri olumsuz etkilendi.

1300-1400

Buzulların ve buzla kaplı yüzeylerin genişlemesi Grönland’daki İskandinav yerleşimcileri yaşam alanlarını terk etmeye zorladı.

1500

Sertleşen kışlar İngiltere, Hollanda ve Kuzey Fransa’daki akarsu ve kanalları dondurdu. Londra’daki Thames ve Paris’teki Seine nehirleri her yıl buz tutmaya başladı.

1520-1670

Güney Amerika’da ikinci soğuk dönem başladı.

1607

Donan Thames Nehri üzerinde ilk panayır kuruldu.

1607-1608

Kuzey Amerika’ya yerleşen öncü Avrupalı göçmenler Superior Gölü’nün Haziran ayına kadar buzla kaplı olduğuna tanık oldu.

1658

Kopenhag’ı istilaya giden İsveç ordusu denizi buzlar üzerinden yürüyerek geçti. 17. yüzyılın sonu Kıtlık Kuzey Fransa’dan Norveç, İsveç, Finlandiya ve Estonya’ya sıçradı.

1777-78

General George Washington komutasındaki Amerikan Devrim Güçleri, Valley Forge’da soğuktan dağıldı.

1780

New York limanı dondu. 19. yüzyılın başı Montana’daki Glacier Ulusal Park’ındaki buzulların genişlemesinin durduğu kaydedildi.

1814

“Thames Nehri Buzüstü Panayırları”nın sonuncusu düzenlendi.

19. yüzyıl sonu

Kaydedilen küresel ısı artışlarına göre, Küçük Buz Çağı’nın sonuna gelindi.

Günümüz tarihçileri artık “hava durumu”na bakıyor

1950’li yıllara kadar tarihte iklim olaylarına neredeyse hiç değinilmez, belki birkaç satırla geçiştirilirdi. Waterloo’da yağmur yağmasa, Moskova Seferi’nde karakış erken bastırmasa gibi. Ne var ki iklim olaylarının toplumların tüm hayatını belirlediği, isyanların ve savaşların tetikleyicisi olduğu giderek daha fazla tarihçinin dikkatini çekmeye başladı. Braudel’in 1949 tarihli önemli kitabı Akdeniz (La Méditerranée et le Monde Méditerranéen à l’Epoque de Philippe II) her ne kadar çok ayrıntılı olmasa da bu alana değinen ilk çalışmalardan biriydi, ama o kitabın yazıldığı tarihte iklim araştırmaları henüz emekleme çağındaydı ve destekleyici çalışmalar yoktu. 1960’larda Fransız tarihçi Emmanuel Le Roy Ladurie Les Paysans du Languedoc isimli doktora tezinde iklimin tarihi olaylarla bağlantısını daha ayrıntılı şekilde ortaya koyarak ilk çevre tarihçilerinden biri oldu. Buzullar, hasat tarihleri, günlükler, ağaç halkalarından çıkan iklim serileri ve diğer kaynaklardan gelen veriler tarih yazımını beslemeye başladı. Tarihi olayların iklimden bağımsız ele alınamayacağı, tartışma götürmez bağlantılar karşısında herkes tarafından kabul edildi.

Küçük Buz Çağı’nın artçı dalgaları
Küçük Buz Çağı’nın artçı dalgaları 20. yüzyılın ortalarına kadar devam etti. Kapağındaki kara gömülmüş Pera fotoğrafıyla, Servet-i Fünûn Dergisi’nin 10 Şubat 1904 tarihli nüshası, bu duruma tanıklık ediyor.

Sam White’ın 2011 yılında yayımlanan Osmanlı İmparatorluğunda isyana yol açan iklim koşullarıyla ilgili çalışması Osmanlı’da İsyan İklimi bize kendi tarihimizle ilgili yararlı bilgiler sağladı. Yeni bir çevre krizine doğru gidiyor olmamızın da her alandaki bilim insanlarını iklim konusunu ele almaya yönelttiği düşünülmelidir. Gelecekte tarihçiler muhtemeldir ki, Suriye’de uzun süren kuraklıktan sonra aile işletmelerinin çöküp hayvanların öldüğünü, dolayısıyla milyonlarca çiftçinin köylerini terk edip kentlere sığındığını ve buraya akan yoksulluğun örgütler tarafından kullanılmaya hazır kitleler oluşturduğunu yazacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler