Yunanistan’ın son 100 yılda yaşadığı siyasal-toplumsal olayları ve aynı dönemdeki edebiyat eserlerini inceleyen kitap, toplumdaki Türk, Alman ve ‘içimizdeki düşman’ algılarını tartışıyor.
Damla Demirözü’nün yeni kitabı İşgal, Direniş, İç Savaş: Yunan Edebiyatında II. Dünya Savaşı Yılları, Yunan edebiyatının “45 Kuşağı” diye adlandırılan dönemi ve edebiyat eserleri üzerine ciddi bir araştırma sunuyor. Önceki çalışmalarında Türk-Yunan Savaşı ertesinde Anadolu’dan göç etmek zorunda bırakılan Rum Ortodoksların tanıklıklarını ele alan yazar, bu kitabında dönemsel olarak günümüze biraz daha yaklaşarak Yunan tarihinin başka bir acılı ve tartışmalı dönemini irdeliyor.
Kitabın birinci bölümü, edebiyat eserlerinin incelendiği ikinci bölüme bir ön hazırlık düşüncesiyle yazılmış ve dönemin tarihî olayları ve siyasi bağlamını okuyucuya aktarıyor. Anlatılanlar, Kral Konstantin ve liberal lider Eleftherios Venizelos arasında çıkan ve 1.Dünya Savaşında Yunanistan‘ın izleyeceği dış siyaset meselesiyle derinleşen anlaşmazlıkla, yani “Milli Bölünme”yle başlıyor. Daha sonra 1920’lerin ve 30’ların siyasi haritasındaki gelişmelerden, Venizelos’un toplumsal hareketlerin bastırılmasına yönelik yasa çıkarmasından, yeni palazlanan Yunanistan Komünist Partisi’nden, krala yakın sağ partilerin ve Venizelos’un liberal partisinin rekabetinden 1944 yılı sonlarında Alman askerlerinin çekilmesini takiben başlayan Yunan İç Savaşı ise Yunanistan’da uzun zaman konuşulmayan, yazılmayan tabu konulardan biri. Yazar bu dönemi taze bir kaynakça kullanarak, örneğin Polimeris Voglis ve Yorgos Margaritis gibi önemli tarihçilerin araştırmalarına ve eserlerine dayanarak akıcı ve kolay anlaşılır bir dille anlatıyor. Birinci bölümdeki genel olayların özeti ve analizi, direnişin Yunan Meclisi tarafından resmen tanındığı 1982’ye kadar devam ediyor.
Kitabın ikinci bölümünde, eserlerinde Arnavutluk cephesi, Alman işgali, direniş ve onu takip eden Yunan İç Savaşı ve sonrasında yaşananları anlatan on iki Yunan yazar tarafından seçilmiş on iki eser inceleniyor. Bu eserlerin 11’i öykü ve roman, biri ise deneme türünde. Yazarın incelediği roman ve öykülerin yazarları, anlattıkları olayların aynı zamanda tanıkları. Bir kısmı Arnavutluk cephesinde İtalyanlara karşı savunmaya ve/veya Alman işgaline karşı direnişe ve sonrasında İç Savaş’a bizzat katılmış ya da 1950’li ve60’lı yıllarda sol görüşlerinden dolayı sürgün hayatı yaşamışlar.
Daha önceki çalışmalarında ve eserlerinde olduğu gibi, yazar bu kitabında da “öteki” algısı, kurgusu ve imajı etrafındaki sorularla ilgilenerek, 2. Dünya Savaşı dönemindeki zorlukların ve zulmün anlatıldığı on iki eserin bir kısmında 1821 Yunan Devrimi’ne ve 1922 Küçük Asya Felaketi’ne yapılan atıflara dikkatimizi çekiyor.
Bu eserlerde Türkler çoğunlukla gerçek karakterler değillerdir, ancak tarihî referanslar yoluyla okuyucuya hatırlatılan tarihî ‘ötekiler’dir. Mesela ilginç bir biçimde Lilika Naku’nun öykü kitabı Çocukların Cehennemi’nde Türkler geçmişin Almanları olarak ortaya çıkar. Ancak her şey bir yana, Yunan toplumu için iç savaşı konuşmak ve açıklamak Türk-Yunan Savaşı’nı konuşmaktan daha zordur. Yazarında dediği gibi, “Başka bir ülkeyle yapılan savaşta ‘düşman/öteki’ bizden biri değil, bir yabancıdır. Dolayısıyla yabancı bir ülkeyle yapılan bir savaşı anlatmak bizi rahatsız etmez. […] Oysa iç savaş, milletin bir ve bölünmez olduğunun aksine işaret eder.”
Kitapta incelenen eserler, Yunanistan’ın yakın tarihinin “hassas” konularının son on beş yirmi yılda Yunan kamuoyunda merak uyandırmaya başladığını ve ancak konuşulmaya başlandığını gösterir şekilde 1990 ve 2000’li yıllarda yeniden basılmışlar. Zira direnişçilerin kim olduğu ve bazı kesimlerin direnişe neden hemen katılmadıkları ya da bazılarının neden hemen katıldıkları konusu hâlâ tartışılan ve ihtilaf yaratan bir konu.
Albaylar Cuntası (1967-1974) döneminde Yunan edebiyat dünyası ağır bir sansür ve baskı altındadır. Demirözü, bize edebiyat dünyasından yazarların cuntayı nasıl protesto ettiklerini örnekleriyle anlatıyor. Çağdaş Yunan edebiyatı tarihine çok büyük bir katkı sunan bu kitap, hakkında çok şey bildiğimizi sandığımız komşumuzun yakın tarihinin bize direkt dokunmayan bir bölümü, yani kabaca 1922-1974 arasını ele alıyor. Yunan toplumunun yaşadığı tecrübeler, gördüğü zulümler ve siyasi ve toplumsal krizleri hakkında çok az şey bildiğimizi anlamamıza vesile oluyor.
Son olarak sunum ve dil açısından söylemek gerekir ki, edebi metinlerden yapılan alıntıların Yunanca orijinallerinin dipnotlarda verilmesi -ve çok düzgün bir yazımla- kitaba Yunanca bilen okurların takdir edeceği bir değer katıyor. Ayrıca eserlerden yapılan alıntıların Türkçe çevirileri, yazarın tercüme maharetini de ortaya koyuyor.