Kasım
sayımız çıktı

Zaman tünelinde epik mafya öyküsü

Martin Scorsese yönetiminde Robert de Niro, Al Pacino ve Joe Pesci gibi üç dev oyuncuyu buluşturan Netflix filmi “The Irishman”, 3.5 saatlik süresine rağmen ara vermeden seyrediliyor. Film, gençleştirmeler için kullanılan yapay zeka tekniği ve tarihteki gerçek hadiselere getirdiği bakışla önceki mafya senaryolu filmlerden ayrışıyor.

Adaptasyon: Steven Zaillian
Yönetmen: Martin Scorsese
Oyuncular: Frank Sheeran-Robert De Niro, Jimmy Hofa-Al Pacino, Russel Bufolino-Joe Pesci
Set Tasarımı: Regina Graves

Geçen senenin son hit’i kuşkusuz Kasım sonunda Netflix’te gösterime giren “The Irishman-İrlandalı” filmi oldu. Film, 2010’da geliştirilmeye başlanmış; dokuz yıllık bir emeğin ürünü. Martin Scorsese’yi favori aktörü Robert de Niro (Taksi Şoförü, Mean Streets, Goodfellas) bir kez daha buluşturan film, inanılmaz ama, ustanın Al Pacino’yla ilk çalışması. De Niro ve Al Pacino ise daha önce üç filmde bir araya geldiler: Godfather II /Baba II (1974), Heat (1995) ve Righteous Kill (2008).

Scorsese, Frances Coppola 1970’te onları tanıştırdığından beri Al Pacino’yla çalışmak istiyormuş; fakat oyuncunun “Baba” filmlerinden sonra başka bir boyuta çıktığını, adeta ulaşılmaz olduğunu söylüyor. 80’lerde bir projede biraraya geleceklerken de filmin finansmanı sağlanamamış. The Irishman’de Scorsese bu 40 yıllık arzusuna ulaşınca Al Pacino’nun etinden, kemiğinden faydalanmış. Pacino’yu belki de en iyi performanslarından birinde izliyoruz.

“The Irishman” bir mafya tetikçisi olan Frank Sheeran’ın (Robert de Niro) hayatı üzerine kurulu. “Gangs of New York/New York Çeteleri”nin yazarlarından Steven Zaillian, senaryoyu Charles Brandt’ın I Heard You Paint Houses (Evleri Boyadığını Duydum) isimli kitabından uyarlamış. “Ev boyamak” mafya jargonunda tetikçilik yapmak anlamına geliyor; vurulanın kanının duvarlara sıçramasından türemiş. Frank Sheeran 2003’te ölen gerçek bir karakter ve filmin temel aldığı kitabın bir bölümü, yazarın Sheeran’la yaptığı söyleşilerden oluşuyor.

Filmin ana eksenini, Al Pacino’nun canlandırdığı Amerikalı sendika lideri Jim Hoffa’nın hayatı, çok yakınlaştığı Frank Sheeran’la ilişkisi, kariyeri ve kaderi oluşturuyor. Hoffa 1975 Temmuz’unda ortadan kayboldu ve cesedi bulunamadı. Film Hoffa’yı, emrinde çalıştığı mafya babası Russell Bufalino’nun (Joe Pesci) direktifiyle Sheeran’ın öldürdüğünü varsayıyor.

Üçü bir yerde Jess Plemons, Ray Romano, Robert de Niro ve Al Pacino (soldan sağa) filmin yıldızları arasında.

Film gerçek bir mafya öyküsünü kurmacalaştırdığı iddiasında olduğu ve uzun bir dönemi kapsadığı için, yakın Amerikan tarihine dair çok önemli olaylar da işin içine giriyor. “Domuzlar Körfezi” krizi, “Watergate” skandalı ve hatta J. F. Kennedy suikastında bile bir şekilde mafyanın parmağı olduğuna işaret ediliyor. Hatta filme göre, Domuzlar Körfezi ve Watergate’te başkahramanımız Sheeran’ın parmağı var. Kennedy olayında ise aileden, özellikle de servetini içki kaçakçılığıyla elde etmiş baba Kennedy ve adalet bakanı olan Robert Kennedy nefretinden dolayı Jim Hoffa’nın rolüne işaret ediliyor.

“İrlandalı”nın bir diğer önemli özelliği çok uzun bir zaman dilimini, yaklaşık 60 yılı kapsaması. Bunu sık flashback ve flashforward’larla yapıyor. Açılış sahnesinde huzurevinde yaşayan, ihtiyar bir Robert de Niro/Frank Sheeran’la karşılaşıyoruz. Bize hikayesini anlatmaya başlıyor ve 20li yaşlarında, et taşıyan bir kamyonun şoförlüğünü yapan sıradan bir İrlandalı işçiyle tanışıyoruz. Frank’in kaderi, arabası bozulduğunda kim olduğunu söylemeden ona yardım eden büyük mafya Russell Bufalino’yla tanışmasıyla değişiyor. Başlarda Bufalino’nun ufak tefek işlerini hallederken, soğukkanlılıkla öldüren bir tetikçiye evrilmesi çok zaman almıyor. Geri dönüş ve ileri gidişleri çerçeveleyen ve zaman akışını takip etmemize yardımcı olan bir yol hikayesi var: 1975’te Bufalino ve Sheeran’ın eşleriyle birlikte alacak toplayarak Pennsylvania’dan Michigan’a gitmeleri.

Filmin bütün dönemleri, kostümlerden mizansenlere, hatta en küçük detaylara kadar ne kadar ince eleyip sık dokuduğunu görmek muazzam. Ancak “İrlandalı”yı çok önemli kılan bir teknik özellik daha var: İlk defa bu film için geliştirilmiş yapay zekaya, bu iş için özel yapılan bir kameraya ve bir bilgisayar programına dayanan dijital “gençleştirme-yaşlandırma” tekniği. Filmde üç esas oyuncu da 70’li yaşlardalar; 30-40 yıl önceki hallerine yaşlı hallerinden daha çok ekran zamanı ayrılmış ve Scorsese mümkün olduğunca doğal bir gençleştirmede ısrar etmiş.

Scorsese, Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci ustalar dörtgenini biraraya getiren, üstelik bunu bu efsane oyuncuları gençliklerine döndürerek yapan ve sadece bunun için bile her türlü övgüyü hakeden bir film “İrlandalı”. Bayağı bir Oscar’ı toplayacağı çok net.

Kuğuların grevi Çekimleri dokuz yıl süren filmin zorluklarından biri de ana karakterlerin yıllara yayılan yolculuğunu takip edebilmek için kullanılan gençleştirme teknolojilerin zorlu ve pahalı olmasıydı. Filmin ilk yarısı boyunca Pacino ve De Niro, bu teknolojiyle gençleştirildi.

Müzikal

Kaldırımda doğdu, efsane oldu: Edith Piaf

Edith Piaf trajedilerle, yoksulluk ve hastalıklarla örülmüş 48 yıllık hayatında zirveyi de gördü, dibi de… Kaldırımlarda doğmuş, ama hayatı müthiş bir cesaret ve tutkuyla kucaklayarak o kaldırımlardan, dünyayı kendisine hayran bırakan “Kaldırım Serçesi” olarak yükselmişti. Müziğinin dinleyende uyandırdığı yoğun duygular, yalnızca kendine has ses renginin büyüleyiciliğinden değil, hayata, müziğe ve aşka olan tutkusundan da geliyordu. Başar Sabuncu’nun 1980’lerin başında yazdığı ve 1982’de ilk defa Gülriz Sururi tarafından canlandırılan “Kaldırım Serçesi”ne bu defa Tülay Günal hayat veriyor.

Altıdan Sonra Tiyatro tarafın- dan sahnelenen ve 1950’lerin Fransa’sından kesitler de sunan oyunun yönetmeni Yiğit Sertdemir. Tülay Günal’a sahnede Yeşim Sarı, Burcu Halaçoğlu, Can Deniz Erzaim, Ozan Erdönmez, Aytek Şayan, Levend Yılmaz eşlik ediyor.

Tülay Günal