Babasını henüz iki yaşındayken kaybetmiş bir çocuktu Yalçın Granit. Yaşamına yön veren yılları Darüşşafaka çatısı altında geçirdi ve ergenlik döneminde topu eline alıp âşık olduğu basketbola “bir ömür verdi”. Türkiye’nin yurtdışına transfer olan ilk basketbolcusu; Galatasaray, Eczacıbaşı, Millî Takım’ın efsane hocası; gazeteci ve yorumcu… Basketbola adanmış bir hayat.
Türkiye’de basketbol, ilk olarak 1. Dünya Savaşı yıllarında oynandı ama ABD’de doğmuş bu oyunun geniş kitlelere ulaşması için uzun süre beklemek gerekecekti. Basketbolun 1936’da Berlin’de ilk kez olimpiyat programına alınması ve 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da hızla popülerleşmesiyle, Türkiye’de de bu spor dalı yaygınlaşmaya başladı. İşte 50’li yılların hemen başında yeteneği, iradesi ve etrafındakileri peşinden sürükleyen güçlü karakteriyle bir öncü, bu spor dalının ülkemizdeki öyküsünü yeniden yazmaya başlayacaktı.
Babasını henüz iki yaşındayken kaybetmiş bir çocuktu Yalçın Granit. Yaşamına yön veren yılları Darüşşafaka çatısı altında geçirdi ve ergenlik döneminde topu eline alıp âşık olduğu basketbola “bir ömür verdi”. Tırnak içindeki ifade sözün gelişi değil; inanın! Granit, 1 Kasım 2020’de son nefesini verdiği ana kadar hayatının her saniyesinde basketbol düşündü, basketbol yaşadı. Kuşaklar boyu, basketbol denince akla gelen ilk isimdi o.
20’li yaşlarına bile gelmeden ülkenin en iyi oyuncusu olarak sivrilmiş, 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil eden millî takımın en skorer ismi olmuştu. Önce yetiştiği Darüşşafaka’nın, daha sonra ona ilk profesyonel sözleşmeyi imzalatan Galatasaray’ın şampiyonluklarında hep başroldeydi. 1955’te Racing Paris takımından aldığı teklifle Fransa’ya giderek yurtdışında oynayan ilk Türk basketbolcu oldu.
Henüz 25 yaşında ve zirvedeyken, oyunculuğu bırakıp saha çizgilerinin dışına çıkmaya karar verdi ve antrenörlüğe başladı. 60’ların efsane takımı İTÜ’de ilk kıvılcımı çakan adamdı. 70’lerde Eczacıbaşı ailesi spora yatırım yapmak niyetiyle ona teklif getirdiğinde, “Fabrikanın içine bir spor salonu inşa edip gençleri yetiştirirseniz kabul ederim” demişti. Böylece önemli bir altyapı hamlesinin vizyonunu belirledi.
80’lerde yeniden döndüğü yuvası Galatasaray’a, potada en parlak günleri yaşatan idari kadronun beyniydi. 90’larda destek verdiği Federasyon Başkanı Turgay Demirel ile Türk basketbolunun uluslararası alanda büyük sıçrama yapmasını sağladı. 10 yıllar boyunca gazetelerde, dergilerde sayısız makale yazarak basketbolu gençlere anlatmaya, sevdirmeye çalıştı. Listeyi uzatmak ve detaylandırmak mümkün ama sayfalar yetmez. Sadece şunu ekleyeyim: Tüm bunlar için ter dökerken, İstanbul Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden mezun olmuş, daha sonra Fen Fakültesi Jeoloji Enstitüsü’nün ilk asistanı unvanıyla Bilecik’te yaptığı çalışmalar Fransa’da yayınlanmış bir jeologdu aslında… Ve ancak araştırıp öğrenebildiğimiz bu öyküyü, bir gün olsun anlattığına şahit olmamıştık. Zira o basketbol konuşmayı severdi. Büyük bir aşkla, susamış da kana kana içer gibi…
Gidebildiği her maça gitti, her takımı izledi, her antrenöre ulaşıp bir şeyler söyledi. Bu oyunu oynayan, öğreten, yöneten, yazan, çizen, anlatan herkese illa ki bir biçimde dokundu. Bugün internette bir arama yapsanız, onun Yeniköy’de bir açıkhava sahasında çocuklara antrenman yaptırırken çekilmiş görüntülerine ulaşabilirsiniz. Sanırım o sıralar 70’li yaşlarında. Bir döneme damga vurmuş, yaşayan bir efsane, mahallenin çocuklarına basketbol öğretiyor! Bunu yapmayı bırakın; kim hayal edebilir?
Cumhuriyetin ilk kuşaklarında sıkça gördüğümüz gibi, bu toprağın insanlarına, onların diğer ulusların fertlerinden eksiği olmadığına, bunu ispatlamak için gece-gündüz çalışmak gerektiğine inanmış, kendini bu yola adamıştı. Babasız büyümüş bir çocuk basketbola sığındı ve ne mutlu ki o spora gönül vermiş binlerce çocuğun babası oldu.