Aralık
sayımız çıktı

Godiva çıplak geçti, vergi yükü hafifledi

Bir çikolata markasına adını ve logosunu veren Lady Godiva, Batı Ortaçağı’na özgü bir efsanenin kahramanıdır. Gerçekten yaşamış soylu bir kadına atfedilen hikaye, o dönemde halkın feodal düzene ve kadınlara bakışını yansıtır. Ata binmiş ve çıplak olarak kent çarşısına gelen Lady Godiva, derebeyi kocasının halka koyduğu vergileri kaldırtmıştır.

Efsaneye göre bundan 960 sene evvel Lady Godi va, İngiltere’de Coventry çarşısını atının üzerinde çırılçıplak geçerek, kenti kocasına vergi ödemekten kurtarmıştır. Bu hikaye, bir Ortaçağ şehri için derebeyinin baskısından kurtularak vergi muafiyeti sağlayan özgürlük beratına kavuşmanın ne kadar önemli olduğunu açıklar. Lady Godiva ise olayda Hz. Havva veya Hz. Meryem rolünü oynar. Çıplak kadın bedeni, yaptığı fedakârlığın simgesidir. Güçlü bir derebeyi olan kocasına karşı çıkması, ama bunu isyana kalkışarak, ihanet ederek değil ikna ederek yapması, Ortaçağ’da “iyi kadın” figürünün en önemli özelliği olan ve başka birçok hikâyede karşımıza çıkan merhamet ve hayırseverliğe işaret eder.

Pekçok efsane gibi bunun da tarihî kökleri vardır. Mercia Kontu Leofric (öl. 31 Ağustos 1057), dönemin İngiltere’sinde kraldan hemen sonra gelen üç büyük derebeyinden biriydi. İngiltere Kralı Danimarkalı Canute’a verdiği destek, onun kardeşinin yerine tahta çıkmasını sağlamıştı. Başka birçok kasaba ve köy gibi, Coventry de kontun toprakları arasındaydı. Son derece merhametli ve hayırsever bir kadın olarak tanınan karısı Godgifu (sonraki vakanüvisler bu adı ‘Gaufride’ diye vermiş ve zamanla Godiva’ya dönüşmüştü) ile birlikte mutlu bir hayat sürmüş, kiliselere pekçok bağışta bulunmuş, toprak vakfetmişti.

Lady Godiva, Coventry çarşısında efsaneye konu olan ünlü ‘çıplak’ geçişini yapıyor, David Gee, 1829.

Coventry kentinin en geç 1280’da özgürlük beratına (yani derebeyine ödemesi gereken vergilerin bir bölümünden bağışık tutulduğuna dair belgeye) sahip olduğu biliniyor. Nitekim 1495’te bu beratın bir kenara atılarak, yünlü kumaşa ve çırak çalıştıranlara yeniden vergi konulması üzerine, kentteki St. Michael Katedrali’nin (1940’ta ünlü Alman hava bombardımanının bir anısı olarak bu katedral şimdi yıkık haldedir) kapısına birisi şu mısraları yazacaktı: “Bu kentin özgür olması gerekirdi ama şimdi esir/ Oysa İyi Hanım Havva burayı özgürleştirmişti”.

Ortaçağ’daki İngilizlerin “toll” dediği bu vergiler, basit bir uygulama değildi. Bu geçiş, yol veya köprü vergisi, bizim tarihimizdeki “mûrûriye” veya “bac” ile karşılaştırılabilir ama aslında çok daha geniş bir anlam taşır. İngiliz Ortaçağ tarihçisi Ian Mortimer “toll”ları şöyle sıralar: “Bir tüccar olduğunuzu düşünün. Kente geçişi sağlayan köprü için ödeme yapacaksınız. Kağnınızda ne varsa, onun için de vergi ödeyeceksiniz. Kent kapısından geçmek için de ödeme yapacaksınız. Kente girince pazardaki yeriniz için ‘stallage’, mallarınızı depolamak için ‘lastage’ ödeyeceksiniz. Eğer kent bir limansa ‘wharfage’ ve ‘bastage’ vereceksiniz. Ayrıca kentte satacağınız malın benzerini üreten zanaatkâr loncasına ödeme yapacaksınız. Kentin surlarının bakımı için ‘murage’, döşeli yolları kullanmak karşılığında ‘pavage’, kentin içindeki köprüler için ‘pontage’ ödemelisiniz. Eğer derebeyi kente bir ‘charter’ yani berat vermişse, kentin zanaatkâr ve tüccarları, bu toll’ların çoğundan muaf olacak”. Bu listeye eklenmesi gereken bir başka ‘toll’ da atlardan alınan vergiydi. 1280’de Coventry özgürlük beratını aldıktan sonra bile, at vergisi kaldırılmamıştı.

Çırılçıplak meydan okuma Ünlü Ortaçağ anlatısında, XI. yüzyılda Coventry halkı Chester Kontu’nun ağır vergileri altında ezilmektedir. Lady Godiva duruma üzülerek kocası konttan ahaliye insaflı davranmasını ister. Kont, bunu ancak Lady Godiva şehrin çarşısından at sırtında anadan üryan geçmesi şartıyla kabul edeceğini bildirir. Hikayeye göre, Lady Godiva kocasının blöfünü görecektir.

Vergi listesi, özgürlük beratının, bir kentin zanaatkâr ve tüccarları için ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu. Peki kentin bu beratı almasını Lady Godiva mı (veya Godgifu veya Gaufride) sağlamıştı? Coventry kenti onun döneminde gerçekten vergi alınan, ciddi bir ticaret ve zanaat merkezi miydi? 1377 yılının baş vergisi kayıtlarına göre Coventry, 8 bin kişilik nüfusu, 4817 vergi mükellefiyle İngiltere’nin dördüncü en büyük ve zengin kentiydi. Ancak bu tarihten 300 yüzyıl önce, yani kontla kontesin yaşadığı 11. yüzyılda, tahminlere göre Coventry tek katlı kulübelerde yaklaşık 350 serfin barındığı, büyücek bir köyden ibaretti. Yani ‘toll’ları kendine dert edecek bir durumda bile değildi. Kaldı ki Godiva efsanesine benzer hikayelere, sadece İngiltere’nin başka kentlerinde değil, Alman, İskandinav, hatta Hint folklorunda bile rastlanmıştı.

Belki de hikayenin doğru olup olmadığı sorusunu bir kenara bırakmalı, böyle inatçı bir efsanenin ne anlama geldiğini, neden doğduğunu ve neden yıllarca yaşadığını incelemeliyiz. O zaman hikayeye dönelim: Lady Godiva’dan yazılı olarak ilk söz eden, vakanüvis Wendower’li Roger (öl. 1237) olmuştu. Kaleme aldığı öykü özetle şöyleydi:

“Hz. Meryem’in sadık bir müridi olan Kontes Godiva, Coventry kasabasını ağır ‘toll’ yükünden kurtarmak isteyerek, kocası konta halkı serbest bırakması için yalvardı. Kont, kendisine bu kadar zararı dokunacak bir talepte bulunduğu için onu azarladı ve konuyu açmasını yasakladı. Ancak kontes, kadınlara özgü inatçılığıyla durmaksızın yalvarmaya devam etti. Sonunda kont sıkılarak şöyle dedi: ‘İyi o zaman, çıplak olarak bin atına, çarşının bir ucundan öbürüne sür, döndüğünde istediğini alacaksın.’ Kontes şöyle sordu: ‘Eğer bunu yaparsam, istediğimi yapacak mısın?’ Ve o şöyle dedi: ‘Evet, yapacağım.’ O zaman Tanrı’nın sevgili kulu Kontes, çıplak olarak atına bindi, tokalarını çıkardı, saçlarıyla bütün vücudunu örttü ve böylece pazar yerinden bembeyaz bacakları dışında kimseye görünmeden geçti. Sevinçle kocasının yanına döndü. Bunun üzerine Kont Leofric de Coventry kasabasını ve sakinlerini serbest bıraktı”.

‘La Milo’ nun Godiva alayı 20. yüzyıl başında klasik kadın heykellerini canlandırarak üne kavuşan ‘La Milo’ takma isimli Avustralyalı performans sanatçısı Pansy Montague, Coventry’de Lady Godiva’nın at sırtında çıplak geçişisini de canlandırmış, performans büyük ilgi uyandırmıştı, La Milo’nun, Lady Godiva’yı canlandırırken çekilen fotoğrafın kartpostalı, Ulusal Portre Galerisi, Canberra, Avustralya.

Sonradan bu hikayeye başka ayrıntılar eklendi; güya kontes pazar yerinden geçmeden önce halka haber salmış, herkes evine girip pencerelerini kapatmıştı; böylece Godiva’yı kimse çıplak olarak görmemişti. Bir süre sonra “dikizci Tom” ayrıntısı hikayeye sızdı. Buna göre, herkes pencerelerini kapatmışken Tom adında bir terzi çırağı, pencereyi aralayıp kontes hazretlerini gözlemişti. Böylece İngilizce’ye “dikizci” veya “röntgenci” anlamında “peeping Tom” deyimi kazandırılmış oldu.

Bu hikayenin özü, yani güçlü ve zengin bir adamın iyi karısının toplumun en altındakileri düşünmesi, kocasını onları affetmesi için ikna etmesi, bugün de devam eden çok köklü bir geleneğin parçasıydı. Bu iyi kadınlar, Ortaçağ’da serfleri ve düşman esirleri gözetmiş, modern çağda fakir ve muhtaçlar için hayır işleri yapmışlardı. İtalyan tarihçi Silvana Vecchio, Ortaçağ için şöyle yazıyordu: “Laik literatür, bir karının kocasına nasıl yardım edebileceği sorununu ayrıntılı el aldı; bir kadının kocasının manevi rehberi ve danışmanı olma olasılığına izin verdi. Barberino’lu Francesco’ya göre, bir kraliçe sadece günlük gereksinimelerinde kocasına yardım etmekle kalmamalı, ahlaki tutumlarında ve siyasal atılımlarında ona danışmanlık yapmalı, onu merhamete teşvik etmeli ve saray entrikalarına karşı korumalıydı”.

Coventry’nin sembolü

İskoç heykeltraş Sir William Reid Dick tarafından yapılan Lady Godiva heykeli, 1949’dan bu yana Coventry’de, şehir merkezini süslüyor.

Ortaçağ’ın belki de en büyük kadın yazarı olan Christine de Pisan, Livres de Trois vertus (Üç Erdem Kitabı) adlı eserinde, prenseslere kocalarının ruhlarına özen göstermelerini, onları kibarca uyarıp yanlışlarını düzeltmelerini öğütlüyordu. Dolayısıyla insanların da sert ve acımasız bir krala karşı, kraliçeden yardım istemeleri doğaldı. “İyi” kraliçe yardım taleplerine kulak veriyor, “kötü” kraliçe zulümde kocasıyla yarışıyordu. Örneğin 17. yüzyılda, savaşta ölen Froulay Kontu’nun beş parasız kalan annesi ve karısı, yardım istemek üzere Fransa Kralı XIV. Louis’nin metresi Markiz de Montespan’ın huzuruna çıkıp diz çöktüklerinde, Markiz onları öfkeyle itmiş, “Dindar değilim ben! İyi değilim ben! Kaprisli şımarık, paragöz, günahkâr kadının tekiyim ben! Kötü bir kadınım ben!” diye söylenerek uzaklaşmıştı. Belli ki Markiz, hakkında yapılan dedikodulara duyduğu öfkeyle bu eleştirileri üstleniyor ve bu haliyle “Godiva” karakterinin tam tersini simgeliyordu.

Festivali de var! Coventry’de 1998’den beri düzenli olarak yapılan Godiva Festivali’ne her yıl ortalama 150.000 kişi katılıyor.

Lady Godiva’nınkine benzer en ünlü yarı-gerçek öykü, 1347’de Fransa’nın Calais kentinde geçti. Olay, Fransız vakanüvis Jean Froissart’ın anlattığına göre şöyle gelişti: Şehir, İngiliz ordusu tarafından kuşatılmıştı. Günlerce süren kuşatmadan sonra, kentin zanaatkâr ve tüccarları (burjuvaları) insanların açlıktan kırıldığını görerek teslim olmak üzere İngiltere Kralı III. Edward’a haber gönderdiler. En büyük korkuları şehrin yağmalanması ve halkın kılıçtan geçirilmesiydi. Kral Edward, kentin en önemli burjuvalarından altısının yalın ayak, başı kabak, boyunlarında ip, ellerinde kentin anahtarıyla teslim olmalarını istedi. Bu altı kişiye kral istediğini yapacaktı, ancak şehir sakinleri affedilecekti.

4 Ağustos 1347’de, kuşatmanın 11. ayı biterken altı kişi Calais’den çıkarak İngiliz ordusuna teslim oldu. Bu sahne ünlüydü; çünkü 1895’te heykeltraş Auguste Rodin, Calais kentinin siparişiyle olayın bir heykelini “Les Bourgeois de Calais” yapacaktı. Altı adam, kralın ayaklarına kapanarak affedilmeleri için yalvardı ama Edward, kafalarının vurulmasını emretti. O anda devreye kocasıyla birlikte kuşatmaya katılmış olan İngiltere Kraliçesi Phillippa girdi; Edward’a Calais’nin bu altı zavallı temsilcisinin hayatını bağışlaması için yalvardı. Sonunda kral karısının sözünü dinledi. Günümüz tarihçileri, Calais kentini tamamen İngiltere’ye bağlamayı planlayan kralın, halkın sevgisini kazanmak için zaten bu altı kişiyi affetmeyi düşündüğünü, hatta her şeyin baştan sonra bir senaryodan ibaret olduğunu öne sürerler; gerçekten de Calais sonraki 200 yıl boyunca İngiltere’nin bir parçası olacaktır. Ancak muhtemelen doğru olan bu hikaye, Ortaçağ’da asil bir hanımdan neyin beklendiğini gösterir.

Orijinal adı Lady Godiva of Coventry olan 1955 tarihli Amerikan yapımı filmin afişi. Film, Türkiye’de Vatan Kurtaran Kadın ismiyle gösterilmişti.

Calais kenti başına gelenleri nasıl unutmadıysa, Coventry kenti de unutmadı: Vakanüvisler, aynı hikayeye ekler ve süslemeler yaparak birkaç yüzyıl boyunca anlattılar; bir bölümü günümüze ulaşmış çeşitli baladlar yazıldı. Ancak efsanenin asıl canlanışı, 17. yüzyıl başına denk geldi. Çünkü bu tarihte artık Ortaçağ’ın feodal düzenini geride bırakan İngiltere’de kentler özgürlük beratları elde etmek için ciddi bir mücadele içindeydi. Kayda geçen ilk “Godiva alayı” da kentte 1678’de yapıldı; bu tören için yazılanlara göre “James Swinnerton’ın küçük oğlu, Lady Godiva kılığına girerek pazar yerinden atıyla geçmiş” sonra da olayın anısına bir madalyon bastırılmıştı. O tarihten sonra, 20. yüzyıla kadar her yıl Coventry’de Büyük Panayır sırasında bir “Godiva alayı” düzenlendi. Genç bir kız (giyinik olarak) atla panayır alanından geçerken, belediye başkanı ve kent meclisi üyeleri de alaya katılıyorlardı. Geçen yüzyılda sadece birkaç kere yapılan tören, 21. yüzyılda her yıl düzenlenen Godiva festivaliyle yeniden canlandırıldı.