Roma’da MÖ 63’te silahlı kalkışma yoluyla devleti yıkmayı amaçlayan bir çete ortaya çıkarıldı. Komplocular suçüstü yakalanarak idam edildi, ayaklanma bastırıldı. Devlet başkanı Cicero etkili nutuklarıyla bu tertibi bozarken, girişime elebaşılık eden Catilina tarihin çöp sepetine atıldı ama aynı politik yöntemler tekerrür etmeye devam etti.
Catilina komplosu, bütün ayrıntılarıyla bilinen en eski siyasi komplodur. Aradan 2078 yıl geçmesine rağmen bu olayın bugün de bize anlamlı gelmesinin nedeni, politik yöntemlerin fazla değişmemiş olmasıdır.
Roma’da MÖ 63 yılında siyasi mücadelenin iki tarafını birer ünlü kişi temsil ediyordu: Bir yanda “komplocu” veya “devrimci” Catilina, diğer yanda ise “düzenin sinsi koruyucusu” veya “bilge devlet başkanı” Cicero vardı. Onlara verdiğimiz bu çelişkili sıfatlar, farklı bakış açılarını yansıtır.
40’lı yaşlarındaki bu iki adam, her bakımdan birbirinden farklıydı. Catilina çok soylu bir aileden geliyordu; ilk atası Roma’nın kurucularındandı, büyük büyük babası Hannibal’a karşı savaşmış bir komutandı. Cicero ise Arpinum kentinde doğmuş, genç bir göçmen olarak Roma’da yükselmişti. Catilina iyi bir askerdi, Cicero askerlikten anlamazdı, şöhretini hitabet yeteneği ve avukatlık deneyimine borçluydu. Catilina skandalları mıknatıs gibi çekerdi, Fabia adlı bir Vesta rahibesiyle ilişki kurduğu için dava edilmiş, mahkemede aklanmıştı. İkinci veya üçüncü karısı güzel Aurelia Orestilla’yı evliliğe ikna edebilmek için, ilk eşinden olan oğlunu öldürdüğü söyleniyordu. Buna karşılık Cicero, karısı Terentia ile mutlu değilse bile sakin bir evlilik süren ciddi bir aile babasıydı.
MÖ 63’de Cicero, Roma’nın iki konsülünden biri olarak siyasal yaşamın zirvesine ulaşmıştı. Catilina ise bir sonraki yılın konsüllerinden biri olmak için girdiği seçimi kaybetmişti. Bu Catilina’nın arka arkaya kaybettiği ikinci seçimdi, bir daha şansı olmayacağını biliyordu. Çünkü seçim kampanyası, o zamanlar da çok pahalı bir işti. Seçmenlere bol bol hediye dağıtmanız beklenirdi; ama ödül yüksekti. Bir kere konsül olduktan sonra, ertesi yıl bir eyalete vali olarak atanırdınız. Gittiğiniz eyaletten, Romalıların dalga geçtiği gibi, üç servetle dönmeniz beklenirdi: Biri seçim harcamaları için aldığınız borçları kapatmak için, ikincisi valiliğiniz bittikten sonra açılacak yolsuzluk davasında jüriye rüşvet vermek için, üçüncüsü de kendiniz için…
İki seçim kaybetmek Catilina’nın mali durumu üzerinde feci bir etkiye yol açmış olmalıydı. En azından düşmanları böyle söylüyor, hatta bütün özgür yurttaşların borçlarını silmeyi öngören radikal siyasi programını da buna bağlıyordu.
Burada durarak olayın arka planına göz atmakta yarar var. Roma Cumhuriyeti’nin bu son yüzyılı (MÖ 1. yüzyıl), bir bunalım ve savaş dönemiydi. Küçük kent devleti, bütün Akdeniz bölgesine hükmeden bir süper güce dönüşmüştü. Ama eski sistemini korumaya çalışıyordu. Bu sistem, hiçbir liderin aşırı güçlenmemesi, her politikacının birbirini denetleyip yolunu kesmesi üzerine kuruluydu. Devlet başkanı (konsül) bile bir değil, iki kişiydi ve her yıl değişiyordu.
Buna karşılık toplum büyük bir çalkantı içindeydi. Bu yüzyıl içinde Roma önce diğer İtalyan kentleriyle uzun bir savaşa girişmiş, ardından Spartacus ayaklanması olmuş, Sulla diktatörlüğü gelip geçmişti. Sulla sayısız insanı idam ettirip malına el koymuş, terhis ettiği askerlerine İtalya’da topraklar dağıtmıştı. Ama bu uygulamaların meşruiyeti tartışmalıydı. Sulla’nın eski askerlerinin, bu çiftlikler üzerindeki hakları kesin olmadığından toprak fiyatları düşmüştü; Sulla’nın mülklerine el koyduğu aileler ise sefil vaziyetteydi. Herkes borç içinde yüzüyordu, borç faizleri yüzde 40’ları bulmuştu.
İşte bu ortamda, iki siyasal akım çarpışmaktaydı. Bir yanda optimates, yani düzenin devam etmesini isteyen muhafazakâr seçkinler, “Beyaz Romalılar” vardı. Diğer akımı ise populares, yani sistemde köklü değişiklikler yapmak isteyen “halkçılar” temsil ediyordu. Bu akımlardan birine dahil olmak için halktan biri veya bir asil olmak gerekmiyordu. İkisi de soylu ailelerden gelen Caesar ve Catilina birer popularis; buna karşılık taşralı sıradan bir ailenin çocuğu Cicero bir optimas’dı. Cicero konsül olmasını muhafazakâr senatörlere borçluydu, bu seçkinler, homo novus (yeni adam, sonradan görme) olarak hor gördükleri Cicero’yu kendi davalarını savunması karşılığında istemeye istemeye desteklemişlerdi.
Catilina’nın borçların silinmesi önerisi, seçilememesine rağmen Roma’yı karıştırmış ve senatörlerden çoğunu dehşete düşürmüştü. MÖ 63’ün yazında, bütün İtalya kaynıyordu. Sulla’nın eski askerlerinden Manlius, Etruria bölgesinde ayaklanmak için asker toplamaya başlamıştı. Ancak Roma’da işlerin karışması Ekim ayını buldu.
20 Ekim’de, on yıl önce Spartacus ayaklanmasını bastırarak şöhrete kavuşmuş olan senatör Crassus’un evine bir tomar mektup geldi. Bu imzasız mektuplar bazı senatörlere hitaben yazılmıştı: 27 Ekim’de şehirde Catilina önderliğinde isyan başlayacağı, önde gelenlerin öldürüleceği belirtiliyordu. Crassus hemen mektupları alıp konsül Cicero’ya teslim etti. Mektupların komploculardan biri tarafından gizli birer uyarı olarak gönderildiğini iddia eden Cicero, hemen senatoyu topladı; Manlius’un Etruria’da asker toplamasıyla bu olay arasında bir bağlantı olduğunu, Catilina taraftarlarının şehri yakacağını öne sürdü. Dehşete kapılan senato, hemen senatus consultum ultimum yani bir çeşit olağanüstü hal veya anti-terör yasası ilan etti. Cicero konsül olarak korkunç komployu bastırmakla görevlendirildi. Derhal isyan bölgelerine askerler yollandı, muhbirlere ödül vaad edildi.
Bundan sonraki hikaye için sözü Sallustius’a bırakalım. Sallustius bu olaylar olduğunda 17 yaşındaydı; Catilina Komplosu adlı kitabını yıllar sonra yazacaktı. Ona göre, 6 Kasım akşamı komplocular içlerinden birinin evinde toplandılar. Catilina’nın şehirden ayrılarak Etruria’daki asilerle buluşmasına, Capua’daki gladyatörlerin de isyana çağırılmasına karar verildi. Ayrıca ertesi sabah iki komplocu Cicero’nun evine gidecek, onu selamlar gibi yapıp öldürecekti. Ne var ki bu noktada işe kadın parmağı karıştı. Komploculardan Curius’un Fulvia adındaki aristokrat sevgilisi, Cicero’nun karısı Terentia’ya gizlice haber yollayarak neler planlandığını bildirdi. Bu sayede Cicero suikastten kurtuldu.
8 Kasım’da işler patlama noktasındaydı. Cicero senatoyu Jupiter Tapınağı’nda topladığında, Catilina da sanki hiçbir şey olmamış gibi gelip oturdu. Diğer senatörler ondan uzağa kaçıştı. Cicero ayağa kalkarak doğrudan Catilina’ya seslendi, “Sabrımızı daha ne kadar zorlayacaksın? Bizimle alay etmeye ne kadar devam edeceksin?” diye başladı; herkesin komplodan haberdar olduğunu, artık değil senatoda, kentte bile yatacak yeri olmadığını söyleyerek Roma’dan çıkıp gitmesini istedi. Catilina cevap vermeye çalıştı; kendisinin asil, Cicero’nun ise sıradan bir homo novus olduğundan dem vurdu. (Daha anlamlı bir şeyler daha söylediyse bile, onları kaydeden olmadı.) Bu arada senatörler ayağa fırlayarak ona “Hostis (Düşman)! Vatan haini!” diye bağırmaya başlamıştı. Catilina’ya oradan ayrılıp sürgüne gitmekten başka çare kalmamıştı. Bazı çeteciler onunla birlikte şehirden ayrılırken, diğerleri Roma’da kaldı.
Ancak Cicero, Catilina’nın asıl kitleler üzerindeki etkisini yok etmek gerektiğini bildiğinden, ertesi gün halkın karşısına çıkarak bir nutuk daha attı: Catilina’nın Roma’yı terk etmesi büyük bir zaferdi, herşey kon-trol altındaydı, sıradan halkın zaten komplocularla bir ilgisi yoktu. Halkın asıl yandaşı Catilina değil, Cicero’ydu. Hatta halkı bu komplodan korumak için, bazı soylularla arayı açmayı bile göze almıştı.
Bu noktada işe bir de yabancı parmağının karışması şaşırtıcı değil. Tam o sırada, bugünkü Fransa’nın güneyinde yaşayan Allobroges adlı bir Galyalı kabile, Romalı valinin baskısından şikayet etmek üzere Roma’ya bir delegasyon yollamıştı. Catilina’nın yakın adamlarından senatör Lentulus Sura, bu elçilerle ilişkiye geçerek onları da ayaklanmaya çağırdı. Hatta ülkelerine döndüklerinde şeflerine iletmek üzere ellerine mektuplar verdi. Ama Galyalılar, Catilina’nın durumunun pek parlak görünmediğini, mektupları Cicero’ya vermenin daha zekice bir siyasi hamle olacağını akıl ettiler.
Catilina’nın dış güçlerle işbirliğine bile hazır olduğu ortaya çıkmıştı artık. Cicero, ihanetin belgesi olan mektuplar eline geçer geçmez, şehirdeki komplocuların tutuklanmasını emretti. Bunlardan Cethegus’un evine yapılan baskında bir silah deposu ortaya çıkarıldı.
Önde gelen beş komplocu, 5 Aralık’ta Concordia Tapınağında yapılan senato toplantısının tek gündem maddesiydi. Kendisi de Catilina gibi bir popularis olan Julius Caesar, komplocular idam edilirse halkın tepki göstereceğini iddia etti. Acele karar verilmemeli, tutuklular müebbed hapse mahkum edilmeliydi. Ancak Cicero ve yandaşları, eğer iş mahkemeye kalırsa, beş komplocunun kurtulma şansının yüksek olduğunun farkındaydı. Caesar’dan sonra Cicero ve Genç Cato’nun yaptığı iki coşkulu konuşma, bu önerinin çöpe atılmasını sağladı. Senato, beş komplocunun idamına karar verdi. “Yargısız infaz” hemen o gün gerçekleşti. Cicero daha sonra kalabalığın karşısına çıkıp kısaca “Vixere” (yaşadılar) diyerek öldüklerini ilan etti.
Bütün bunlar olurken Catilina, Etruria’daki silahlı isyanın önderi Manlius’a katılmış, bir bakıma hakkındaki komplo iddialarının doğru olduğunu göstermişti. Pistoria yakınlarında MÖ 62’nin ilk günlerinde Senato’nun ordusuyla karşı karşıya geldiğinde yaklaşık 3 bin kişilik bir gücü vardı. Ön saflarda çarpışarak büyük bir cesaret gösterdi, ölüsü bulunduğunda, bütün yaralarını önden almış olduğu görüldü.
Catilina çetesi çökmüş, Cicero kazanmış, hatta pater patriae (vatanın babası) ilan edilmişti. Ama yargısız infaz lekesi alnına sürülmüştü. Dört yıl sonra MÖ 58’de pleblerin temsilcisi olan popularis politikacı Clodius, intikamını aldı. Çıkarttığı yasaya göre, Roma yurttaşlarını yargılamadan öldüren herkes “ateş ve sudan” mahrum bırakılacaktı; bu yasa Cicero’yu sürgüne zorlamak için çıkarılmıştı. Nitekim Cicero, Roma’dan kaçarak bir süreliğine Yunanistan’a gitmek zorunda kaldı.
Populares, Catilina komplosunda muharebeyi kaybetmişti, ancak savaşı kazanacaklardı. Julius Caesar MÖ 49’da iktidarı ele geçirince, Catilina’nın programını uygulayarak bütün borçların dörtte birini sildi. Daha önemlisi, Cicero’nun o kadar savunmaya çalıştığı eski cumhuriyeti çöp sepetine atarak imparatorluğa giden yolu açtı.
BİTMEYEN TARTIŞMA
Darbeci miydiler yoksa devrimci mi?
Norveçli yazar Ibsen, 1850’de yazdığı ilk tiyatro oyunu Catilina’nın önsözünde şöyle diyordu: “Tarihte Catilina kadar bütün şöhreti düşmanlarının elinde olan bir başka kişi yoktur”. Ibsen haklıydı. Catilina komplosu hakkında bildiğimiz herşey, ona ve temsil ettiklerine düşman olan Cicero ve Sallustius’un kaleminden çıkmaydı. Sonraki tarihçiler de Catilina’yı “kötü adam” olarak çizmeyi sürdürdü.
19. yüzyılda, hikayenin tam tersi olabileceğini düşünenler ortaya çıktı. Belki Catilina suçsuzdu. Belki bütün komplo, Cicero’nun uydurmasından ibaretti. Catilina’nın elinden çıktığı iddia edilen tek satırlar, Roma’yı terkederken arkadaşı Catulus’a yolladığı, onun da Senatoda okuduğu bir mektuptan alınmaydı: “Hakaretlere ve haksızlıklara uğradım; öyle ki daha önce de sık sık yaptığımı yapıyorum, hiçbir şeyi olmayanların davasını üstleniyorum. Borçlarımı ödeyemediğim için değil; hak etmeyen insanlar şan şöhrete kavuşurken, beni dayanaksız suçlamalarla toplum dışına attıkları için. İtibarımdan geriye kalanı korumak üzere harekete geçiyorum”.
CICERO’NUN ÖLÜMSÜZ PROTESTOSU
‘Sabrımızı nereye kadar zorlayacaksın Catilina?’
Cicero, komployla ilgili olarak attığı dört nutkun elden ele dolaşmasını ve günümüze ulaşmasını sağladı. Bunlardan birincisi, “Quousque tandem abutere, Catilina, patientia nostra” yani “Sabrımızı daha nereye kadar zorlayacaksın Catilina?” diye başlıyordu. Bu cümle günümüzde de yaşıyor. Elbette bir fark var. Bunları söylerken Cicero otoriteyi ve devleti temsil ediyordu; sonraki protestocular ise bu sözleri otoriteye karşı bir silah olarak kullandı. Amerikalı feminist Camille Paglia, bir entelektüel tartışmada, Catilina’nın adını Michel Foucault ile değiştirirken, İspanyol El País gazetesi 1999’da başyazısına “Daha nereye kadar, Aznar…” başlığını atarak dönemin başbakanını eleştirirken, Brezilyalı öğrenciler, Catilina yerine kendi YÖK’lerine olan öfkelerini ifade ederken hep Cicero’nun sözlerinden yararlandı. Günümüzde de internette ABD Başkanı Obama’dan başlayarak aynı sözlerle protesto edilmeyen politikacı yok gibi.