Jacques Attali’nin aynı adlı kitabından esinle, beş yılda, beş kıtadan tarihi eserlerle hazırlanan sergi, geleceğin geçmiş üzerinden okunabileceğini ileri sürüyor. Geçmişin öğretebileceklerine sırtımızı döndüğümüz, bin yıllardır birikmiş işaretlerden akıllı uslu sonuçlar çıkarmayı başaramadığımız için, geleceğimize doğru körlemesine gitmiyor muyuz?
Louvre Müzesi, 2015’i hep olageldiği gibi dopdolu bir programla tamamladı; güz aylarında açılan, yılbaşı sonrası sona eren çarpıcı sergilerden biri “Geleceğin Kısa Tarihi” başlığını taşıyordu ve Jacques Attali’nin 2006’da aynı başlıkla yayımlanan kitabından (Türkçesi, İmge Yayınları) yola çıkarak hazırlanmıştı.
Attali’yi Türk okuru birden fazla kitabı çevrildiği için bir ölçüde tanıyor. Böyle diyorum, çünkü Attali hem çok kimlikli, hem çok üretken bir figür, onu çoğulluğunda kavramak için bir ufuktan ötekine koşmak gerekiyor: İktisat, siyaset bilimi, tarih, kültür tarihi at koşturduğu alanların başında geliyor. Bu özellikler “Geleceğin Kısa Tarihi” projesine olumlu yönde yansımış. Tersi de olabilirdi: Her duvardan, her salondan farklı, uyumsuz seslerin çıktığı, kakofonik bir cümbüş pekâlâ ortaya çıkabilirdi.
Sonucun başarısı, şüphesiz işbirliğinden kaynaklanıyor. Sergi vesilesiyle, Louvre’un dergisi Grande Galerie’de yer verilen kısa bir söyleşide, Attali hazırlık sürecinde sergi düzenlemenin bambaşka bir çalışma anlayışı gerektirdiğini kavradığını, bu işin kitabının illüs-trasyonu olmadığını bu süreçte gördüğünü aktarıyor. Gerçekten de, “Geleceğin Kısa Tarihi” sergisi kitaba göbek bağıyla bağlı sayılamayacak biçimde kotarıldığı için birbaşına ayakta durabiliyor.
Adı üstünde, geleceğin geçmiş üzerinden okunabileceğini, bu bakışa erişmenin Tarihi “doğru” değerlendirmekten geçtiğini ileri sürüyor Attali. Aklıbaşında herkesin onaylayacağı, şaşırtıcı yanı bulunmayan bir sav bu. Gelgelelim, bu savı “delillendirmek” her babayiğidin harcı değil: Sınırlı bir mekânda, sınırları ister istemez geniş tutulmayı gerektiren “insanlık tarihi”, yaklaşık 22 bin yıllık bir zaman kesiti, hangi seçimlerle temsil düzeyini yüksek bir çıtaya oturtacak? Senaryo ve senografi, nasıl bir sıralama mantığıyla halkalardan bir zincir oluşturacak? Başından ucuna sergi mekânını katedecek izleyiciye seçili parçalar arasındaki “ilişki” örgüsü, yazılı metindeki (burada Attali’nin kitabı) tutarlılığın “tam” karşılığı bir görsel anlatım ekseniyle ‘bildiri’sini ulaştırabilecek mi?
Attali’nin rehberliğinde, serginin küratörleri, beş yılı aşkın bir araştırma-buluşturma hattı yaratarak çalışmışlar. Beş kıtadan, geçmişin hiçbir uygarlığını gözardı etmeksizin en uygun işaretleri vereceğini düşündükleri en oturaklı parçalardan bana kalırsa çok etkileyici bir “patchwork” oluşturmuşlar. Akış içinde izleyicinin karşısına çıkan örneklerden bazılarını, dayandıkları çeşitliliği göstermek adına, cep defterime düştüğüm notlardan seçerek aktarıyorum:
• Dev büyüklükte, mermer, Roma’dan bir “yumruk” yapılmış el
• Sümer krallarının soykütük bağlarını içeren üstü kakmayazı bir tuğla
• New York Tarih Enstitüsü koleksiyonundan, XIX. yüzyıl ressamı Thomas Cole’un bir dizi, “İmparatorluğun Yazgısı” temalı, yağlıboya tabloları
• İznik çinileri, yanıbaşlarında Acem kilimleri
• Brueghel’in “Körler Meseli” tablosunun Louvre kopyası (aslı Napoli’de)
• II. yüzyıldan bir kör Homeros büstü
• XVII. yüzyıl yapımı, Japon paravanı: “Portekiz gemileri”
• Afrika ölçü birimleri
• Daumier’den, bugün yaşananları gösteren, 1849-50 tarihli “Kaçak Göçmenler” tablosu
• Çağdaş sanatçılardan sıkının sıkısı işler: Tomas Saraceno, Mark Lombardi, Cheri Samba, Ai Weiwei…
Şüphesiz bu küçük seçme de, sergide yeralan bütün yapıtları ve objeleri içerecek eksiksiz bir liste de, bu sergiyi görmedikçe, Brueghel’in tablosundaki körlerin, göremedikleri için yollarını yitirenlerin haline taşıyabilir bu satırları okuyacak olanları. İyi ama, “Geleceğin Kısa Tarihi”nin ana amacı bu değil mi: “Biz”, geleceğimize doğru körlemesine, geçmişin öğretebileceklerine sırtımızı döndüğümüz, bin yıllardır birikmiş işaretlerden akıllı uslu sonuçlar çıkarmayı başaramadığımız için, gitmiyor muyuz?
“Geleceğin Kısa Tarihi” sergisi 24 Eylül 2015’de açılmış Louvre’da; 14 Kasım 2015 gecesi Paris’te yaşananlara ilişkin önişaretler bekliyordu salonlardan birinde: İçi boş savaş miğferleri, boşlukta asılı bırakılmış kılıçlar, derin bir ölüm sessizliği yayıyorlardı etrafa. Daumier’nin tablosunun içinden televizyon ekranından taşmış izlenimi doğuran görüntüler geçiyordu. İnsan, bu tür bir düzenli karmaşanın ortasında geçmiş ile geleceğin yer değiştirdiği sanısına kapılmadan edemiyor.
***
Louvre, açık ara, yeryüzünün en varsıl müzesi. Sergilenebilenler, gerçekten de buzdağının görünen kısmı; “depo”larındakiler ile yeryüzünün ikinci en varsıl müzesi kurulabilir. Neden, öyleyse, bu birkaç uzun ziyaret seansıyla bile ancak bir bölüğüyle tanışılabilecek zenginlikteki içeriğine karşın, “durmadan”, yepyeni yaklaşımlarla her yıl bir dizi sergi düzenliyor? Neden Derrida, Eco, Attali gibi çağdaş kültür adamlarından küratörlük yapmasını istiyor? Bizim büyük ve zengin müzelerimiz ne kadar “hantal” yönetimlere sahipse, Batı dünyasınınkiler o kadar “dinamik” politikalarla işletiliyor, yeni “kazanım”larına kaynak sağlamak için gelirlerini yükseltmenin yollarını arıyorlar. La Grande Galerie dergisinin bu son sayısında, Louvre yeni “kazanım”larını övünerek sunuyor, o seçkin parçalardan birinin görüntüsüne tam sayfa ayrılmış: II. Mahmud döneminin yer yer altın kaplamalı gümüş yastık aynalarından biri bu; 27 cm. yarıçaplı, işçiliği görkemli bu divan aynası Louvre ailesine 2015 yılında katılmış.
Geçmişi geleceğe katmanın yolu aynanın içinden geçiyor.