Lionel Messi, Lance Armstrong, Michael Phelps, Gail Devers ve daha niceleri… Spor tarihine damgasını vuran bu yıldızların tümü, rakiplerinin yanısıra ölümcül hastalıklarla, sakat bırakan ciddi problemlerle mücadele etti. Formül ise hem çok zor hem de basitti: Çalışmak, daha çok çalışmak…
Tüm dünya virüsle yatıyor, virüsle kalkıyor. Birçok ülkede yaşam neredeyse dururken, bazılarında malum hayat devam ettirilmeye çalışılıyor. Duymayan varsa: Şu anda futbol Belarus, Myanmar, Burundi ve Nikaragua’da sürebiliyor.
Spor dünyasından tek tük kayıp haberleri gelse de bağışıklık sistemi güçlü birçok yıldızın bu illetin pençesinden nasıl kurtulduklarını da duyuyoruz. Dünyanın belki de en yetenekli basketbolcusu Kevin Durant, rakipleri gibi COVID-19’u da atlatmayı başarmış durumda.
Peki, tarihte birçok süper yıldızın önlerine çıkan sağlık engellerini aşarak milyonların umut ışığı olduğunu biliyor muydunuz?
Lance Armstrong: İyi başladı ama…
1996’da Amerikalı bisikletçi Lance Armstrong, testis kanserinin üçüncü evresindeydi. Kanser, beynine ve akciğerlerine de sıçramıştı. Uzun süren bir tedavinin ardından pedal basmaya başlayan sporcu, belki de hayata selesinde tutunuyordu. 1999-2005 arasında tam yedi defa Fransa Bisiklet Turu’nu kazanan Armstrong, milyonlarca kanser hastasına umut veriyordu. Kurduğu vakıfla milyonlarca dolar toplayan sporcu sayesinde yüz binlerce insan bilgi ve yardım alabildi. Fakat her şeyin sonu vardı. 2010’da hakkında ayyuka çıkan iddialar, sonradan gelen itirafla noktalandı. O da zamanının birçok bisikletçisi gibi doping yapmıştı. İnsan, yine doğasına teslim olmuştu! Sebep olduğu hayalkırıklığı çok büyük tahribat yarattı.
Wilma Rudolph: İmkansız yoktur
1960 Roma Olimpiyat Oyunları’nda 100, 200 ve 4×100 metrede üç altın madalya kazanan Wilma Rudolph, tarihte tek Olimpiyat’ta bunu başaran ilk Amerikalı kadındı. Babasının iki ayrı evlilikten olan 22 çocuğunun yirmincisiydi Wilma. Zatürre, kızıl derken çocuk felci olmuştu. Sol bacağı felçliydi. Yürümesi bile beklenmeyen hatta yaşamaz denilen bu kadın imkansızı başarmıştı! Doktorlar umudu kesmişken, annesi asla pes etmemişti. Kızını sürekli sağlık merkezlerine taşıyan kadın, bir yandan da hizmetçilik yapıp onun için para kazanıyordu. O felçli bacağa her gün yapılan saatlerce masaj da cabasıydı.
Ailesinin çabasıyla “ayakta duran” genç kız, 12’sinde çocuk felcini atlattı. O da yaşıtları gibi her şeyi yapabilirdi. Basketbola başlamış, kısa sürede de takıma girmişti. İyi bir oyuncuydu; çok da sayı atıyordu. Tennessee State Üniversitesi’nin atletizm antrenörü Ed Temple onu bir maçta izleyince olaylar gelişti. Wilma’nın uzun bacaklarını, çevikliğini gören Temple, karşısında büyük potansiyeli olan bir atlet olduğunu anında farketmişti.
Adanmışlık, onun alınyazısıydı adeta. 1956’da Melbourne’a ayak bastığında, Amerikan Olimpiyat Takımı’nın en genç üyesiydi. 16 yaşındaki atlet 200 metrede elense de, 4×100 metre bayrak yarışında bronz kazanan ekibin bir parçasıydı. Dur durak bilmeyen sporcu, dört yıl sonraki olimpiyatta tarih yazıyordu.
54 yıllık yaşamına büyük mücadeleler sığdırmıştı. Pistlere veda ettikten sonra siyahlarla beyazların eşit haklara sahip olması için çalışmasına da herhalde şaşırmamalı. Hayatı boyunca karşısına çıkan her zorlukla savaşan atletizm efsanesinin ilham veren öyküsü o kadar yol gösterici ki…
Lionel Messi: Süper bücür
Kimilerine göre yeryüzünün gördüğü en büyük futbolcu Lionel Messi. Onun tek başına gördüğü lig şampiyonluğu sayısı, İspanya’nın en büyük üçüncü ekibi olan Atletico Madrid’inkine eşit. Kazandığı kupa sayısı, birçok köklü kulübün tarihinde kaldırdığından fazla! Peki şu anda 1.69 boyunda olan “maestro”nun uzaması için bir zamanlar tonla para harcandığını duymuş muydunuz?
Arjantin’de doğan futbolcu, henüz bacak kadarken yaşıtlarına kök söktürmeye başlamıştı. Yaptıkları, adeta yapacaklarının garantisiydi. Her maç rakiplerine gol yağdıran ufaklıkta, 11’ine geldiğinde büyüme hormonu bozukluğu olduğu ortaya çıkmıştı. Boyunun en fazla 1.60 olacağı tahmin ediliyordu. Ya pahalı tedaviler uygulanacaktı ya da kariyeri başlamadan bitecekti…
Parmak çocuğun videoları ona Barcelona kapılarını aralamış, tüm aile soluğu İspanya’da almıştı. Ufaklık çok yetenekliydi fakat altyapının hocaları onun için ödenmesi gereken bedeli yüksek buluyordu. Kimse elini taşın altına koymuyordu. Kulübün o zamanki sportif direktörü Carles Rexach, Messi’yi gördüğü an kararını vermiş, çocuğun her türlü masrafı üstlenilmişti. Delikanlının babasıyla hemen el sıkışan eski futbolcu, şüphesiz hayatının golünü atmıştı!
İkilinin o gün imzaladıkları peçete Jorge Messi’nin duvarını süsleyedursun, yıllardır aynı soru akıllardan silinmiyor: Ya Rexach, o gün altyapıdaki çocukların idman yaptığı sahanın yanından geçmeseydi?
Michael Phelps: İnsan değil yunus
Birçoklarına göre gelmiş geçmiş en büyük sporcu Michael Phelps olsa gerek. Tek başına Olimpiyat Oyunları’nda kazandığı altın sayısı, tüm zamanların madalya listesinde onu 37. sıraya yerleştirdi. Sayısız ülkenin tarihi boyunca yapamadığını başaran bu yüzücü akıllara durgunluk veriyor.
1985’te Baltimore’da doğan Phelps, sorunlu bir çocuktu. Bir türlü sessiz kalamıyor, kıpırdamadan oturamıyordu. Eli kolu durmadığından çok sakardı. Pili hiç bitmiyor, asla yorulmuyordu. Okula adım attıktan sonra küçük Michael’ın dertleri katlanmıştı. Okumayı sevmemiş, matematikten nefret etmişti. Ailesi, fazla enerjisini atabileceği bir spor aramış; böylece yüzmeyle tanışmıştı. Yedi yaşında havuzlara merhaba diyen çocuğa dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanısı konmuştu. Belki de sadece kulaç atarken rahatlayabiliyordu.
Derslerine konsantre olmakta zorluk çeken Michael, annesinin okuduğu ünlü sporcuların hikayelerini sonuna kadar dinliyordu. Tutulan özel öğretmen, matematik anlatırken yüzmeden örnekler vermeye başlayınca bir anda dikkat kesiliyordu. Notları düzelen çocuk giderek havuzda da hızlanmıştı. Katıldığı yarışlarda üst üste rekorlar kırmış; 10 yaşındayken de Amerika’nın en iyi yüzme antrenörü Bob Bowman’la çalışmaya başlamıştı.
2000’de henüz 15 yaşındayken ilk kez Olimpiyat sahnesinde yer alan sporcu, ilk madalyalarına 2004’te kavuştu. Boynundaki altı altın, iki bronz her şeyi anlatıyordu. 2008’de kazandığı sekiz Olimpiyat altınıyla tarih yazmış, 2012 ve 2016’da da madalya avcılığına devam etmişti. Peki ileride bir gün Olimpiyat Oyunları’nda 23’ü altın olmak üzere toplam 28 madalya kazanan Phelps geçilir mi? İmkansız gibi…
Gail Devers: Uçan tırnak
100 metre engellide Amerika rekorunu kırıp 1988 Seul Olimpiyat Oyunları’nın yolunu tutan Gail Devers, o günlerde kendisini iyi hissetmiyordu. Yarı finalde elenen atletin saçları dökülüyor, alamet-i farikası olan uzun tırnakları kırılıyordu. Pistlerde uçan o kadın, kimi zaman tuvalete bile sürünerek varıyordu. Doktorlar, bir anda kilo veren sporcunun sorununu anlayabilmek için iki seneden fazla uğraşmıştı.
Sonunda “Graves hastalığı” tanısı kondu. Tiroid bezlerinin aşırı çalışması yüzünden görülen bu otoimmün hastalığın radyasyonla tedavisi mümkündü. Fakat vücudu yan etkiler gösteriyordu. Bir ara ayağının kesilmesi bile gündeme gelmişti. Doktorlar tedaviyi ona göre ayarlamayı başarınca, atlet yavaş yavaş düzelmeye başladı. Tekrar pistlere dönen Devers, 1992’de yine yeryüzünün en büyük spor organizasyonundaydı. Olimpiyat’ta sahne alması bile çok büyük bir başarıydı.
100 metreyi foto finişle kazanan sprinter, en sevdiği branş olan 100 metre engellide beşincilikte kalmıştı. Ertesi yıl Dünya Şampiyonası’nda 100 ve 100 metre engellide zafere ulaşan Devers, 1996 Atlanta Olimpiyat Oyunları’nda 100 ve 4×100 metrede yine altın madalya kazanacaktı. 2004’te beşinci defa Olimpiyat heyecanı yaşayan atlet, ertesi yıl bir çocuk doğurdu. Sonradan tekrar pistlere dönen Devers’ın 40 yaşında koştuğu en iyi derece, yaşıtlarının 0.70 saniye önündeydi. Onun da dediği gibi, her başarı aslında çalışmaya bağlıydı.
Thomas Muster: Tenisin tahtında
Daha çok kış sporlarında gösterdiği başarılarla tanınan Avusturya’da tenisin sevilmesini sağlamıştı Thomas Muster. Dünya sıralamasında 1 numaraya yükselen tek Avusturyalı raketin, o günlere gelmesi kimilerine göre başlı başına bir mucizeydi.
1967’de doğan sporcu, 1989’da dünyayı fethetmeye hazırlanıyordu. Avustralya Açık’ta yarı final gören delikanlı için 1 Nisan tatsız bir şakaya dönüşmüştü. Key Biscayne Turnuvası’nda finale yükselen Muster, Ivan Lendl ile karşılaşmaya hazırlanıyordu. Her şey rüya gibiydi; ta ki o kazaya kadar… 1 Nisan’ın ilk saatlerinde ona çarpan sarhoş bir sürücü yüzünden sol dizi ciddi bir şekilde sakatlanmıştı. Hemen Viyana’ya uçan tenisçi, ameliyat masasına yatırılmıştı.
Kariyeri birçoklarına göre bitmişti. Henüz 22 yaşında bile değildi. Derken ortaya çıkan bir fotoğraf, spor tarihinin ikonik karelerinden biri olarak tarihte yerini alacaktı. Onun için özel üretilen bir iskemlede toplara vurmaya çalışan Muster’in azmi suratından okunuyordu.
Sadece 6 ay sonra tekrar kortlara dönen Avusturyalı, kısa sürede formuna kavuşmuştu. Birçoklarının pes edeceği o kazadan sonra hayata tutunmasını sağlayan o savaşçı ruhu sayesinde adeta “Terminatör”e dönüşmüştü. Toplara o kadar sert vuruyordu ki sanki her seferinde intikam alıyordu. 44 tekler turnuvasını, zaferinin 40’ını toprak kortta kazanan Muster 1995’te Roland Garros’ta taçlanmış, ertesi yıl da dünya sıralamasında 1 numaraya yükselmişti.
Mario Lemieux: Bir Süper Mario
Buz hokeyinin gördüğü en büyük yıldızlardan biriydi Mario Lemieux. Kariyeri boyunca sakatlıklarla boğuşan Kanadalı sporcunun ayrıca Hodgkin Lenfoma kanserini yenmişliği de vardı. Amerikan Profesyonel Buz Hokeyi Ligi’nde (NHL) 1984-2006 arasında tam 17 sezon görev yapan yıldız, iki defa mutlu sona ulaşmıştı. Kanada’yla 2002’de Olimpiyat, 2004’te de dünya şampiyonluğu tadan “Süper Mario”, kariyeri boyunca bel fıtığı, kronik tendinit ve bitmeyen sırt ağrılarından çekmişti.
Kanser yüzünden 1994-95 sezonunun tamamını kaçıran oyuncu, ertesi sezonun hem gol kralıydı hem de en değerli oyuncusu! 1997’de emekliye ayrılan Lemieux, iki yıl sonra senelerini verdiği Pittsburgh Penguins’in çoğunluk hissesini satın alarak takımının iflasını engelleyecekti. 2000’de buza tekrar adımını attığında, tarih yazıyordu. Hem oyuncuydu hem de takım sahibi. Başkanlık yetkilerini bir başkasına devreden hokey efsanesi, 2006’da ikinci defa emekliye ayrılmıştı. Başkanlığında ayrıca üç şampiyonluk gören Lemieux’nün azmine şapka çıkarmamak mümkün değil. Kanser de dahil o kadar sağlık sorunuyla uğraşmasa, kuvvetle muhtemel tarihin en iyi hokey oyuncusu olacaktı.
Ivan Klasnic: Böbrek naklinden sonra
Tarihimizin en unutulmaz maçlarından biri şüphesiz Viyana’daydı. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın çeyrek finalinde Hırvatistan’la buluşan Ay-Yıldızlılar, uzatmaların 119. dakikasında geri düşmüştü. Son düdük beklenirken, 122’de Semih Şentürk milyonları ayağa kaldırmış, penaltılarla Türkiye tur atlamıştı.
İşte o karşılaşmada ağları havalandıran Ivan Klasnic’in öyle bir öyküsü var ki… Bir önceki sene annesinin böbreğini nakletmişlerdi forvete. Vücudu yeni organa direnince, iki ay geçmeden yeniden ameliyat masasına alınmış, babasının böbreğiyle yaşama tutunmuştu. Doktorlar, Werder Bremen forması giyen oyuncunun aylarca sahaya çıkmasına izin vermemişti. Eylül ayında idmanlara başlayan yıldız, ancak Kasım sonunda formasına kavuşabilmişti. 2008’in Mart ayında millî takıma yeniden çağrılan golcü, böbrek naklinden sonra büyük bir organizasyonda boy gösteren ilk futbolcuydu.
Yıllarca Werder Bremen formasını giyen Klasnic, 33 yaşında Mainz’da oynarken 2013’te sahalara veda etmişti.
Plaetsen ve Lowell: Gölgeden günışığına
Kuvvetle muhtemel ne Thomas van der Plaetsen ismini duydunuz ne de Mike Lowell’ı. İkisi de başta kanserdiler, sonra zirveye çıktılar!
Belçikalı dekatlet van der Plaetsen, gençlerde Avrupa şampiyonuydu. 2014’ün Eylül ayında yapılan testte hCG (insan koryonik gonadotropin) değeri yükselince, doping yaptığı iddia edildi. Henüz 23 yaşını bitirmemiş sporcu, asla yasaklı madde kullanmadığını çok iyi biliyordu. Bunun başka bir açıklaması olmalıydı. Hemen tahlil yaptırmış, testis kanseri olduğu ortaya çıkmıştı.
Antrenörlüğünü de yapan abisi Michael, kardeşinin tekrar pistlere dönmesinin zor olduğunu düşünedursun, sporcu kemoterapi seanslarından yaklaşık 18 ay sonra bu sefer büyüklerde Avrupa şampiyonu olmuş, altı hafta sonra 2016 Rio Olimpiyat Oyunları’nda ise sekizincilikte kalmıştı. Fakat aile bu dereceye hiç üzülmemiş, bilakis yaşadıklarından sonra bu organizasyona katılmanın en büyük zafer olduğunu defalarca dile getirmişti. Zaten dekatlon, insanın 2 günde 10 branşta rakiplerinden çok kendisiyle yarıştığı bir sınav değil miydi?
Profesyonel kariyerine beyzbolun devlerinden New York Yankees’de başlayan Mike Lowell, pek oynamasa da 1998’de şampiyon olan kadronun bir parçasıydı. Ertesi yıl Florida’yla takas edilen Porto Riko doğumlu sporcuya testis kanseri teşhisi konmuştu. 21 Şubat’ta ameliyat masasındaydı, 29 Mayıs’ta sahada! Yükselişe geçen oyuncuyu, kırılan eli bile durduramamıştı. 32 maç kaçırdıktan sonra yine çimlere dönen Lowell, 2005’in sonunda beyzbolun bir başka müseccel markası Boston Red Sox’un yolunu tuttu. 2007’de takımı şampiyon olurken, o da finallerin En Değerli Oyuncusu (MVP) seçilmişti.