Bir zamanlar Hürriyet’in efsane kaptanı Necati Zincirkıran bugün 92 yaşında. Gazetesini 1 milyon satışın üzerine çıkarmış bir genel yayın yönetmeni. Türk basınında, Simavi-Asil Nadir-Dinç Bilgin imparatorluklarının yükseliş ve çöküşlerine içeriden tanıklık etmiş bir ‘kara kutu’. 70 yıllık gazetecilik mesleğinde, Türkiye’yi ve dünyayı sarsan hadiseleri, haberleri, iz bırakan kişileri anlatıyor…
O yaşayan bir gazetecilik efsanesi. Necati Zincirkıran. 92 yaşında. Dimdik ayakta. Kışın İstanbul’da, yazın Göcek’te teknesinde yaşıyor. Hürriyet’i 1969’da 1 milyon tiraja “vurduran” genel yayın yönetmeni. Şimdi derinlerde bir yerde gibi duran Türk basınının kara kutusu. Haber deyince, manşet deyince, gözlerinde hâlâ şimşekler çakan bir gazete gurusu…
Onunla konuşurken içimde bir his… Sanki bana gazeteciliğin gömülü hazinesinin yerini söyleyecek… Şifresini verecek… Gazetecilik ışıl ışıl parlayacak… Manşetler gökyüzündeki ekranlara yazılacak… Her şey değişecek… Medya, Türkiye, dünya…
Hürriyet’in kurucusu Sedat Simavi’nin oğullarına ve gelecek kuşaklara bıraktığı altın öğüdü, “Kalemini kır, fakat sakın satma” sözlerini onun ağzından dinleyen son iki tanıktan biri Zincirkıran… Diğeri de bugün 96 yaşında olan ve Londra’da yaşayan Haldun Simavi!
Necati Zincirkıran hak bellediği gazetecilik yolunda, Türk basınının en fırtınalı sularında, kalemini satmadan, dümenini kırmadan sonuna kadar yelken basıp gitmiş bir isim.
Gemi, dümen, yelken, rota deyince… Biliniz ki bunlar Kaptan Zincirkıran’ın işidir. O Türkiye ve İngiltere’de denizcilik okullarından mezun olmuş, ehliyetli bir uzun yol kaptanıdır aynı zamanda. Askerliğini Karadeniz’de AB-9 avcı botu komutanı olarak, Şile’den Bulgar sınırına kadar devriye gezerek yapmıştır. Fırtınalara alışkındır.
1960’ta, henüz 30 yaşında, o zamanlar Türk basınının amiral gemisi olan Hürriyet’in kaptan köşkünde dümeni eline alınca, bir an bile şaşırmadan, tereddüt etmeden, “Tam yol ileri” diyerek, Türkiye’nin en çalkantılı yıllarında, kamuoyunda yarattığı dalgalarla yükselmiş bir isim. Necati Kaptan’ın 70 yıllık basın macerasını izlerken rotayı şaşırmamak için önce onun seyir defterinde, yıllar içinde uğradığı “basın adaları”nın listesini verelim: Hürriyet (1950-1969), Günaydın (1969-1990), Sabah (1991-2004). Zincirkıran, yarım yüzyıl boyunca Türk basınının hep tepe noktalarındadır.
Haldun Simavi’nin yetiştirdiği delikanlı
Baştan söyleyelim: Necati Zincirkıran, Türk basın dünyasının en akıllı, en zeki, en yaratıcı, ama aynı zamanda en huysuz ve mükemmeliyetçi patronu olarak bilinen Haldun Simavi’nin seçip eğittiği, güvendiği ve gazetelerini emanet ettiği yegane genel yayın yönetmenidir. Haldun Simavi de, Zincirkıran’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı yegane patronudur.
Yaklaşık 20 yıl Hürriyet’te, 20 yıl da Günaydın’da Haldun Simavi ve Zincirkıran günlük sıkı temas içinde çalışmışlardır. Dile kolay 40 yıl. Uyumlu bir ikilidirler. Birbirlerine karşı ağızlarından kötü ve kırıcı bir sözcük çıkmamıştır. Halen de aynı dostluk ve arkadaşlık çerçevesinde zaman zaman görüşürler. Bu, bizim basınımızda zor rastlanan bir liyakat tescilidir. Evrensel ölçülerde yüksek standarttır.
Genç Necati, daha 50’li yıllarda gazetecilik başarıları nedeniyle Baba Sedat’tan iki unutulmaz ödül alır. Biri bir zarf içinde hayatında ilk kez gördüğü mor binlik, diğeri bir İtalyan kravat. Mor binliği (1.000 TL), maaşı 200 TL olan genç gazeteciye atlatma bir röportaj nedeniyle verir Baba Simavi; kravatı da Kıbrıs ve Makarios röportajları nedeniyle…
Kıbrıs’ta bir cesur gazeteci
Kıbrıs, Sedat Simavi için bir millî davadır. Bu dava 50’li yıllarda Hürriyet’te bayraklaşır. 1953’te DP iktidarının Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü “Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur” deyince Baba Simavi ertesi gün Hürriyet’te “GAFLET” diye manşeti çakar. Köprülü, Simavi’yi mahkemeye verir. Simavi 1953 Ekim’inde mahkemeye çıkar. Yarı felçlidir. Gözü yaşlı, ama başı dik “Ben ceza yesem de, zaman beni haklı çıkaracaktır” der.
Türkiye’ye Hürriyet gibi bir gazeteyi armağan eden gazeteci Sedat Simavi, bu ağır stres altında, o mahkemeden 2 ay sonra 11 Aralık 1953’te 57 yaşında vefat eder. Yaşasa ceza yiyecektir; ama zaman onu haklı çıkarır. Zincirkıran “Simavi iktidara o manşeti atmasa Kıbrıs gitmişti” der. Türkiye bugün Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz ve Libya’ya uzanan sularda Mavi Vatan iddiasını sürdürüyorsa, bunu Sedat Simavi’nin iktidarın yanlışlarını yüzüne vuran gazetecilik cesaretine borçludur. DP iktidarı daha sonra Hürriyet sayesinde halkın da sahiplendiği Kıbrıs meselesine sahip çıkar. Başbakan Menderes ve yeni Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs’ta Türkiye’nin garantörlüğü tanınana kadar büyük bir diplomatik savaş verir. Simavi gafleti önlemiştir.
Baba Sedat’ın Kanlıca’da büyük törenle toprağa verildiği gün, ilk oğlunun doğum müjdesini alan Zincirkıran ona hemen Sedat ismini koyar. 1950’den itibaren Hürriyet’in başında fiilen Sedat Bey’in 25 yaşındaki oğlu Haldun Simavi vardır. Haldun Simavi ABD’de gazetecilik eğitimi ve stajı görmüş; zeki, yetenekli ve mükemmeliyetçi bir gazetecidir. Gençtir, hırslıdır, yeniliklere ve modern teknolojiye açıktır. İlginç ve karizmatik bir kişiliği vardır. Sekreter ve şoför kullanmaz. Herkese “Yavrum…” diye hitap eder. Akıllı adamları sever, aptallardan nefret eder. Sert eleştirileri “fırça” niteliğindedir.
Baba Sedat’ın fotoğraf ağırlıklı halk gazetesi olarak tasarladığı Hürriyet, daha o yıllarda dönemin en büyük gazetesi 40 bin tirajlı Cumhuriyet’i çoktan sollamış, 100 binlik net satışı geçmiştir.
‘Pıt-pıt Necati’ Ortadoğu’da
Genç Necati 1950’de 21 yaşında Yeni Sabah’ta haber yazma ve İngilizce sınavını geçer; Beyoğlu muhabiri olarak gazeteciliğe başlar. 3 ay içinde haberleriyle o kadar dikkati çeker ki, Hürriyet’e transfer olur. O dönemde hızlı koşuşturması nedeniyle, “Pıt-Pıt Necati” veya “Küçükoğlan” diye anılır. Bu delikanlıdaki gazetecilik cevherini erken farkeden Haldun Simavi onu sürekli Kıbrıs’a, Ortadoğu’ya, farklı ülkelere röportajlara yollar. Bir ara ABD’ye gazetecilik eğitimine de gönderir. Hürriyet’e ilk daktilo genç ve acar muhabir Necati için alınır. İlk tele-foto da o yıllarda Hürriyet’e girer.
1952 sonbaharında Zincirkıran’ın “Menfaatlerin Çatıştığı Orta Şark” başlıklı dizi röportajı 10 gün boyunca Haldun Simavi’nin mizanpajı ve başlıklarıyla yayımlanır. Simavi, genç muhabirin getirdiği malzemeyi övmekten de kaçınmaz. Zincirkıran 1957’ye kadar Kahire merkezli Hürriyet muhabiri olarak Ortadoğu’da cirit atar. Gitmediği ülke, görüşmediği lider, el atmadığı sorun kalmaz. Örneğin 1954’te Mısır’da darbeyle başa geçen Atatürk hayranı Nasır ve subaylarının, destek aradıkları Türkiye nezdinde nasıl hayalkırıklığına uğradıklarına bizzat tanıklık eder (70’li yıllarda Suriye’de terör estiren Müslüman Kardeşler’e desteğin Ecevit-Erbakan koalisyonu döneminde Türkiye üzerinden geldiği bilgisini Ecevit’e Zincirkıran iletir. Ecevit’in ricası ile haber girmez. Ecevit sonradan, ülke başsız kalmasın diye koalisyonu bozmadığını Zincirkıran’a söyleyecektir). Nasır’ın milliyetçi-hürriyetçi Arabın Sesi radyosu o yıllarda gerçek “Arap Baharı” rüzgarları estirir. Zincirkıran Irak’ta Kral Faysal, İran’da Musaddık, Ürdün’de Kral Tallal, Tunus’ta Burgiba, Cezayir’de Bin Bella ile röportajlar yapar. Filistin mülteci kamplarına ilk giren yine odur. Bu kamplarda Türkiye’yi ABD-İsrail yanlısı olmakla suçlayan feryatları da Türkiye Zincirkıran’ın kaleminden öğrenir. ABD’nin o yıllarda Türkiye’ye Arap NATO’su (MEDO) kurdurma çabasını da genç gazeteci sayfalara yansıtır.
1956 Arap-İsrail savaşında, Zincirkıran’ın 20 metre önünde giden araç vurulur. Zincirkıran’ın arkadaşı Magnum Ajansı sahiplerinden ünlü foto muhabiri David Seymour ve Jan Roy orada can verirler. Zincirkıran o gün şanslıdır. Türk basını bir daha hiçbir zaman, Zincirkıran ve Hürriyet’in o yıllarda ilgilendiği kadar Ortadoğu ile ilgilenip haber yapmayacaktır.
16 Mart 1953’te Zincirkıran, Neriman Hanım ile evlenmiştir. O sırada Çanakkale’de deprem olur ve genç çift balayını, depremden hâlâ sarsılan bir otel odasında Çanakkale’de geçirir. O sırada Dumlupınar denizaltı faciası da yaşanır ve Çanakkale’de balayı yerine zorunlu mesai başlar. Genç gazeteci haber peşinde koşarken, eşi de bu tempoya alışacaktır.
6-7 Eylül hadiseleri ve Menderes’in uçağı
1955’te İstanbul’da 6-7 Eylül olayları yaşanır. “Atatürk’ün evini bombaladılar” kışkırtması ile başlayan ve esas olarak Rum vatandaşları hedef alan saldırıları Zincirkıran adım adım izler. Kalabalığın elinden “bu polistir” diye kurtardığı Emniyet Müdür Muavini Orhan Eyüpoğlu, daha sonra İçişleri Bakanı olunca, Başbakan İnönü’ye “Necati o gün benim hayatımı kurtardı” diyecektir.
1957’de yılında Haldun Simavi, Zincirkıran’ı Ankara Büro’nun başına getirir. Onu Genel Yayın Yönetmenliği için adım adım hazırlamaktadır. Zaten o göreve yollarken bunu da söyler.
1959’da Necati Zincirkıran Hürriyet Ankara Temsilcisi olarak Kıbrıs görüşmelerini izlemek için Menderes ile birlikte Zürih’tedir. Bu Türkiye’ye 1974’te Kıbrıs’a müdahale hakkı veren Londra Antlaşması’nın müzakere safhasıdır. Zincirkıran, Zürih’teki öngörüşmelerden sonra, Menderes’in “Ankara’dan birlikte Londra’ya gideriz” davetine rağmen, Ankara’ya dönmez. Londra’ya son imzadan önceki görüşmeleri izlemeye gider. Başbakan Menderes’in uçağı 17 Şubat 1959 günü Londra’ya inerken pilotaj hatası sonucu Surrey Ormanı’na düşer. 15 kişi kazada ölür. Menderes bir mucize sonucu kurtulur. Zincirkıran uçakta olmadığı için şanslıdır.
O sırada Londra’da olan Zincirkıran, bu vahim olaydan sonra hemen kaza yerine gider. Kazanın dumanı tüterken çektiği fotoğrafları Hürriyet’e yollar. Kaza yerinde Menderes’in Bally marka ayakkabısını çamurda bulur ve onu da yayımlar. Hastaneye girerek, kazadan kurtulanların ağzından heyecanlı izlenimleri Türk okuruna aktarır. Hürriyet yine diğer gazetelere fark atar.
Zincirkıran, Kıbrıs için hayatını ortaya koyan Menderes’in ve büyük mücadele veren Zorlu’nun bu olaydan 2 sene sonra idam edilmelerini, tarihin talihsiz bir sahnesi olarak esefle anar. 1960’daki askerî darbe sırasında da Zincirkıran yine olayların içinde, göbeğindedir. Hürriyet Ankara Temsilcisi olarak Eskişehir’de Menderes’i izler. Menderes, Eskişehir Şeker Fabrikası toplantı salonunda rektörlere “kara cübbeliler” diye yüklendiği ünlü konuşmasını yapar. Zincirkıran haberi telefonla yazdırır. Ertesi gün Menderes yola çıkmışken, sabaha karşı müdahale başlar. Zincirkıran şimdi de askerî darbenin içinden adım adım saat saat haber geçecektir.
30 yaşında, Hürriyet’in başında
1960 darbesiyle Türkiye’de yeni bir dönem başlar. Zincirkıran 1960 Eylül ayında Haldun Simavi tarafından Hürriyet’in başına getirilir. Şimdi hem 30 yaşındaki Zincirkıran hem de Hürriyet için yeni bir dönem başlamaktadır. Gazetenin başına geçince, Ankara Büro’nun başına da o sırada Bonn’da basın ataşesi olan Cüneyt Arcayürek’i getirir. Arcayürek, Zincirkıran’a göre doğuştan gazeteci olanlardandır. Zincirkıran-Arcayürek ikilisi günde en az 9-10 defa telefonla konuşan müthiş bir eküri olurlar. Patlattıkları haberlerle Türkiye’yi sallarlar. Arcayürek daha sonra bu dönemi “Gazete sanki bizimmiş gibi çalışıyorduk” diye anlatacaktır.
22 Şubat 1962’de Necati Zincirkıran hayatının en önemli gazetecilik sınavı ile yüzyüze gelir. Ankara’da Albay Talat Aydemir ve Albaylar Cuntası, İnönü hükümetine karşı darbe girişimi başlatır. Patron Haldun Simavi yurtdışındadır. Görüşme imkanı yoktur. Zincirkıran demokrasiyi savunma ve darbeye karşı çıkma kararı verir. Yazıişlerini toplar, Ankara’ya talimat yollar. Telefonlar kesiktir. Arcayürek, Bursa üzerinden haber ve foto geçmeyi başarır. Hürriyet ertesi gün “Demokrasi tehlikede, Ankara’da isyan”manşetiyle çıkar. Türkiye’nin en büyük gazetesinin karşı çıkışı darbecileri duraklatır. Girişim engellenir, darbeciler yargılanmadan emekli edilir.
Talat Aydemir bir süre sonra İstanbul’da Necati Zincirkıran’ı ziyarete gider. Bu bir tehdit ziyaretidir. O manşetin kendilerini sarstığını, ancak bir dahaki sefere buna fırsat bulamayacaklarını söyler Zincirkıran’a… Aydemir 21 Mayıs 1963’de Ankara’da ikinci kez darbe girişimi başlatır. Bu da bastırılır. Aydemir ve Fethi Gürcan idam edilir.
Demirel, Johnson ve 68 kuşağı
1964’te Adalet Partisi’nin başına Demirel geçer. Haldun Simavi’yi de ikna eden Zincirkıran, AP kongresi öncesi Hürriyet’te “Barajlar Kralı” adı altında Demirel’e destek verir. 60’lı yıllar ünlü “Johnson Mektubu”nu Hürriyet’in manşetten verdiği yıllardır. 1964’teki Kıbrıs olayları sırasında ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye bir tehdit mektubu yazmıştır; Amerikan silahlarının Kıbrıs’ta kullanılamayacağını öne sürer. Bu mektup daha sonra Meclis’te gizli bir celsede okunur.
Olayın peşine düşen Zincirkıran, Arcayürek’ten bu mektubu mutlaka bulmasını ister. Arcayürek için o yıllarda Ankara’da “imkansız” yoktur. Mektubu, Dışişleri’nden eski bir arkadaşına telefonda okutturmayı başarır. Teybe alır. Kaseti Hürriyet dağıtım kamyonu şöförü ile elden Zincirkıran’a yollar. Zincirkıran 13 Ocak 1966’da mektubun tam metnini Hürriyet’te manşetten yayımlar. Türkiye ve dünya birbirine girer. Bütün dengeler değişir. Hükümet 2 gün sonra İnönü’nün o zaman Johnson’a yolladığı cevap mektubunu da yayımlamak zorunda kalır. Bu mektup, İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de orada yerini alır” dediği ünlü mektuptur.
Johnson mektubu, Türkiye’de bir kırılma yaratır. Ülkede anti-Amerikan rüzgarlar esmeye başlar. Daha sonra Amerikan emperyalizmine karşı sokağa dökülecek olan 68 kuşağının cebinde Johnson mektubu vardır. Zincirkıran, salt gazetecilik faaliyetinin, bir ülkenin toplumsal uyanışını nasıl tetiklediğinin çarpıcı bir örneğini vermiştir.
Anneler Günü kutlamasını başlatırlar, liselerarası bilgi yarışması düzenlerler. Küçük ilanlar büyük ilgi çeker. “Altın Mikrofon”da ses sanatçılarını halka seçtirirler. Yıldırım Gürses’ten Cem Karaca’ya, Ferdi Özbeğen’den Edip Akbayram’a bir dizi sanatçı bu yarışmayla ünlenir.
Demirören’in medyaya girişi
Bugün Hürriyet’in sahibi olan Demirören Grubu’nun merhum patronu Erdoğan Demirören’i 60’lı yıllarda basın dünyasına bir ucundan sokan da Zincirkıran’dır. Kamyon yedek parçası ticareti yapan bu genci, o sırada Hürriyet’in kamyon dağıtım filosunun başına getirir. Hürriyet şoförleri, o yıllarda pilotlarla yarışan birer efsanedir. Saate karşı yarışan, sabah erkenden insanlara gazeteye yetiştirmeye çalışan şoförlerden can verenler de olur. Zincirkıran onları motive ederek fotoğraf makinesi vermiş; hepsini ayrıca bölgelerden haber taşıyan şoför-muhabir de yapmıştır.
Simavi ailesi ve ayrılıklar
Türkiye’de toplumsal mücadelenin doruğa tırmandığı 1968, Hürriyet’teki Simavi İmparatorluğu’nda kardeşler arasında ayrılığı da getirir. Bu, imparatorluğun çöküşü ve dağılışının da başlangıcı olacaktır. Haldun ve Erol Simavi, babalarının ölümünden sonra 14 yıl boyunca birlikte çalışmışlardır. Haldun gazetenin başındadır, her şeyidir. Erol Simavi ise daha çok idari işlere bakar. Aralarında görünen bir sürtüşme ve rekabet yoktur. Erol ağabeyine daima saygılıdır.
1953’te Belma Hanım ile evlenen, Sedat ve Saffet adlı iki oğlu olan Erol Simavi o sıralar 35’ini geçmiştir. Para ve güç, basının gölgedeki imparatorunu kışkırtmaktadır. Ağabeyi Haldun ise bu ortamda ayrılma kararı verir. İki kardeş arasında bir protokol imzalanır. Haldun Simavi, Hürriyet’i kardeşine bırakır. Kendisi çeşitli gazete ve dergileri yayımlayan Veb Ofset’i alır. Erol, ağabeyinin yeni bir gazete çıkarmayacağı şartını da protokole koyar.
Ve Günaydın…
Ancak Haldun Simavi’nin kafasında yeni bir gazete “icat etmek” vardır. Bu gazete Günaydın’dır. Haldun Simavi fazla okumaktan hoşlanmayan Türk halkına fotoğraf ağırlıklı bir gazete hazırlar. Necati Zincirkıran’dan Hürriyet’te kalıp kardeşine destek olmasını ister. Bir de ondan Günaydın’ı derleyip toparlayacak genç bir gazeteci bulup kendisine göndermesini ister. Zincirkıran, Hürriyet spor servisinde gazeteciliğe başlayan Rahmi Turan’ı Haldun Simavi’ye yollar. Bugün Sözcü’de yazan Rahmi Turan, “Tirajların Efendisi” sıfatını kazanacak ve magazin ağırlıklı gazetecilik ekolünün öncüsü olacaktır.
1968 Kasım’ında Haldun Simavi yönetiminde basın dünyasına giren Günaydın kısa sürede tutunur ve çok satmaya başlar. Hürriyet’te kalan Zincirkıran ise, artık neredeyse patron gibidir. Hürriyet’in manşetleriyle gündem belirlediği yıllardır. 1969’da gazetenin satışını 1 milyonun üzerine çıkarmayı başarır. Bu, yüzde 6’larda bir iade ile inanılmaz, görülmemiş ve sonrasında da görülmeyecek bir satış rakamıdır.
Hürriyet’in kuruluşunun 21. yıldönümü olan 1 Mayıs 1969’da 1 milyon 100 binlik tirajı manşetten ilan ederler. Erol Simavi bunu kutlamak için Ayazağa’daki evinde gazete üst düzey yöneticilerine bir parti verir. Belma Simavi burada Necati Zincirkıran’a özel bir zarf içinde bir adet “Hürriyet kurucu hissesi” takdim eder. Bu, çok büyük bir ödüldür.
Zincirkıran’dan Erol Simavi’ye veda
Ancak Zincirkıran’ın içinde kötü bir his vardır. Gazeteci sezgisi ile “Bu işler böyle gitmeyecek, bir yerden başımıza bir bela gelecek” endişesi içindedir. Bela, eski 27 Mayısçı Orhan Erkanlı olarak gelir. O dönemde sağ-sol çatışmaları içinde, 12 Mart 1971 askerî muhtırasına doğru hızla sürüklenen Türkiye’de Erol Simavi, muhtemel bir askerî darbeye karşı kendisini ve Hürriyet’i güvence altına almaya çalışır. Bunun için bulduğu önlem, eski darbeci, 14’lerden Orhan Erkanlı’yı önce idari müdür olarak gazeteye almak, sonra şartlara göre gazeteyi ona teslim etmektir. Necati Zincirkıran, Cüneyt Arcayürek, müessese ve idare müdürleri buna isyan ederler. Ancak Orhan Erkanlı 1969 yazında “Patron temsilcisi” gibi ilginç bir unvanla Hürriyet’e gelir. Bunun üzerine Necati Zincirkıran “Artık size hizmet edemeyeceğim” diyerek Erol Simavi ile yollarını kırgın, ama dostça ayırır.
Ayrıldıktan sonra Zincirkıran, kendisine verilen Hürriyet kurucu hissesini de etik kaygıyla Erol Simavi’ye iade eder. Erol Bey bu jeste karşılık 200 bin liralık bir çek yollar. Olayları izleyen Haldun Simavi, Zincirkıran’a “Biraz dinlen, gel başla” der. İkili tekrar Günaydın’da buluşur. Zincirkıran, Günaydın’ın ve Veb Ofset’teki diğer bir dizi yayının da başına geçer.
Bu arada Hürriyet’te işler karışmıştır. Orhan Erkanlı, Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay’ın anılarını büyük bir reklam kampanyasıyla gazetede yayımlatır. Hürriyet okuru büyük tepki gösterir. Hürriyet’in tirajı 1 milyondan hızla 300 binlere düşer. Erol Simavi paniğe kapılır ve ağabeyini yardıma çağırır. Haldun Simavi ve Necati Zincirkıran bir defa daha Hürriyet’in kapısından girer ve eski odalarına otururlar. Onlar gelince Orhan Erkanlı tası-tarağı toplayıp gider.
Günaydın ile Demirel kavgası
O sıralarda Günaydın ve Haldun Simavi, Süleyman Demirel’in eşi Nazmiye Hanım’a dair incitici bir haber nedeniyle sert bir kavga içindedir. Erol Simavi, Hürriyet’in bu kavgaya karıştırılmasına karşı çıkar. Bu kavgada kardeşinin kendisini desteklemediğini gören Haldun Bey küser ve yeniden Zincirkıran ile birlikte Günaydın’a döner. Yollar bir defa daha ayrılır. Demirel’e yönelik 12 Mart 1971 askerî muhtırasında basındaki bu kavganın da kuşkusuz etkisi vardır. Demirel şapkasını alır gider. Haldun Simavi de kavgayı keser. Demirel ancak 1977’de bir yemekte Zincirkıran’ın yanına gelip onunla barışacaktır.
“Düdüklü Tencere” 22 yıl kaynadı
Zincirkıran 1970’den, Günaydın’ın Asil Nadir’e satıldığı 1988’e kadar 18 yıl boyunca Haldun Simavi ile birlikte Veb Ofset’in başında çalışır. Köşesinin başlığı “Düdüklü Tencere”dir. Bu, Haldun Simavi’nin babası Sedat Simavi anısına verdiği bir isimdir. Baba Simavi, Hürriyet’teki köşesinde o dönem mutfaklara giren düdüklü tencere yazısı yazınca, Babıâli’nin eski kalem erbabı tarafından çok eleştirilecek, ama buna aldırmayacaktır. Zincirkıran da köşesinde Baba Simavi geleneğini sürdürerek 22 yıl boyunca basit-kısa cümlelerle halkın dertlerini köşesine taşır.
Zincirkıran Günaydın’da köşe yazarlığı dışında, önemli haber ve röportajlara da imza atar. Fransa’da İran İslâm Devrimi lideri Humeyni ile konuşur. Sunay ve Ecevit’in Rusya gezilerini izler. Nixon’un Romanya gezisini en iyi veren o olur. Celal Bayar’a hatıralarını anlattırır. Röportajları, genç gazetecilere ders gibidir. Günaydın, o yıllarda 700-800 binlik satış rakamlarına ulaşan, kolay okunan, haberleri fotoğraf ağırlıklı veren, önemli bir gazetedir. Gazete aynı zamanda bir okuldur. Sonraki dönemde Türk basınına ağırlığını koyacak birçok isim burada yetişir. Örsan Öymen, Aydın Öztürk, Melih Aşık, Hasan Cemal, Erdoğan Alkan, Erdoğan Arıpınar, Koray Düzgören, Necati Doğru, Reşit Aşçıoğlu, Orhan Bursalı, Can Pulak, Can Aksın, Teoman Orberk, Ahmet Örs, Tanju Akerson, Ahmet Korulsan, Ali Acar, Teoman Erel ve daha birçok genç… Çalışanlar, ağırlıklı olarak “sol” gelenekten gelen gazetecilerdir. O sırada Günaydın İstihbarat Şefi olan eski polis muhabiri rahmetli Ahmet Vardar ara sıra haber merkezine girip “Çalışın komünistler!” diye bağırarak onlarla eğlenir.
ANKA Ajansı da Günaydın yönetiminin desteğiyle Örsan Kardeşler tarafından kurulur. Oradan geçen gazeteciler de az değildir: Uğur Mumcu, Derya Sazak, Uluç Gürkan, Yazgülü Aldoğan, Füsun Özbilgen, Eşref Erdem, Adem Yavuz, Varlık Özmenek…
Zincirkıran’ın Günaydın’da resimaltı yazmayı öğrettiği Hasan Cemal de, 1980 sonrası Cumhuriyet’in Ankara büro şefliğinden genel yayın yönetmenliğine terfi edecektir. Hasan Cemal, Cumhuriyet’in başındayken haber ve manşette olduğu kadar resimaltlarına büyük önem verecek, titizlenecek ve sık sık fırça atacaktır. Hatta o kadar ki, Cumhuriyet’in o dönemdeki afacan delikanlısı Ümit Kıvanç, sonradan Aşkım Bana Resimaltı kitabını yazacaktır.
Yine Kıbrıs yine etkili gazetecilik
1974 Kıbrıs çıkarması sırasında Zincirkıran’ın başında olduğu Günaydın çok etkili bir yayın yapar. Günaydın muhabiri Ergin Konuksever makineli tüfekle omuzundan vurulur. Ölümden döner. Eski Günaydın, yeni ANKA muhabiri Adem Yavuz ise Türkiye’ye ağır yaralı getirildikten sonra şehit düşer. Adı onlarca sokağa ve durağa verilir.
1978’de Necati Zincirkıran, Haldun Simavi’den biraz izin ister. Köşe yazıları sürer ama her gün fiilen yazıişlerinin başında olmayacaktır. Zincirkıran 1978’de Veb Ofset ve Günaydın’daki hisselerini de satarak çekilir. Zincirkıran bundan sonra her fırsatta soluğu 14 metrelik teknesinde alacak ve denize açılacaktır.
Zincirkıran 12 Eylül 1980 darbesini de teknede, Marmaris kıyılarında öğrenir. Darbelerden ve askerlerle muhatap olmaktan pek hoşlanmayan Haldun Simavi için zor günler başlamıştır. Evren’in gazete patronları ile yaptığı gezilere zoraki katılır. 1984 Kasım’ında Günaydın’da Haldun Simavi ile Rahmi Turan arasında bir kriz patlar. Rahmi Turan 40 kişilik bir ekiple ayrılıp İstanbul’da gazete kurmaya çalışan İzmirli basın patronu Dinç Bilgin’in yanına gider. 400- 500 binlik tirajı yakalayacak Sabah gazetesi böyle doğacaktır. 1986’da bu defa Dinç Bilgin ile anlaşamayan Rahmi Turan ekibiyle birlikte Günaydın’a döner. Ancak Haldun Simavi’nin işlerine karışmamasını, hatta yazıişlerine bile girmemesini ister.
Haldun Simavi sahneden çekiliyor
Haldun Simavi 1988’de, Özal’ın Türk basınına sokmaya çalıştığı Kıbrıslı milyarder Asil Nadir’e Günaydın grubunu 40 milyon dolara satarak basından tamamen çekilir. Asil Nadir’in Polly Peck imparatorluğu, Türk basınına girdikten 2 sene sonra çöker. İngiltere’de sahtekarlık ve “insider trading” suçlamalarına uğrayan Nadir bir süre hapis yatar. Zincirkıran’a göre Türkiye’de basın macerasına girmese, bunların hiçbiri başına gelmeyecektir.
1991’de Dinç Bilgin, Zincirkıran’dan Sabah grubuna gelip ağabeylik yapmasını ister. İkitelli’de çok modern Sabah Plaza-ATV tesisini kuran Dinç Bilgin’in yükseliş yıllarıdır. Zafer Mutlu yönetimindeki Sabah, promosyon savaşları eşliğinde Hürriyet’i de geçmiş, nazar boncuklu logosu ile en çok satan gazete unvanını kapmıştır. Zincirkıran o sırada 470 bin satan Bugün gazetesinde “Pencere” başlıklı köşesinde ve Avrupa Sabah’ta başyazılar yazar.
Erol Simavi de Hürriyet’i satıyor
Erol Simavi 1994’te Hürriyet’i Aydın Doğan’a satar. Gazetenin 70 milyon dolarlık borcunu üstlenen Doğan, Erol Simavi’ye de 70 milyon dolar ödeyerek Hürriyet’i 140 milyon dolarlık bir bedelle alır. Abdi İpekçi’nin ölümünden sonra 1979’da Milliyet’i alan Aydın Doğan, o yıllarda yükselen basın patronudur. Doğan Grubu, Hürriyet ve Kanal D, CNN Türk gibi televizyonlarla birlikte gerçek bir medya imparatorluğuna dönüşür. Aydın Doğan, çeşitli siyasi baskılarla 2011’de Milliyet’i, 2018’de Hürriyet’i Demirören Grubu’na satıp devrederek medyadan tümüyle çekilir.
Erol Simavi 2015’te Monaco’da 85 yaşında vefat eder. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Kanlıca’daki aile mezarlığında babası Sedat Simavi’nin yanına defnedilir. Dinç Bilgin’in basın imparatorluğu da 2000’li yıllarda Etibank soruşturmalarıyla çöker. Necati Zincirkıran medyada Simavi, Asil Nadir, Dinç Bilgin imparatorluklarının yükseliş ve çöküşünü içerden izlemiş ender bir gazetecidir. Doğan İmparatorluğu’nun tasfiyesini de dışardan izler.
Necati Abi ile zarif eşi Neriman Hanım’ın çay ikramı eşliğinde 3 saati aşkın konuşuyoruz. O şimdi, “bir zamanlar dutluk olan” Esentepe Gazeteciler Sitesi’ndeki mütevazı evinde yaşıyor.
Necati Abi ile bakışıp gülümsüyoruz. Sormasam ayıp olacak! “Abi bugünkü gazetecilik için ne düşünüyorsun?”
Arkasına yaslanıyor, “70 yıllık meslek hayatımda basını bu kadar özgürlükten yoksun, korku içinde görmedim” diyor. “Artık haber falan yapılmıyor… Gazetecilik iğdiş edildi. Basının kıymet-i harbiyesi kalmadı”.
Söyleşinin sonuna doğru bir an yerinde doğruluyor, omuzları dikleşiyor. Sesinde göklerden gelen ilahi emri aktaran tok bir şaman tınısıyla ağzından şu cümleler dökülüyor:
“İnsana dair her şey haberdir. Halk merak eder, hakikati ister. Halkın derdi-sıkıntısı çok. Bunların peşine düşeceksin. Hakikatı arayacak, bulacak ve yazacaksın. Halkın anlayacağı gibi yalın ve anlaşılır şekilde… Doğru yazacaksın. Cesur olacaksın. Halkı aldatmayacaksın. Güzel hikaye olacak, güzel başlık, güzel foto bulacaksın. Kağıtta da olsa, ekranda da olsa, bilgisayarda da olsa haber haberdir… Gazetecilik budur…”
İçimde bir sevinç kıpırtısı…