Ocak
sayımız çıktı

Gazetelerin haber yaptığı, gazetecilerin iktidar sarstığı bir dönemin duayen ismi

Bir zamanlar Hürriyet’in efsane kaptanı Necati Zincirkıran bugün 92 yaşında. Gazetesini 1 milyon satışın üzerine çıkarmış bir genel yayın yönetmeni. Türk basınında, Simavi-Asil Nadir-Dinç Bilgin imparatorluklarının yükseliş ve çöküşlerine içeriden tanıklık etmiş bir ‘kara kutu’. 70 yıllık gazetecilik mesleğinde, Türkiye’yi ve dünyayı sarsan hadiseleri, haberleri, iz bırakan kişileri anlatıyor…

O yaşayan bir gazetecilik efsanesi. Necati Zincir­kıran. 92 yaşında. Dim­dik ayakta. Kışın İstanbul’da, yazın Göcek’te teknesinde yaşı­yor. Hürriyet’i 1969’da 1 milyon tiraja “vurduran” genel yayın yönetmeni. Şimdi derinlerde bir yerde gibi duran Türk bası­nının kara kutusu. Haber deyin­ce, manşet deyince, gözlerinde hâlâ şimşekler çakan bir gazete gurusu…

Onunla konuşurken içimde bir his… Sanki bana gazetecili­ğin gömülü hazinesinin yerini söyleyecek… Şifresini verecek… Gazetecilik ışıl ışıl parlayacak… Manşetler gökyüzündeki ekran­lara yazılacak… Her şey deği­şecek… Medya, Türkiye, dünya…

Hürriyet’in kurucusu Sedat Simavi’nin oğullarına ve ge­lecek kuşaklara bıraktığı altın öğüdü, “Kalemini kır, fakat sa­kın satma” sözlerini onun ağ­zından dinleyen son iki tanık­tan biri Zincirkıran… Diğeri de bugün 96 yaşında olan ve Lond­ra’da yaşayan Haldun Simavi!

Necati Zincirkıran hak bel­lediği gazetecilik yolunda, Türk basınının en fırtınalı sularında, kalemini satmadan, dümenini kırmadan sonuna kadar yelken basıp gitmiş bir isim.

Hürriyet’in efsanevi genel yayın yönetmeni Necati Zincirkıran, Esentepe’deki mütevazı evinde Kerem Çalışkan’a konuştu.

Gemi, dümen, yelken, ro­ta deyince… Biliniz ki bunlar Kaptan Zincirkıran’ın işidir. O Türkiye ve İngiltere’de denizci­lik okullarından mezun olmuş, ehliyetli bir uzun yol kaptanıdır aynı zamanda. Askerliğini Ka­radeniz’de AB-9 avcı botu ko­mutanı olarak, Şile’den Bulgar sınırına kadar devriye gezerek yapmıştır. Fırtınalara alışkındır.

1960’ta, henüz 30 yaşında, o zamanlar Türk basınının amiral gemisi olan Hürriyet’in kaptan köşkünde dümeni eline alınca, bir an bile şaşırmadan, tered­düt etmeden, “Tam yol ileri” di­yerek, Türkiye’nin en çalkantılı yıllarında, kamuoyunda yarattı­ğı dalgalarla yükselmiş bir isim. Necati Kaptan’ın 70 yıllık basın macerasını izlerken rotayı şa­şırmamak için önce onun seyir defterinde, yıllar içinde uğra­dığı “basın adaları”nın listesini verelim: Hürriyet (1950-1969), Günaydın (1969-1990), Sabah (1991-2004). Zincirkıran, yarım yüzyıl boyunca Türk basınının hep tepe noktalarındadır.

Haldun Simavi’nin yetiştirdiği delikanlı

Baştan söyleyelim: Necati Zin­cirkıran, Türk basın dünyası­nın en akıllı, en zeki, en yaratıcı, ama aynı zamanda en huysuz ve mükemmeliyetçi patronu ola­rak bilinen Haldun Simavi’nin seçip eğittiği, güvendiği ve gaze­telerini emanet ettiği yegane ge­nel yayın yönetmenidir. Haldun Simavi de, Zincirkıran’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı yegane patronudur.

Yaklaşık 20 yıl Hürriyet’te, 20 yıl da Günaydın’da Haldun Simavi ve Zincirkıran günlük sıkı temas içinde çalışmışlar­dır. Dile kolay 40 yıl. Uyumlu bir ikilidirler. Birbirlerine karşı ağızlarından kötü ve kırıcı bir sözcük çıkmamıştır. Halen de aynı dostluk ve arkadaşlık çer­çevesinde zaman zaman görü­şürler. Bu, bizim basınımızda zor rastlanan bir liyakat tescili­dir. Evrensel ölçülerde yüksek standarttır.

Genç Necati, daha 50’li yıl­larda gazetecilik başarıları ne­deniyle Baba Sedat’tan iki unu­tulmaz ödül alır. Biri bir zarf içinde hayatında ilk kez gördü­ğü mor binlik, diğeri bir İtalyan kravat. Mor binliği (1.000 TL), maaşı 200 TL olan genç gazete­ciye atlatma bir röportaj nede­niyle verir Baba Simavi; kravatı da Kıbrıs ve Makarios röportaj­ları nedeniyle…

Kıbrıs’ta bir cesur gazeteci

Kıbrıs, Sedat Simavi için bir millî davadır. Bu dava 50’li yıl­larda Hürriyet’te bayraklaşır. 1953’te DP iktidarının Dışişle­ri Bakanı Fuat Köprülü “Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yok­tur” deyince Baba Simavi erte­si gün Hürriyet’te “GAFLET” diye manşeti çakar. Köprülü, Simavi’yi mahkemeye verir. Si­mavi 1953 Ekim’inde mahke­meye çıkar. Yarı felçlidir. Gözü yaşlı, ama başı dik “Ben ceza yesem de, zaman beni haklı çı­karacaktır” der.

Türkiye’ye Hürriyet gibi bir gazeteyi armağan eden gazeteci Sedat Simavi, bu ağır stres al­tında, o mahkemeden 2 ay son­ra 11 Aralık 1953’te 57 yaşında vefat eder. Yaşasa ceza yiyecek­tir; ama zaman onu haklı çıka­rır. Zincirkıran “Simavi iktidara o manşeti atmasa Kıbrıs git­mişti” der. Türkiye bugün Kıb­rıs üzerinden Doğu Akdeniz ve Libya’ya uzanan sularda Mavi Vatan iddiasını sürdürüyorsa, bunu Sedat Simavi’nin iktida­rın yanlışlarını yüzüne vuran gazetecilik cesaretine borç­ludur. DP iktidarı daha sonra Hürriyet sayesinde halkın da sahiplendiği Kıbrıs meselesine sahip çıkar. Başbakan Mende­res ve yeni Dışişleri Bakanı Fa­tin Rüştü Zorlu, Kıbrıs’ta Tür­kiye’nin garantörlüğü tanına­na kadar büyük bir diplomatik savaş verir. Simavi gafleti önle­miştir.

Zincirkıran, Ortadoğu’dan bildiriyor 1952 sonbaharında
Zincirkıran’ın “Menfaatlerin
Çatıştığı Orta Şark” başlıklı dizi röportajı 10 gün boyunca Haldun Simavi’nin (altta) mizanpajı ve başlıklarıyla yayımlanır.
Zincirkıran 1957’ye kadar Kahire merkezli Hürriyet muhabiri olarak Ortadoğu’da cirit atar (üstte).

Baba Sedat’ın Kanlıca’da büyük törenle toprağa veril­diği gün, ilk oğlunun doğum müjdesini alan Zincirkıran ona hemen Sedat ismini koyar. 1950’den itibaren Hürriyet’in başında fiilen Sedat Bey’in 25 yaşındaki oğlu Haldun Simavi vardır. Haldun Simavi ABD’de gazetecilik eğitimi ve stajı gör­müş; zeki, yetenekli ve mükem­meliyetçi bir gazetecidir. Genç­tir, hırslıdır, yeniliklere ve mo­dern teknolojiye açıktır. İlginç ve karizmatik bir kişiliği vardır. Sekreter ve şoför kullanmaz. Herkese “Yavrum…” diye hitap eder. Akıllı adamları sever, ap­tallardan nefret eder. Sert eleş­tirileri “fırça” niteliğindedir.

Baba Sedat’ın fotoğraf ağır­lıklı halk gazetesi olarak tasar­ladığı Hürriyet, daha o yıllarda dönemin en büyük gazetesi 40 bin tirajlı Cumhuriyet’i çoktan sollamış, 100 binlik net satışı geçmiştir.

‘Pıt-pıt Necati’ Ortadoğu’da

Genç Necati 1950’de 21 yaşında Yeni Sabah’ta haber yazma ve İngilizce sınavını geçer; Beyoğ­lu muhabiri olarak gazeteciliğe başlar. 3 ay içinde haberleriyle o kadar dikkati çeker ki, Hürri­yet’e transfer olur. O dönemde hızlı koşuşturması nedeniyle, “Pıt-Pıt Necati” veya “Küçükoğ­lan” diye anılır. Bu delikanlıda­ki gazetecilik cevherini erken farkeden Haldun Simavi onu sürekli Kıbrıs’a, Ortadoğu’ya, farklı ülkelere röportajlara yol­lar. Bir ara ABD’ye gazetecilik eğitimine de gönderir. Hürri­yet’e ilk daktilo genç ve acar muhabir Necati için alınır. İlk tele-foto da o yıllarda Hürri­yet’e girer.

1952 sonbaharında Zincir­kıran’ın “Menfaatlerin Çatıştığı Orta Şark” başlıklı dizi röpor­tajı 10 gün boyunca Haldun Si­mavi’nin mizanpajı ve başlıkla­rıyla yayımlanır. Simavi, genç muhabirin getirdiği malzeme­yi övmekten de kaçınmaz. Zin­cirkıran 1957’ye kadar Kahi­re merkezli Hürriyet muhabi­ri olarak Ortadoğu’da cirit atar. Gitmediği ülke, görüşmediği lider, el atmadığı sorun kalmaz. Örneğin 1954’te Mısır’da dar­beyle başa geçen Atatürk hayra­nı Nasır ve subaylarının, destek aradıkları Türkiye nezdinde nasıl hayalkırıklığına uğradık­larına bizzat tanıklık eder (70’li yıllarda Suriye’de terör estiren Müslüman Kardeşler’e deste­ğin Ecevit-Erbakan koalisyonu döneminde Türkiye üzerinden geldiği bilgisini Ecevit’e Zincir­kıran iletir. Ecevit’in ricası ile haber girmez. Ecevit sonradan, ülke başsız kalmasın diye koa­lisyonu bozmadığını Zincirkı­ran’a söyleyecektir). Nasır’ın milliyetçi-hürriyetçi Arabın Sesi radyosu o yıllarda gerçek “Arap Baharı” rüzgarları estirir. Zincirkıran Irak’ta Kral Faysal, İran’da Musaddık, Ürdün’de Kral Tallal, Tunus’ta Burgiba, Cezayir’de Bin Bella ile röpor­tajlar yapar. Filistin mülte­ci kamplarına ilk giren yine odur. Bu kamplarda Türkiye’yi ABD-İsrail yanlısı olmakla suç­layan feryatları da Türkiye Zin­cirkıran’ın kaleminden öğrenir. ABD’nin o yıllarda Türkiye’ye Arap NATO’su (MEDO) kur­durma çabasını da genç gazete­ci sayfalara yansıtır.

1956 Arap-İsrail savaşında, Zincirkıran’ın 20 metre önün­de giden araç vurulur. Zincirkı­ran’ın arkadaşı Magnum Ajansı sahiplerinden ünlü foto muha­biri David Seymour ve Jan Roy orada can verirler. Zincirkıran o gün şanslıdır. Türk basını bir daha hiçbir zaman, Zincirkıran ve Hürriyet’in o yıllarda ilgilen­diği kadar Ortadoğu ile ilgilenip haber yapmayacaktır.

16 Mart 1953’te Zincirkıran, Neriman Hanım ile evlenmiş­tir. O sırada Çanakkale’de dep­rem olur ve genç çift balayını, depremden hâlâ sarsılan bir otel odasında Çanakkale’de ge­çirir. O sırada Dumlupınar de­nizaltı faciası da yaşanır ve Ça­nakkale’de balayı yerine zorun­lu mesai başlar. Genç gazeteci haber peşinde koşarken, eşi de bu tempoya alışacaktır.

Ölümün nefesini defalarca hissetti
Pek çok meslektaşı gibi Necati Zincirkıran da zaman zaman mesleği nedeniyle ölümle burun buruna gelmişti. 1956’da Ortadoğu’da muhabirlik yaptığı sırada 20 metre önünde giden araç vurulmuştu. 1959’da ise Menderes’in düşen uçağına binmekten son dakikada vazgeçmişti. Kaza yerinden ilk fotoğraflar onun imzasını taşır.

6-7 Eylül hadiseleri ve Menderes’in uçağı

1955’te İstanbul’da 6-7 Eylül olayları yaşanır. “Atatürk’ün evini bombaladılar” kışkırtması ile başlayan ve esas olarak Rum vatandaşları hedef alan saldı­rıları Zincirkıran adım adım izler. Kalabalığın elinden “bu polistir” diye kurtardığı Em­niyet Müdür Muavini Orhan Eyüpoğlu, daha sonra İçişleri Bakanı olunca, Başbakan İnönü’ye “Necati o gün benim ha­yatımı kurtardı” diyecektir.

1957’de yılında Haldun Si­mavi, Zincirkıran’ı Ankara Bü­ro’nun başına getirir. Onu Ge­nel Yayın Yönetmenliği için adım adım hazırlamaktadır. Zaten o göreve yollarken bunu da söyler.

1959’da Necati Zincirkı­ran Hürriyet Ankara Temsil­cisi olarak Kıbrıs görüşmele­rini izlemek için Menderes ile birlikte Zürih’tedir. Bu Türki­ye’ye 1974’te Kıbrıs’a müdahale hakkı veren Londra Antlaşma­sı’nın müzakere safhasıdır. Zin­cirkıran, Zürih’teki öngörüş­melerden sonra, Menderes’in “Ankara’dan birlikte Londra’ya gideriz” davetine rağmen, An­kara’ya dönmez. Londra’ya son imzadan önceki görüşmeleri iz­lemeye gider. Başbakan Mende­res’in uçağı 17 Şubat 1959 günü Londra’ya inerken pilotaj hatası sonucu Surrey Ormanı’na dü­şer. 15 kişi kazada ölür. Mende­res bir mucize sonucu kurtu­lur. Zincirkıran uçakta olmadığı için şanslıdır.

O sırada Londra’da olan Zincirkıran, bu vahim olaydan sonra hemen kaza yerine gider. Kazanın dumanı tüterken çek­tiği fotoğrafları Hürriyet’e yol­lar. Kaza yerinde Menderes’in Bally marka ayakkabısını ça­murda bulur ve onu da yayım­lar. Hastaneye girerek, kazadan kurtulanların ağzından heye­canlı izlenimleri Türk okuruna aktarır. Hürriyet yine diğer ga­zetelere fark atar.

Hürriyet, 1962’de Albay Talat Aydemir’in darbe girişimi karşısında “Demokrasi tehlikede, Ankara’da isyan” manşetini atması, darbecileri duratlatmıştı (üstte).
1953’te ise Fuat Köprülü’nün “Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yok” açıklaması “GAFLET” manşetiyle haberleştirilmişti. Köprülü, Simavi’yi bu manşet nedeniyle mahkemeye vermişti (altta).

Zincirkıran, Kıbrıs için ha­yatını ortaya koyan Mende­res’in ve büyük mücadele veren Zorlu’nun bu olaydan 2 sene sonra idam edilmelerini, tari­hin talihsiz bir sahnesi olarak esefle anar. 1960’daki askerî darbe sırasında da Zincirkıran yine olayların içinde, göbeğin­dedir. Hürriyet Ankara Temsil­cisi olarak Eskişehir’de Mende­res’i izler. Menderes, Eskişehir Şeker Fabrikası toplantı salo­nunda rektörlere “kara cübbe­liler” diye yüklendiği ünlü ko­nuşmasını yapar. Zincirkıran haberi telefonla yazdırır. Ertesi gün Menderes yola çıkmışken, sabaha karşı müdahale baş­lar. Zincirkıran şimdi de askerî darbenin içinden adım adım sa­at saat haber geçecektir.

30 yaşında, Hürriyet’in başında

1960 darbesiyle Türkiye’de ye­ni bir dönem başlar. Zincirkı­ran 1960 Eylül ayında Haldun Simavi tarafından Hürriyet’in başına getirilir. Şimdi hem 30 yaşındaki Zincirkıran hem de Hürriyet için yeni bir dönem başlamaktadır. Gazetenin ba­şına geçince, Ankara Büro’nun başına da o sırada Bonn’da ba­sın ataşesi olan Cüneyt Arcayü­rek’i getirir. Arcayürek, Zincir­kıran’a göre doğuştan gazeteci olanlardandır. Zincirkıran-Ar­cayürek ikilisi günde en az 9-10 defa telefonla konuşan müthiş bir eküri olurlar. Patlattıkları haberlerle Türkiye’yi sallarlar. Arcayürek daha sonra bu döne­mi “Gazete sanki bizimmiş gibi çalışıyorduk” diye anlatacaktır.

22 Şubat 1962’de Necati Zincirkıran hayatının en önem­li gazetecilik sınavı ile yüzyü­ze gelir. Ankara’da Albay Talat Aydemir ve Albaylar Cuntası, İnönü hükümetine karşı darbe girişimi başlatır. Patron Haldun Simavi yurtdışındadır. Görüş­me imkanı yoktur. Zincirkıran demokrasiyi savunma ve dar­beye karşı çıkma kararı verir. Yazıişlerini toplar, Ankara’ya talimat yollar. Telefonlar kesik­tir. Arcayürek, Bursa üzerinden haber ve foto geçmeyi başarır. Hürriyet ertesi gün “Demokra­si tehlikede, Ankara’da isyan”­manşetiyle çıkar. Türkiye’nin en büyük gazetesinin karşı çı­kışı darbecileri duraklatır. Giri­şim engellenir, darbeciler yargı­lanmadan emekli edilir.

Talat Aydemir bir süre son­ra İstanbul’da Necati Zincir­kıran’ı ziyarete gider. Bu bir tehdit ziyaretidir. O manşetin kendilerini sarstığını, ancak bir dahaki sefere buna fırsat bulamayacaklarını söyler Zin­cirkıran’a… Aydemir 21 Ma­yıs 1963’de Ankara’da ikinci kez darbe girişimi başlatır. Bu da bastırılır. Aydemir ve Fethi Gürcan idam edilir.

Demirel, Johnson ve 68 kuşağı

1964’te Adalet Partisi’nin ba­şına Demirel geçer. Haldun Simavi’yi de ikna eden Zincir­kıran, AP kongresi öncesi Hür­riyet’te “Barajlar Kralı” adı al­tında Demirel’e destek verir. 60’lı yıllar ünlü “Johnson Mek­tubu”nu Hürriyet’in manşet­ten verdiği yıllardır. 1964’teki Kıbrıs olayları sırasında ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye bir tehdit mektubu yazmıştır; Amerikan silahları­nın Kıbrıs’ta kullanılamayaca­ğını öne sürer. Bu mektup daha sonra Meclis’te gizli bir celsede okunur.

Olayın peşine düşen Zincir­kıran, Arcayürek’ten bu mek­tubu mutlaka bulmasını ister. Arcayürek için o yıllarda Anka­ra’da “imkansız” yoktur. Mektu­bu, Dışişleri’nden eski bir arka­daşına telefonda okutturmayı başarır. Teybe alır. Kaseti Hür­riyet dağıtım kamyonu şöförü ile elden Zincirkıran’a yollar. Zincirkıran 13 Ocak 1966’da mektubun tam metnini Hürri­yet’te manşetten yayımlar. Tür­kiye ve dünya birbirine girer. Bütün dengeler değişir. Hükü­met 2 gün sonra İnönü’nün o zaman Johnson’a yolladığı ce­vap mektubunu da yayımlamak zorunda kalır. Bu mektup, İnö­nü’nün “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de orada yerini alır” dediği ünlü mektuptur.

Balayında bile haber peşinde 16 Mart 1953’te, Neriman Hanım ile evlenen Necati Zincirkıran, balayını geçirdiği Çanakkale’de
deprem olması, üstüne Dumlupınar denizaltı faciasının yaşanmasıyla balayı yerine zorunlu mesai yapar.

Johnson mektubu, Türki­ye’de bir kırılma yaratır. Ülkede anti-Amerikan rüzgarlar esme­ye başlar. Daha sonra Amerikan emperyalizmine karşı sokağa dökülecek olan 68 kuşağının ce­binde Johnson mektubu vardır. Zincirkıran, salt gazetecilik faa­liyetinin, bir ülkenin toplumsal uyanışını nasıl tetiklediğinin çarpıcı bir örneğini vermiştir.

Anneler Günü kutlaması­nı başlatırlar, liselerarası bilgi yarışması düzenlerler. Küçük ilanlar büyük ilgi çeker. “Altın Mikrofon”da ses sanatçılarını halka seçtirirler. Yıldırım Gür­ses’ten Cem Karaca’ya, Ferdi Özbeğen’den Edip Akbayram’a bir dizi sanatçı bu yarışmayla ünlenir.

Demirören’in medyaya girişi

Bugün Hürriyet’in sahibi olan Demirören Grubu’nun merhum patronu Erdoğan Demirören’i 60’lı yıllarda basın dünyasına bir ucundan sokan da Zincirkı­ran’dır. Kamyon yedek parçası ticareti yapan bu genci, o sırada Hürriyet’in kamyon dağıtım fi­losunun başına getirir. Hürri­yet şoförleri, o yıllarda pilotlar­la yarışan birer efsanedir. Saate karşı yarışan, sabah erkenden insanlara gazeteye yetiştirmeye çalışan şoförlerden can veren­ler de olur. Zincirkıran onları motive ederek fotoğraf makine­si vermiş; hepsini ayrıca bölge­lerden haber taşıyan şoför-mu­habir de yapmıştır.

Simavi ailesi ve ayrılıklar

Türkiye’de toplumsal mücade­lenin doruğa tırmandığı 1968, Hürriyet’teki Simavi İmpara­torluğu’nda kardeşler arasında ayrılığı da getirir. Bu, impara­torluğun çöküşü ve dağılışının da başlangıcı olacaktır. Haldun ve Erol Simavi, babalarının ölü­münden sonra 14 yıl boyunca birlikte çalışmışlardır. Haldun gazetenin başındadır, her şe­yidir. Erol Simavi ise daha çok idari işlere bakar. Aralarında görünen bir sürtüşme ve reka­bet yoktur. Erol ağabeyine dai­ma saygılıdır.

1953’te Belma Hanım ile ev­lenen, Sedat ve Saffet adlı iki oğlu olan Erol Simavi o sıralar 35’ini geçmiştir. Para ve güç, basının gölgedeki imparato­runu kışkırtmaktadır. Ağabeyi Haldun ise bu ortamda ayrılma kararı verir. İki kardeş arasında bir protokol imzalanır. Haldun Simavi, Hürriyet’i kardeşine bı­rakır. Kendisi çeşitli gazete ve dergileri yayımlayan Veb Of­set’i alır. Erol, ağabeyinin yeni bir gazete çıkarmayacağı şartını da protokole koyar.

1 milyon tirajlı manşetler 1960’ların sonu Hürriyet’in manşetleriyle gündem belirlediği dönemdir. 1969’da gazete, satışını 1 milyonun üzerine çıkarmayı başarır.

Ve Günaydın…

Ancak Haldun Simavi’nin ka­fasında yeni bir gazete “icat et­mek” vardır. Bu gazete Günay­dın’dır. Haldun Simavi fazla okumaktan hoşlanmayan Türk halkına fotoğraf ağırlıklı bir ga­zete hazırlar. Necati Zincirkı­ran’dan Hürriyet’te kalıp karde­şine destek olmasını ister. Bir de ondan Günaydın’ı derleyip toparlayacak genç bir gazeteci bulup kendisine göndermesini ister. Zincirkıran, Hürriyet spor servisinde gazeteciliğe başla­yan Rahmi Turan’ı Haldun Si­mavi’ye yollar. Bugün Sözcü’de yazan Rahmi Turan, “Tirajla­rın Efendisi” sıfatını kazanacak ve magazin ağırlıklı gazetecilik ekolünün öncüsü olacaktır.

1968 Kasım’ında Haldun Simavi yönetiminde basın dün­yasına giren Günaydın kısa sü­rede tutunur ve çok satmaya başlar. Hürriyet’te kalan Zincir­kıran ise, artık neredeyse pat­ron gibidir. Hürriyet’in man­şetleriyle gündem belirlediği yıllardır. 1969’da gazetenin sa­tışını 1 milyonun üzerine çıkar­mayı başarır. Bu, yüzde 6’larda bir iade ile inanılmaz, görülme­miş ve sonrasında da görülme­yecek bir satış rakamıdır.

Hürriyet’in kuruluşunun 21. yıldönümü olan 1 Mayıs 1969’da 1 milyon 100 binlik ti­rajı manşetten ilan ederler. Erol Simavi bunu kutlamak için Ayazağa’daki evinde gazete üst düzey yöneticilerine bir parti verir. Belma Simavi burada Ne­cati Zincirkıran’a özel bir zarf içinde bir adet “Hürriyet kuru­cu hissesi” takdim eder. Bu, çok büyük bir ödüldür.

Gazeteciliğin dünyayı değiştirdiği yıllar Zincirkıran ve Arcayürek ikilisinin 1966’da yayımladığı Johnson mektubu, ortalığı karıştırır; ülkede Anti-Amerikan rüzgarlar esmeye başlar. 68 kuşağının cebinde bu mektup vardır. Zincirkıran, gazetecilik faaliyetinin toplumsal uyanışı nasıl tetiklediğini gösterir.

Zincirkıran’dan Erol Simavi’ye veda

Ancak Zincirkıran’ın içinde kö­tü bir his vardır. Gazeteci sez­gisi ile “Bu işler böyle gitme­yecek, bir yerden başımıza bir bela gelecek” endişesi içinde­dir. Bela, eski 27 Mayısçı Orhan Erkanlı olarak gelir. O dönem­de sağ-sol çatışmaları içinde, 12 Mart 1971 askerî muhtırasına doğru hızla sürüklenen Türki­ye’de Erol Simavi, muhtemel bir askerî darbeye karşı kendi­sini ve Hürriyet’i güvence al­tına almaya çalışır. Bunun için bulduğu önlem, eski darbeci, 14’lerden Orhan Erkanlı’yı ön­ce idari müdür olarak gazeteye almak, sonra şartlara göre gaze­teyi ona teslim etmektir. Necati Zincirkıran, Cüneyt Arcayürek, müessese ve idare müdürleri buna isyan ederler. Ancak Or­han Erkanlı 1969 yazında “Pat­ron temsilcisi” gibi ilginç bir unvanla Hürriyet’e gelir. Bunun üzerine Necati Zincirkıran “Ar­tık size hizmet edemeyeceğim” diyerek Erol Simavi ile yollarını kırgın, ama dostça ayırır.

Ayrıldıktan sonra Zincirkı­ran, kendisine verilen Hürriyet kurucu hissesini de etik kaygıy­la Erol Simavi’ye iade eder. Erol Bey bu jeste karşılık 200 bin liralık bir çek yollar. Olayları iz­leyen Haldun Simavi, Zincir­kıran’a “Biraz dinlen, gel başla” der. İkili tekrar Günaydın’da buluşur. Zincirkıran, Günay­dın’ın ve Veb Ofset’teki diğer bir dizi yayının da başına geçer.

Bu arada Hürriyet’te işler karışmıştır. Orhan Erkanlı, Yas­sıada Komutanı Albay Tarık Güryay’ın anılarını büyük bir reklam kampanyasıyla gazetede yayımlatır. Hürriyet okuru bü­yük tepki gösterir. Hürriyet’in tirajı 1 milyondan hızla 300 binlere düşer. Erol Simavi pani­ğe kapılır ve ağabeyini yardıma çağırır. Haldun Simavi ve Ne­cati Zincirkıran bir defa daha Hürriyet’in kapısından girer ve eski odalarına otururlar. Onlar gelince Orhan Erkanlı tası-ta­rağı toplayıp gider.

Günaydın ile Demirel kavgası

O sıralarda Günaydın ve Hal­dun Simavi, Süleyman Demi­rel’in eşi Nazmiye Hanım’a da­ir incitici bir haber nedeniyle sert bir kavga içindedir. Erol Simavi, Hürriyet’in bu kavga­ya karıştırılmasına karşı çıkar. Bu kavgada kardeşinin kendi­sini desteklemediğini gören Haldun Bey küser ve yeniden Zincirkıran ile birlikte Günay­dın’a döner. Yollar bir defa da­ha ayrılır. Demirel’e yönelik 12 Mart 1971 askerî muhtırasın­da basındaki bu kavganın da kuşkusuz etkisi vardır. Demirel şapkasını alır gider. Haldun Si­mavi de kavgayı keser. Demirel ancak 1977’de bir yemekte Zin­cirkıran’ın yanına gelip onunla barışacaktır.

“Düdüklü Tencere” 22 yıl kaynadı

Zincirkıran 1970’den, Gü­naydın’ın Asil Nadir’e satıldı­ğı 1988’e kadar 18 yıl boyunca Haldun Simavi ile birlikte Veb Ofset’in başında çalışır. Köşe­sinin başlığı “Düdüklü Tence­re”dir. Bu, Haldun Simavi’nin babası Sedat Simavi anısına verdiği bir isimdir. Baba Si­mavi, Hürriyet’teki köşesin­de o dönem mutfaklara giren düdüklü tencere yazısı yazın­ca, Babıâli’nin eski kalem er­babı tarafından çok eleştirile­cek, ama buna aldırmayacaktır. Zincirkıran da köşesinde Baba Simavi geleneğini sürdürerek 22 yıl boyunca basit-kısa cüm­lelerle halkın dertlerini köşesi­ne taşır.

Zincirkıran Günaydın’da köşe yazarlığı dışında, önemli haber ve röportajlara da imza atar. Fransa’da İran İslâm Dev­rimi lideri Humeyni ile konu­şur. Sunay ve Ecevit’in Rus­ya gezilerini izler. Nixon’un Romanya gezisini en iyi veren o olur. Celal Bayar’a hatıra­larını anlattırır. Röportajları, genç gazetecilere ders gibidir. Günaydın, o yıllarda 700-800 binlik satış rakamlarına ula­şan, kolay okunan, haberleri fotoğraf ağırlıklı veren, önemli bir gazetedir. Gazete aynı za­manda bir okuldur. Sonraki dö­nemde Türk basınına ağırlığını koyacak birçok isim burada ye­tişir. Örsan Öymen, Aydın Öz­türk, Melih Aşık, Hasan Cemal, Erdoğan Alkan, Erdoğan Arı­pınar, Koray Düzgören, Necati Doğru, Reşit Aşçıoğlu, Orhan Bursalı, Can Pulak, Can Aksın, Teoman Orberk, Ahmet Örs, Tanju Akerson, Ahmet Korul­san, Ali Acar, Teoman Erel ve daha birçok genç… Çalışanlar, ağırlıklı olarak “sol” gelenekten gelen gazetecilerdir. O sırada Günaydın İstihbarat Şefi olan eski polis muhabiri rahmet­li Ahmet Vardar ara sıra haber merkezine girip “Çalışın ko­münistler!” diye bağırarak on­larla eğlenir.

ANKA Ajansı da Günaydın yönetiminin desteğiyle Örsan Kardeşler tarafından kurulur. Oradan geçen gazeteciler de az değildir: Uğur Mumcu, Derya Sazak, Uluç Gürkan, Yazgülü Aldoğan, Füsun Özbilgen, Eşref Erdem, Adem Yavuz, Varlık Öz­menek…

Zincirkıran’ın Günaydın’da resimaltı yazmayı öğrettiği Hasan Cemal de, 1980 sonra­sı Cumhuriyet’in Ankara büro şefliğinden genel yayın yönet­menliğine terfi edecektir. Ha­san Cemal, Cumhuriyet’in ba­şındayken haber ve manşet­te olduğu kadar resimaltlarına büyük önem verecek, titizle­necek ve sık sık fırça atacaktır. Hatta o kadar ki, Cumhuriyet’in o dönemdeki afacan delikanlısı Ümit Kıvanç, sonradan Aşkım Bana Resimaltı kitabını yaza­caktır.

Yine Kıbrıs yine etkili gazetecilik

1974 Kıbrıs çıkarması sırasında Zincirkıran’ın başında olduğu Günaydın çok etkili bir yayın yapar. Günaydın muhabiri Er­gin Konuksever makineli tüfek­le omuzundan vurulur. Ölüm­den döner. Eski Günaydın, yeni ANKA muhabiri Adem Yavuz ise Türkiye’ye ağır yaralı geti­rildikten sonra şehit düşer. Adı onlarca sokağa ve durağa verilir.

1978’de Necati Zincirkıran, Haldun Simavi’den biraz izin ister. Köşe yazıları sürer ama her gün fiilen yazıişlerinin ba­şında olmayacaktır. Zincirkıran 1978’de Veb Ofset ve Günay­dın’daki hisselerini de satarak çekilir. Zincirkıran bundan son­ra her fırsatta soluğu 14 metre­lik teknesinde alacak ve denize açılacaktır.

Zincirkıran 12 Eylül 1980 darbesini de teknede, Marmaris kıyılarında öğrenir. Darbelerden ve askerlerle muhatap olmak­tan pek hoşlanmayan Haldun Simavi için zor günler başlamış­tır. Evren’in gazete patronları ile yaptığı gezilere zoraki katılır. 1984 Kasım’ında Günaydın’da Haldun Simavi ile Rahmi Turan arasında bir kriz patlar. Rahmi Turan 40 kişilik bir ekiple ay­rılıp İstanbul’da gazete kurma­ya çalışan İzmirli basın patronu Dinç Bilgin’in yanına gider. 400- 500 binlik tirajı yakalayacak Sa­bah gazetesi böyle doğacaktır. 1986’da bu defa Dinç Bilgin ile anlaşamayan Rahmi Turan eki­biyle birlikte Günaydın’a döner. Ancak Haldun Simavi’nin işleri­ne karışmamasını, hatta yazıiş­lerine bile girmemesini ister.

Halkın gündemi, yalın ve anlaşılır Necati Zincirkıran gazetecilikle ilgili fikirlerini şöyle özetliyor: “İnsana dair her şey haberdir. Halk merak eder, hakikati ister. Halkın derdi-sıkıntısı çok. Bunların peşine düşeceksin. Hakikatı arayacak, bulacak ve yazacaksın. Halkın anlayacağı gibi, yalın ve anlaşılır şekilde…”

Haldun Simavi sahneden çekiliyor

Haldun Simavi 1988’de, Özal’ın Türk basınına sokmaya çalıştığı Kıbrıslı milyarder Asil Nadir’e Günaydın grubunu 40 milyon dolara satarak basından tama­men çekilir. Asil Nadir’in Polly Peck imparatorluğu, Türk bası­nına girdikten 2 sene sonra çö­ker. İngiltere’de sahtekarlık ve “insider trading” suçlamaları­na uğrayan Nadir bir süre hapis yatar. Zincirkıran’a göre Türki­ye’de basın macerasına girme­se, bunların hiçbiri başına gel­meyecektir.

1991’de Dinç Bilgin, Zincir­kıran’dan Sabah grubuna gelip ağabeylik yapmasını ister. İki­telli’de çok modern Sabah Pla­za-ATV tesisini kuran Dinç Bil­gin’in yükseliş yıllarıdır. Zafer Mutlu yönetimindeki Sabah, promosyon savaşları eşliğin­de Hürriyet’i de geçmiş, nazar boncuklu logosu ile en çok sa­tan gazete unvanını kapmıştır. Zincirkıran o sırada 470 bin sa­tan Bugün gazetesinde “Pence­re” başlıklı köşesinde ve Avrupa Sabah’ta başyazılar yazar.

Erol Simavi de Hürriyet’i satıyor

Erol Simavi 1994’te Hürriyet’i Aydın Doğan’a satar. Gazete­nin 70 milyon dolarlık borcu­nu üstlenen Doğan, Erol Sima­vi’ye de 70 milyon dolar öde­yerek Hürriyet’i 140 milyon dolarlık bir bedelle alır. Abdi İpekçi’nin ölümünden sonra 1979’da Milliyet’i alan Aydın Doğan, o yıllarda yükselen ba­sın patronudur. Doğan Gru­bu, Hürriyet ve Kanal D, CNN Türk gibi televizyonlarla bir­likte gerçek bir medya impa­ratorluğuna dönüşür. Aydın Doğan, çeşitli siyasi baskılar­la 2011’de Milliyet’i, 2018’de Hürriyet’i Demirören Gru­bu’na satıp devrederek medya­dan tümüyle çekilir.

Erol Simavi 2015’te Mo­naco’da 85 yaşında vefat eder. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Kanlıca’daki aile mezarlığında babası Sedat Simavi’nin yanına defnedilir. Dinç Bilgin’in basın imparatorluğu da 2000’li yıllar­da Etibank soruşturmalarıyla çöker. Necati Zincirkıran med­yada Simavi, Asil Nadir, Dinç Bilgin imparatorluklarının yük­seliş ve çöküşünü içerden izle­miş ender bir gazetecidir. Do­ğan İmparatorluğu’nun tasfiye­sini de dışardan izler.

Necati Abi ile zarif eşi Ne­riman Hanım’ın çay ikramı eş­liğinde 3 saati aşkın konuşuyo­ruz. O şimdi, “bir zamanlar dut­luk olan” Esentepe Gazeteciler Sitesi’ndeki mütevazı evinde yaşıyor.

Necati Abi ile bakışıp gü­lümsüyoruz. Sormasam ayıp olacak! “Abi bugünkü gazeteci­lik için ne düşünüyorsun?”

Arkasına yaslanıyor, “70 yıllık meslek hayatımda basını bu kadar özgürlükten yoksun, korku içinde görmedim” diyor. “Artık haber falan yapılmıyor… Gazetecilik iğdiş edildi. Basının kıymet-i harbiyesi kalmadı”.

Söyleşinin sonuna doğru bir an yerinde doğruluyor, omuz­ları dikleşiyor. Sesinde gökler­den gelen ilahi emri aktaran tok bir şaman tınısıyla ağzından şu cümleler dökülüyor:

“İnsana dair her şey haber­dir. Halk merak eder, hakika­ti ister. Halkın derdi-sıkıntısı çok. Bunların peşine düşecek­sin. Hakikatı arayacak, bulacak ve yazacaksın. Halkın anlayaca­ğı gibi yalın ve anlaşılır şekil­de… Doğru yazacaksın. Cesur olacaksın. Halkı aldatmayacak­sın. Güzel hikaye olacak, güzel başlık, güzel foto bulacaksın. Kağıtta da olsa, ekranda da olsa, bilgisayarda da olsa haber ha­berdir… Gazetecilik budur…”

İçimde bir sevinç kıpırtısı…