Kasım
sayımız çıktı

Doğduğu şehir Ankara’da büyükelçi oldu yıllar sonra

Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Hervé Magro, 1960 Ankara doğumlu bir diplomat. Pandemi sürecinde, 2020 ortasında göreve başlayan Magro; çocukluğundan gençliğine, tarih eğitimine ve Dışişleri kariyerine kadar Türkiye coğrafyası ve halkı ile içiçe yaşamış bir insan. Magro, Türk-Fransız kültürlerinin ortak kimyasını anlattı.

Sayın Büyükelçi; Ankara doğumlusunuz ve sonrasında diplomatik kariyerinize burada devam ettiniz. Bize çocukluğunuzun Türkiye’sinden ve bugünle ilişkisinden bahseder misiniz biraz?

Çocukluğum 1970’lerdeki bir Ankaralının çocukluğudur. Her ne kadar Fransız okuluna git­miş olsam da Türk kültürünün içinde, Türklerle birlikte bü­yüdüm. Dersler bittikten son­ra, sonu gelmeyen futbol ya da misket oyunları, ağaçlardan dut yemek için çıkılan şehir gezile­ri… Gündelik hayattaki tüm bu detaylar, muhteşem bir ülkeyi keşfetmeme de vesile oldu. Ay­rıca, şüphesiz ülkenin zengin tarihini keşfetmem ve sevmem, çocukluğumun kayıp bir cenne­ti olan Side seyahatleri sırasın­da gezdiğim harabeler ve antik tiyatro gezileri sayesinde oldu.

Daha geniş anlamda hiç kuşkusuz Türkiye, halkı ve ina­nılmaz tarihî zenginliği; iki ülke arasındaki karmaşık ve verim­li ilişkiler de dahil olmak üzere tarih algımı şekillendirdi. Tür­kiye-Fransa ilişkilerinin bir aktörü olmaktan ve geleceğe doğru, onun getireceği zorluk­lara rağmen birlikte ilerleyebil­memiz adına elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmaktan dolayı çok mutluyum.

Nasıl bir eğitim süreci geçirdiniz?

Gençliğimin bir kısmını Anka­ra’da geçirdim. Burada, Fran­sız mektebi “Küçük Okul”a (La petite école) gittim. Daha sonra, Charles de Gaulle Lisesi henüz yokken, Kızılay’da bulunan kül­tür merkezindeki koleje devam ettim. Lise eğitimim sürerken Fransa’ya gittim. Tarih alanın­da yüksek lisans diploması ve Ulusal Doğu Dilleri ve Medeni­yetleri Enstitüsü’nden (Institut National des Langues et Civili­sations Orientales) Türk dili ve uygarlığı alanında diploma aldı­ğım Sorbonne’da okudum. Daha sonra, Avrupa ve Dışişleri Ba­kanlığı’na giriş sınavındaki ba­şarım nedeniyle, eğitim henüz bitmeden bıraktığım Paris Si­yasal Araştırmalar Enstitüsü’ne (Institut d’Etudes Politiques) katıldım.

Bir tarihçi olarak, özellikle ilginizi çeken dönemler hangileri?

Her ne kadar antik döneme kar­şı bir zaafım olsa da hiç şüphe yok ki daha çok çağdaş dönem­lerle ilgilendim, ilgileniyorum. Antik dönem, özellikle Antalya bölgesinde Side, Perge, Aspen­dos ve diğer merkezler benim tutkum. Ancak kendimi diplo­masiye adadım ve uluslararası ilişkiler yolunu seçtim. Bu di­siplinin en büyük ustalarından Jean-Baptiste Duroselle ile ta­rih alanında yüksek lisans yap­ma ayrıcalığına sahip oldum. 1939-1940 arasında Lübnan merkezli Levant ordusunun Ba­kü’deki Sovyet petrol sahalarını hedef alması dolayısıyla Tür­kiye’yi de birinci dereceden il­gilendiren Kafkasya’ya yönelik Fransız projeleri üzerinde çalış­tım. Ayrıca bu çalışmalar, Fran­sa’daki 1. Dünya Savaşı travma­sının hâlâ ne kadar güçlü hisse­dildiğini anlamamı sağladı. Her zaman Versailles Antlaşma­sı’nın Almanya üzerindeki so­nuçlarından bahsederiz; ancak o zamanın Fransız politikasını, bu bir önceki savaşın dehşetine atıfta bulunmadan anlayamaya­cağımızı asla unutmamalıyız.

Daha sonra, diplomatik ar­şivler müdürüyken, özellikle Türkiye için çok önemli olan “1918-1923, Doğu’da Bitme­yen Savaş” (“1918-1923, à l’Est la guerre sans fin”) sergisinin hazırlık çalışmaları çerçeve­sinde, bu dönemle tekrar ilgi­lenme fırsatım oldu. Bu dönem hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu hem de Fransa ile ye­ni Türk makamları arasındaki ilişkilerin ilk temellerinin atıl­ması ve 21 Ekim’de 100. yılını kutladığımız Ankara Antlaş­ması bakımından çok önemli. Tarihsel eğilimlerin her zaman uzun vadede gözetilmesi gere­kir; tüm bunları hatırlayarak daha iyi-doğru ilerleyeceğimize inanıyorum.

Ankara doğumlu bir Fransız 1960 yılında Ankara’da doğan Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Hervé Magro, çocukluğunun Türkiye’sini sonu gelmeyen misket ve futbol oyunları, şehir turları ve Türkiye’nin zengin tarihini keşfettiği seyahatlerle hatırlıyor.

İstanbul ve Ankara sizin durduğunuz yerden nasıl görünüyor?

Bu iki şehri tam anlamıyla kar­şılaştırabileceğimizi sanmıyo­rum. İstanbul, asırlık tarihi ve istisnai coğrafi konumu nede­niyle sıradışı bir şehir. İnsan­ları, mimarisi, geçmişi, bugün gibi dün de yaşama biçimi ola­ğanüstü. Ankara ziyadesiyle farklı; ama benim için hep ço­cukluğumun en güzel yıllarının şehri olarak kalacak. Yaşama kolaylığı, misafirperver bir halk ve keşfedilmeyi bekleyen bir tarih… Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Hititler büyüleyici. Zaten burada doğmuş olmam­dan dolayı kuşkusuz taraflıyım!

Uzun yıllardır Türkiye’de çalıştınız, çalışıyorsunuz…

Kariyerim de burada başladı di­yebiliriz. Büyükelçilik Sekrete­ri olarak ilk diplomatik görevim 1988-1991 arasında Ankara’day­dı. Diğer birçok görevden sonra 2009’da, İstanbul Başkonsolosu olarak 2013’e kadar kalacağım Türkiye’ye döndüm. Son olarak Haziran 2020’de pandeminin ortasında, Fransa’nın Anka­ra Büyükelçisi olarak görevimi üstlenmek üzere -kapanmadan sonraki ilk Türkiye uçağına- Strasbourg’dan İstanbul aktar­malı olarak bindim. Döngü böy­lece tamamlandı!

Ankara büyükelçisi olarak İstanbul’a ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz?

İstanbul’a asla yeterince zaman ayıramayız!

Tabii düzenli olarak İstan­bul’a gidiyorum; ancak bugün orada, özellikle ekonomik veya kültürel alanda birimleri olan büyükelçiliğin hizmetlerinin gerçekleştirilmesinin yanısıra Fransız varlığını günlük olarak sürdürmenin ağır sorumluğu, İstanbul Başkonsolosu Olivier Gauvin’e ait.

Türkiye büyük bir ülke ve­İstanbul hâlâ ekonomi ve tu­rizmin merkezi. Ancak Türkiye nüfusunun yüzde 75’inden faz­lasını ve ülkenin gayrisafi yurti­çi hâsılasının üçte ikisini temsil eden diğer şehirleri, belediyele­ri ve insanları da düşünmek ve onlar için çalışmakla yüküm­lüyüz.

Türkiye ile Fransa’nın kesişim kümesi

Magro, Türkler ile Fransızların listeleyemeyeceği kadar çok ortak noktası olduğu görüşünde. “İyi şeylere olan sevgi, coğrafyaya bağlılık, tarihî miras üzerine çalışmak” ve elbette gastronomi merakı bu ortak noktalardan…

Yaşadığımız küresel salgın, sizin çalışma düzeninizi nasıl etkiledi, değiştirdi?

Bu salgın şüphesiz hepimi­zi derinden etkiledi. Görevime pandeminin ortasında başla­dım. Dünya genelindeki tüm kurumlarda olduğu gibi, bü­yükelçiliğimiz de pandeminin ortaya koyduğu yeni zorlukla­ra uyum sağladı. Uzaktan ça­lışma ve engelleyici tedbirler artık günlük hayatımızın ay­rılmaz bir parçası. Diplomasi zaten beklenmedik durumlara nasıl uyum sağlayacağını bil­mek, yeni bir ortama alışabil­mek ve ondan en iyi dersi çıka­rabilmektedir. Salgın hastalık bizlere yeniden derinlemesine adapte olabilme fırsatı da sun­du; bu zor koşullarda tüm çalış­maları çok iyi yöneten ekibime de müteşekkirim.

Sizce Türkler ve Fransızların ortak özellikleri, zevkleri var mı?

Listeleyemeyeceğim kadar çok ortak noktamız var. Mimaride, gastronomide, genel olarak sa­natta aynı zamanda sporda veya girişimcilikte olsun, iyi şeylere olan sevgimiz, iyi yapılan iş, or­tak noktamız. Coğrafyaya bağlı­lık, tarih ve tarihî miras üzerin­de çalışmak ortak noktalarımız. Elbette sofra sanatı bu alanın en iyi örneği.

Fransız ve Türk halklarının şimdiye kadar olan pandemi­nin üstesinden gelme biçimi; bu kriz esnasında kendimizde keş­fettiğimiz ortak noktalar olan fedakarlığımızı, dayanıklılığı­mızı ve uyum sağlama kabiliye­timizi de ortaya koyuyor. Fran­sa’da olduğu gibi Türkiye’de de hekimler ve sağlık çalışanları hepimize örnek oldu. İki ülke de bu kahramanlara borçludur; hem işlerini hem de işlerinden çok daha fazlasını yaptılar, ya­pıyorlar.