Kasım
sayımız çıktı

Köylü ve isyan mecburiyeti: ‘Celâlîyim, Celâlîsin, Celâlî’

Bozoklu Şeyh Celâl, 1519’da Tokat’ta Safevî desteği ve mezhep gayesiyle ayaklandı. Kendisinden sonraki her nevi halk katılımlı isyan; ister mezhep ister geçim davasıyla ortaya çıkmış olsun, onun adıyla anıldı: Celâlî. Küresel kuraklık, nüfus artışı, yerel beylerin baskısı, eşkıyalık, coğrafi keşiflerin getirdiği ekonomik güçlükler derken, olan sıradan insana olmuş; çileden çıkıp gemi azıya alan çiftçi, şehirli yahut göçer evli, tüfeği elinde bulmuştu.  

Yavuz Sultan Selim hâtı­rasına 1530’da bir tarih kaleme alan ve bunu Sü­leyman’a sunan Bitlisli Şükrî, âlemde düşmandan hiçbir eser yokken ve memleket emniyet içindeyken korkusuz bir adamın ortaya çıkıp kıyamet alameti gibi bir fesadı ülkeye yaydığını söy­ler. Bozoklu Şeyh Celâl namıy­la tanınan bu adam, 1519’da To­kat’ta Safevî desteği ve mezhep gayesiyle ayaklanmış, Mehdici hareketi kısa sürede sert biçim­de bastırılmıştı. Yine de kendi­sinden sonraki her nevi halk ka­tılımlı isyan; ister mezhep ister geçim davasıyla ortaya çıkmış olsun, onun adıyla anılmıştır: Celâlî.

Osmanlı uleması bu gibi ayaklanmaları “hurûc ale’s-sul­tan” (meşru sultana başkaldı­rı) olarak tanımladı ve asilerin katledilmelerinin uygun oldu­ğunu söyledi. Ebussuud Efen­di fetvalarına göre, kafirlerden farklı olarak bunların ailelerine ve mallarına dokunulamıyor­du. Ancak isyan eden Kızılbaşlar için daha sert tedbirler düşü­nülmüştü. Celâl’den biraz önce, 1511’de Teke’de saltanat iddia­sıyla ortaya çıkıp Anadolu’yu ka­sıp kavuran Şahkulu Baba Tekeli ayaklanması bu fetvaların doğu­şuna sebep olmuştu.

Esasında, ister Bayezid gibi bir şehzadenin babasına karşı hareketi, ister Safevi destekli bir halifenin isyanı olsun; halk için değişen pek bir şey yoktu. Her şekilde, devlete karşı toplanan büyük kalabalıkların beslenmesi zorunluydu ve şehirler ile köyler büyük kalabalıkları doyurmak adına yağma ediliyordu. Sıradan insanlar, kaçmak veya bu hare­ketlere bizzat katılmak arasında sıkışıp kalmıştı.

Suç ve cezası

1526’da Orta Anadolu’da Safevî etkisiyle bayrak açan Kalender Şah namındaki bir adam, Hacı Bektaş soyundan geldiğini söyleyerek, ekonomik düzenlemelerden rahatsız olan bir kalabalığı etrafında topladı. Pek çok Osmanlı paşasını öldürdükten sonra 1527’de Elbistan’da Makbul İbrahim Paşa tarafından yenilip öldürüldü. Bu minyatür, saray çevresine Osmanlılara isyan etmenin ne demek olduğunu öncesi ve sonrasıyla anlatmak istemiş gibi (Arifî, Süleymannâme, res.?, 1558, TSMK H. 1517).

Ekonomik nedenleri daha belirgin olan isyanlar, 1590-1610 arasında görülenlerdi. 17. yüzyıl başında yaşanan ve Küçük Buzul Çağı olarak tanımlanan sert kıt­lık dönemi ve nüfus patlaması, beslenemeyen kitleleri genişlet­ti. Üstelik bu dönemde Avru­pa ülkeleri Yeni Dünya’dan yeni kaynaklar elde etmiş ve keşifler­le ticaret yollarını Osmanlı top­ taşımış­lardı. Osmanlı ekonomisi büyük kayıplar verdi ve artan enflasyon neticesinde çarşı-pazar çürük akçe denilen madenî değeri dü­şürülmüş paralarla doldu. 1585- 95 arasında 20 ila 50 akçeye alı­nabilen buğdayın kilesi (yaklaşık 25.6 kg), 1608’e gelindiğinde 320 akçeyi buluyordu. Köylüler çift­lerini bozup yerlerini-yurtlarını terkederek daha güvenli gördük­leri şehirlere göçtüler; köyler ha­rabeye döndü.

Büyük Celâlîlerden Karaya­zıcı Abdülhalim, eskiden Subaşı iken isyan edip Urfa’yı işgal etti. Öldürüldükten sonra yerine ge­çen kardeşi Deli Hasan, ancak Osmanlı Devleti’nin kendisine Bosna Beylerbeyliğini vermesi suretiyle durdurulabildi. 1607’de Kuyucu Murad Paşa, meşhur kanlı tedbirleriyle Celalî isyanla­rı silsilesini sona erdirdi.

1620’de 2. Osman’a sunul­duğu düşünülen ıslahat layiha­sı Kitâb-ı Müstetâb’da anonim yazar şöyle haykırır hükümda­ra: “Âşikâre bey iderler (satar­lar) kahbe-zenler mansıbı/Niçe kopmasun Celâlî nice olmasun kıtâl”. Zaman zaman Anado­lu’ya gönderilen adaletnameler ile yerel yöneticiler dizginlen­meye çalışılmış, reaya korunma­ya çalışılmış ise de bunun tam bir başarı elde ettiği söylenemez. Aksine, teşkilat becerisi yüksek, ancak mansıp yüzünden devlete küsen beylerin isyan edip Celâlî olması, bu hareketleri güçlendi­ren sebeplerden biriydi.

4. Murad 1623’te sıkı bir yö­netim uyguladı ve bu sükûnet or­tamını büyük ölçüde korudu. Tek istisna, 2. Osman’ın kanını dava ederek ayaklanan ve Celâlî artık­larını etrafında toplayan Erzu­rum Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa’ydı. Hükümet artık Celâlî ismini bir yafta olarak kullan­maya başlamıştı. Mesela Sultan İbrahim, Sivas Valisi Varvar Ali Paşa’dan İpşir Paşa’nın orada bu­lunan karısı Perihan’ı huzuruna getirmesini istemiş; Paşa bu mü­nasebetsiz talebi reddetmiş; is­yan bayrağını açınca da kendisi­ne Celâlî denmişti (1648).

Çoluk-çocuk isyan

Bozoklu Şeyh Celâl ayaklanmasının Osmanlı paşası Şehsuvaroğlu Ali Bey tarafından bastırılması. Bitlisli Şükrî’nin yazdığı Selimnâme’nde yer alan minyatür, Osmanlı saray nakkaşhanesinin pek yeğlemediği biçimde, bir halk hareketini ilk defa betimliyor. Kadınlar ve çocuklar asiler safında; bir çocuk elindeki demir çubuğu Osmanlı alaylarına doğru sallıyor. “Tığdan (kılıçtan) geçti er ü avrat tamam/Kalmadı kimse adûdan (düşmandan) vesselam”. Onun bu alışılmadık yaklaşımını, merkezî söyleme çeperden/ taşradan katılmasına borçluyuz (Şükrî-yi Bitlisî, Selimnâme, res. Pir Ahmed, 1530, TSMK H. 1597-98).

Fâtih ile başlayan merkezi­yetçi idare anlayışı, toprakların biteviye genişlemesi karşısında sürdürülmesi zor bir sisteme dö­nüşmüştü. Kanunî Batı’ya odak­lanmış, devletin ilgisi Rumeli’ne yoğunlaşmış, Anadolu ilgisiz kal­mıştı. Küresel kuraklık, nüfus ar­tışı, yerel beylerin baskısı, eşkı­yalık, coğrafi keşiflerin getirdiği ekonomik güçlükler derken, olan sıradan insana olmuş; çileden çı­kıp gemi azıya alan çiftçi, şehir­li yahut göçer evli, tüfeği elinde bulmuştu.

Kemalpaşazâde gibi pek çok Osmanlı merkez tarih yazarı, Selçukluları Gaznelilere isyan eden asiler olarak betimler. Os­manlıların, Selçuklulara karşı başlatılan 1240 Baba İlyas isya­nına duydukları sempati, Oruç Bey gibi tarihçilerin kalemin­de somutlaşır ve Baba’nın Şeyh Edebali gibi takipçileri haneda­na ilham olur. 1920’de Anado­lu’da büyüyen Millî Mücadele de İstanbul Hükümeti tarafından “isyan ve fitne” olarak tanımlan­mıştı.

Bu 500 yıllık olguyu en iyi özetleyen bir kısa şiirdir belki:

“Şelaleye

Düşmüştür

Zeytinin dalı.

Celâlîyim

Celâlîsin

Celâlî”.