Bozoklu Şeyh Celâl, 1519’da Tokat’ta Safevî desteği ve mezhep gayesiyle ayaklandı. Kendisinden sonraki her nevi halk katılımlı isyan; ister mezhep ister geçim davasıyla ortaya çıkmış olsun, onun adıyla anıldı: Celâlî. Küresel kuraklık, nüfus artışı, yerel beylerin baskısı, eşkıyalık, coğrafi keşiflerin getirdiği ekonomik güçlükler derken, olan sıradan insana olmuş; çileden çıkıp gemi azıya alan çiftçi, şehirli yahut göçer evli, tüfeği elinde bulmuştu.
Yavuz Sultan Selim hâtırasına 1530’da bir tarih kaleme alan ve bunu Süleyman’a sunan Bitlisli Şükrî, âlemde düşmandan hiçbir eser yokken ve memleket emniyet içindeyken korkusuz bir adamın ortaya çıkıp kıyamet alameti gibi bir fesadı ülkeye yaydığını söyler. Bozoklu Şeyh Celâl namıyla tanınan bu adam, 1519’da Tokat’ta Safevî desteği ve mezhep gayesiyle ayaklanmış, Mehdici hareketi kısa sürede sert biçimde bastırılmıştı. Yine de kendisinden sonraki her nevi halk katılımlı isyan; ister mezhep ister geçim davasıyla ortaya çıkmış olsun, onun adıyla anılmıştır: Celâlî.
Osmanlı uleması bu gibi ayaklanmaları “hurûc ale’s-sultan” (meşru sultana başkaldırı) olarak tanımladı ve asilerin katledilmelerinin uygun olduğunu söyledi. Ebussuud Efendi fetvalarına göre, kafirlerden farklı olarak bunların ailelerine ve mallarına dokunulamıyordu. Ancak isyan eden Kızılbaşlar için daha sert tedbirler düşünülmüştü. Celâl’den biraz önce, 1511’de Teke’de saltanat iddiasıyla ortaya çıkıp Anadolu’yu kasıp kavuran Şahkulu Baba Tekeli ayaklanması bu fetvaların doğuşuna sebep olmuştu.
Esasında, ister Bayezid gibi bir şehzadenin babasına karşı hareketi, ister Safevi destekli bir halifenin isyanı olsun; halk için değişen pek bir şey yoktu. Her şekilde, devlete karşı toplanan büyük kalabalıkların beslenmesi zorunluydu ve şehirler ile köyler büyük kalabalıkları doyurmak adına yağma ediliyordu. Sıradan insanlar, kaçmak veya bu hareketlere bizzat katılmak arasında sıkışıp kalmıştı.
Suç ve cezası
1526’da Orta Anadolu’da Safevî etkisiyle bayrak açan Kalender Şah namındaki bir adam, Hacı Bektaş soyundan geldiğini söyleyerek, ekonomik düzenlemelerden rahatsız olan bir kalabalığı etrafında topladı. Pek çok Osmanlı paşasını öldürdükten sonra 1527’de Elbistan’da Makbul İbrahim Paşa tarafından yenilip öldürüldü. Bu minyatür, saray çevresine Osmanlılara isyan etmenin ne demek olduğunu öncesi ve sonrasıyla anlatmak istemiş gibi (Arifî, Süleymannâme, res.?, 1558, TSMK H. 1517).
Ekonomik nedenleri daha belirgin olan isyanlar, 1590-1610 arasında görülenlerdi. 17. yüzyıl başında yaşanan ve Küçük Buzul Çağı olarak tanımlanan sert kıtlık dönemi ve nüfus patlaması, beslenemeyen kitleleri genişletti. Üstelik bu dönemde Avrupa ülkeleri Yeni Dünya’dan yeni kaynaklar elde etmiş ve keşiflerle ticaret yollarını Osmanlı top taşımışlardı. Osmanlı ekonomisi büyük kayıplar verdi ve artan enflasyon neticesinde çarşı-pazar çürük akçe denilen madenî değeri düşürülmüş paralarla doldu. 1585- 95 arasında 20 ila 50 akçeye alınabilen buğdayın kilesi (yaklaşık 25.6 kg), 1608’e gelindiğinde 320 akçeyi buluyordu. Köylüler çiftlerini bozup yerlerini-yurtlarını terkederek daha güvenli gördükleri şehirlere göçtüler; köyler harabeye döndü.
Büyük Celâlîlerden Karayazıcı Abdülhalim, eskiden Subaşı iken isyan edip Urfa’yı işgal etti. Öldürüldükten sonra yerine geçen kardeşi Deli Hasan, ancak Osmanlı Devleti’nin kendisine Bosna Beylerbeyliğini vermesi suretiyle durdurulabildi. 1607’de Kuyucu Murad Paşa, meşhur kanlı tedbirleriyle Celalî isyanları silsilesini sona erdirdi.
1620’de 2. Osman’a sunulduğu düşünülen ıslahat layihası Kitâb-ı Müstetâb’da anonim yazar şöyle haykırır hükümdara: “Âşikâre bey iderler (satarlar) kahbe-zenler mansıbı/Niçe kopmasun Celâlî nice olmasun kıtâl”. Zaman zaman Anadolu’ya gönderilen adaletnameler ile yerel yöneticiler dizginlenmeye çalışılmış, reaya korunmaya çalışılmış ise de bunun tam bir başarı elde ettiği söylenemez. Aksine, teşkilat becerisi yüksek, ancak mansıp yüzünden devlete küsen beylerin isyan edip Celâlî olması, bu hareketleri güçlendiren sebeplerden biriydi.
4. Murad 1623’te sıkı bir yönetim uyguladı ve bu sükûnet ortamını büyük ölçüde korudu. Tek istisna, 2. Osman’ın kanını dava ederek ayaklanan ve Celâlî artıklarını etrafında toplayan Erzurum Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa’ydı. Hükümet artık Celâlî ismini bir yafta olarak kullanmaya başlamıştı. Mesela Sultan İbrahim, Sivas Valisi Varvar Ali Paşa’dan İpşir Paşa’nın orada bulunan karısı Perihan’ı huzuruna getirmesini istemiş; Paşa bu münasebetsiz talebi reddetmiş; isyan bayrağını açınca da kendisine Celâlî denmişti (1648).
Çoluk-çocuk isyan
Bozoklu Şeyh Celâl ayaklanmasının Osmanlı paşası Şehsuvaroğlu Ali Bey tarafından bastırılması. Bitlisli Şükrî’nin yazdığı Selimnâme’nde yer alan minyatür, Osmanlı saray nakkaşhanesinin pek yeğlemediği biçimde, bir halk hareketini ilk defa betimliyor. Kadınlar ve çocuklar asiler safında; bir çocuk elindeki demir çubuğu Osmanlı alaylarına doğru sallıyor. “Tığdan (kılıçtan) geçti er ü avrat tamam/Kalmadı kimse adûdan (düşmandan) vesselam”. Onun bu alışılmadık yaklaşımını, merkezî söyleme çeperden/ taşradan katılmasına borçluyuz (Şükrî-yi Bitlisî, Selimnâme, res. Pir Ahmed, 1530, TSMK H. 1597-98).
Fâtih ile başlayan merkeziyetçi idare anlayışı, toprakların biteviye genişlemesi karşısında sürdürülmesi zor bir sisteme dönüşmüştü. Kanunî Batı’ya odaklanmış, devletin ilgisi Rumeli’ne yoğunlaşmış, Anadolu ilgisiz kalmıştı. Küresel kuraklık, nüfus artışı, yerel beylerin baskısı, eşkıyalık, coğrafi keşiflerin getirdiği ekonomik güçlükler derken, olan sıradan insana olmuş; çileden çıkıp gemi azıya alan çiftçi, şehirli yahut göçer evli, tüfeği elinde bulmuştu.
Kemalpaşazâde gibi pek çok Osmanlı merkez tarih yazarı, Selçukluları Gaznelilere isyan eden asiler olarak betimler. Osmanlıların, Selçuklulara karşı başlatılan 1240 Baba İlyas isyanına duydukları sempati, Oruç Bey gibi tarihçilerin kaleminde somutlaşır ve Baba’nın Şeyh Edebali gibi takipçileri hanedana ilham olur. 1920’de Anadolu’da büyüyen Millî Mücadele de İstanbul Hükümeti tarafından “isyan ve fitne” olarak tanımlanmıştı.
Bu 500 yıllık olguyu en iyi özetleyen bir kısa şiirdir belki:
“Şelaleye
Düşmüştür
Zeytinin dalı.
Celâlîyim
Celâlîsin
Celâlî”.