FİLLER
En heybetli kara canlısı: Geçmişin savaş makinası
Kudret, korku ve kin tutuculukla özdeşleşen filler Afrika-Avrasya dünyasının en sembolik hayvanlarından biriydi. Ağır hareketi, güçlü yapısı ve kendi âlemi içindeki rakipsizliğiyle insanları kıskandırıyordu. Sonunda insan ona sahip oldu. Bozkırda at üstünde oradan oraya hareket eden ve yerleşecek yeni yurtlar arayan hızlı-aceleci Türkler ve Moğollar için pek kullanışlı sayılmazlardı.
‘Dilencinin torbası dolmaz’ ama ‘isteyene sual olunmaz’
Horlanan, aşağı görülen, kendisinden usanılan; öte yandan gerçekten ihtiyaç sahibi olduğu bilindiğinde vicdani bir itkiyle el uzatılan toplumsal sınıf. Osmanlı döneminde kethüdaları, şeyhleri ve beslendikleri bir vakıfları dahi olmuş. Kimi zaman menedilmişler, kimi zaman kollanmışlar. Yüzlerce yıl sokaklarda aynı narayı vurmuşlar: Allah rızası için…
UFUKLARA-UZAKLARA YELKEN AÇAMAYINCA...
Ada, deniz neme lazım, ben iyisi mi karada kalayım
Ada fetihlerinin pahalıya malolması, 1565 Malta kuşatmasında Osmanlı deniz ilerleyişinin durması, Yeni Dünya keşiflerinde varlık gösterilememesi gibi olgular Osmanlıların denizler ve uzak ülkelerle başının hoş olmadığını gösterir. Bir yerde gerçekten de “imparatorluk doğal sınırlarına ulaşmış”tır. İslâm dünyasındaki ada/deniz öyküleri ise Türkçede erken bir romana ve görsel sanat üretimine ilham olabilecekken bu fırsat değerlendirilememiştir.
“BOYU KISA ELİ UZUN / ŞEYTANLA KONUŞUR”
Cüceler – dilsizler ve iktidarı belirgin kılmak…
Maskara, muktedir, muhalif… Osmanlı sarayının küçük ve işitmez mensupları… Cüceler ve dilsizler bedensel farklılıklarıyla tarihin her döneminde ilgi çekti. Osmanlı sarayında da padişahın “kutlu” ve “mükemmel” vücudunu kendi noksanlıklarıyla daha da görünür kılıyorlardı. Kimi zaman bir gösteri/eğlence unsuru kimi zaman da derin siyasi ayak oyunlarının, rüşvet zenginliğinin ve meşum cinayetlerin sessiz failleri oldular.
Araplar: Bir o kadar necip ve bir o kadar da garip…
Osmanlılarda milliyetçilik ve modernleşme öncesinde İslâm kimliği hakimdi. Türkî, İranî ve Rûmî özellikler bunu takiben diziliyordu. Yine de dönemin kaynaklarında etnik bilincin her zaman olageldiği nakledildi. Bu dönemin metinlerinde Araplar her ne kadar “öteki” değilseler de bir “başka” idiler, dinin içlerinden çıkması nedeniyle özel bir yerleri vardı.
Aile: Çekirdekten meyveye babadan anneye ve dinlere…
Osmanlı toplumunda aile kurmak bir statü meselesiydi, bekar olana pek hoş bakılmazdı. Bazen de aile bir ayakbağıydı. Nakkaşlar bu mahrem alanı pek merakla incelemediler. Öyle ya, Ebussuud’a gelen fetvalardan bir kısmı, ailenin yaşadığı alanı görebilecek durumdaki minarelerden bile şikayetçiydi. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta aile içi iktidar ilişkilerinin yansıması.
DOĞU’DA VE BATI’DA KAN BAĞI / KANLI BAĞLAR
Babanı öldür anneyi al oğlunu öldür iktidarı çal
Antik Yunan tragedyası Kral Oidipus ile Doğu destanı Şehnâme’de geçen Rüstem ile Sührab hikayesi, baba ile oğulun birbirlerini bilmeden öldürmelerini konu alır. Osmanlı tarihinde de babayı ve oğlu bile isteye öldürmek, tarihsel metinler ve minyatürlerin en trajik sahnelerini oluşturur. Kim Doğu, kim Batı, kim bireysel arayışlara meyyal ve kim itaatkar, birbirine karışacaktır.
ANADOLU’DA KÜÇÜK İNSANIN BÜYÜK AKSİYONU
Köylü ve isyan mecburiyeti: ‘Celâlîyim, Celâlîsin, Celâlî’
Bozoklu Şeyh Celâl, 1519’da Tokat’ta Safevî desteği ve mezhep gayesiyle ayaklandı. Kendisinden sonraki her nevi halk katılımlı isyan; ister mezhep ister geçim davasıyla ortaya çıkmış olsun, onun adıyla anıldı: Celâlî. Küresel kuraklık, nüfus artışı, yerel beylerin baskısı, eşkıyalık, coğrafi keşiflerin getirdiği ekonomik güçlükler derken, olan sıradan insana olmuş; çileden çıkıp gemi azıya alan çiftçi, şehirli yahut göçer evli, tüfeği elinde bulmuştu.
TÜRK-MÜSLÜMAN KÜLTÜRÜNDE KARDEŞLİK
Aynı kök, karın ve kan ama kardeşler düşman
Kandan, sütten veya ortak itikattan gelmiş olsun, kardeşlik Türk kültüründe büyük anlam ifade eden sıkı bir ilişkiydi. Ancak paylaşılamayan miraslar kardeşleri kaçınılmaz biçimde karşı karşıya getirdi. Nakkaşlar ve tarih yazarları kavgaları betimleyip ölümsüzleştirmeyi pek yeğlemediler. Bunu ancak merkezî söyleme dışardan katılan bir yazar ve ona eşlik eden nakkaş yapabildi.
‘ÖÇ ALMA’NIN SOLMAYAN RESİMLERİ
İntikam: Tanrı’nın adını kötülük için kullanma
Doğu ve Batı kültürlerinde çeşitli din ve öğretiler kindarlık hislerini törpüleyerek uyumlu birer toplum yaratmayı hedeflemişti. Ancak yasa koyucular Tanrı’ya dayanarak birbirlerinden intikam almayı sürdürdüler ve bu ayrıcalığa yalnız kendilerinin sahip olduğunu ileri sürdüler. Öç almanın Osmanlı minyatüründeki tezahürleri.