Dört senedir İstanbul’da görev yapan Elena Sgarbi, iki ülke arasında varolan tarihî-kültürel bağların niteliği ile Türkiye’deki insanların gündelik yaklaşımını değerlendirdi. Sgarbi’ye göre özellikle tarihî restorasyon teknikleri ve saha çalışmaları konusundaki ortak çalışmalar çok önemli.
Ekim 2018’de İtalya’nın İstanbul Başkonsolosu olarak atandınız. Daha önceden, ülkemize turizm amaçlı veya profesyonel bir görev için geldiniz mi? Türkiye’yi ne kadar tanıyordunuz?
İstanbul İtalya Başkonsolosu olarak atanmadan önce Türkiye hakkında çok şey okumama rağmen, ülkeyi sadece iki defa turizm amaçlı ziyaret etmiştim. İlkinde İstanbul’a gelmiş, ikincisinde de “Mavi Yolculuk”a katılmıştım. Her iki gelişimde de ziyaret ettiğim yerlere ve nazik, samimi ve sıcak insanlarına âşık olmuştum. Bundan dolayı nereye atandığımı öğrendiğimde, hem bu prestijli görev için hem de bu güzel ülkeyi ve insanlarını daha iyi tanıma fırsatı sunacağı için büyük heyecan duydum.
Tarihe ilgi duyuyor musunuz? Türk-İtalyan ortak tarihinde sizin en çok ilginizi çeken hadise veya hadiseler hangileri?
Tarih her zaman en sevdiğim alanlardan biri oldu; genç yaştan itibaren hem deneme hem biyografi hem de tarihî roman türünde birçok kitap okudum. Özellikle Jacques Le Goff’un “Nouvelle Histoire”, yani “Yeni Tarih” olarak tanımladığı; École des Annales tarafından ifade edilen ve tarihte bir tür Kopernik devrimi yaratan; “büyük olaylar”ın tarihinin incelenmesinden ziyade, dikkatleri kolektif psikolojiye, dinî duyarlılık ve zihniyete, “sıradan” insanlara ve günlük yaşama yönlendiren tarihsel düşünce akımını çok takdir ediyorum.
Ülkelerimizin çoğu zaman içiçe geçmiş binlerce yıla dayanan bir geçmişi var. Bu nedenle beni en çok büyüleyen şey, en bilinen olaylar veya kahramanlar değil; daha çok kültürlerimizin, gelenek ve göreneklerimizin birbirini incelikli bir şekilde ve dolayısıyla karşılıklı olarak etkilediği hadiseler. Bu anlamda, mesela Türkiye’nin ve İtalya’nın bazı bölgelerinde sadece aynı şekilde hazırlanmakla kalmayıp benzer adlara ve aynı görünüme sahip geleneksel yemeklerin olduğunu keşfetmek beni şaşırttı. Bunun bir örneği, patates, nane ve koyun sütünün ilk tuzu ile doldurulan bir yemek olan Sardunya’nın “Culurgiones”i ve Kayseri’nin “Kurzunuş” adlı yemeğidir. Tarihin bir döneminde Sardunya ve Kayseri bölgesi insanının temas kurması ve bunun izlerinin her iki bölgenin mutfak geleneği aracılığıyla yüzyıllar boyunca devam etmesi kesinlikle büyüleyici.
Türkiye ve İtalya’nın yüzyıllar öncesine dayanan ve günümüzde devam eden kültürel ilişkileri var. Özellikle siyaset dışında kalan alanlar için ne tür projeleriniz var?
Ülkelerimiz arasındaki işbirliği, özellikle her iki ülkenin de zengin kültürel mirası gözönünde bulundurulduğunda, birçok unsuru barındırıyor. İstanbul’daki İtalyan Kültür Merkezi, Türkiye’de İtalyan dilini ve kültürünü tanıtmakta, İtalya hakkında ve İtalya’daki burslarla ilgili bilgi vermekte. Sergiler, film gösterimleri, konserler, konferanslar, kitap sunumları, şiir okumaları ve yuvarlak masa toplantıları gibi çeşitli kültürel etkinliklerin yanısıra, sosyal kanalların kullanımı ve uzaktan dil öğretimine yönelik CLID TÜRKİYE projesi gibi yenilikçi projeler düzenlemekte.
Halihazırda devam eden birkaç proje mevcut; ancak tarihten bahsettiğimize göre, İtalya’nın Türkiye’de faal olarak yer aldığı, Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanlığı ve İtalyan Üniversiteleri tarafından sağlanan fonlarla desteklenen 16 arkeolojik misyondan özellikle bahsetmek istiyorum.
Günümüzde İtalya, iki ulusun ortak mirası hâline gelen 60 yılı aşkın işbirliği ve başarı geçmişiyle, yabancı arkeolojik misyonların sayısı açısından Türkiye’de ilk sıralarda yer almakta. Arkeolojik misyonlarımızın çalışmaları, yerel kültürel mirasın zenginleştirilmesi, turizmin ve sosyo-ekonomik kalkınmanın teşvik edilmesi ve bilgi aktarımı ile sahada uzmanların eğitimi ve yerel çalışanlara en gelişmiş restorasyon tekniklerinin öğretilmesi gibi birçok açıdan önemli bir ikili işbirliği aracı.
Son yıllarda bu çalışmaların Türk tarafında ne kadar takdir edildiğine şahit oldum ve bu, genellikle yabancı arkeolojik misyonlar tarafından saha yönetiminde izlenecek bir örnek olarak gösterildi. İtalya ve Türkiye, muazzam bir arkeolojik mirasa sahip olma ayrıcalığını -ve sorumluluğunu- paylaşıyor; bu nedenle bu sektördeki işbirliğinin ikili ilişkilerimizin çok önemli bir unsuru olmaya devam edeceğine inanıyorum.
Size göre İstanbul’un tarihî mirası yeterince korunuyor mu? İtalya’da tarihî mirasın korunması için ne tür programlar uygulanıyor?
Tarihî ve kültürel mirasın korunması, İtalyan Anayasası’nın temel ilkeleri arasında. Anayasa’nın 9. maddesi uyarınca “Cumhuriyet, kültürün gelişimi ile bilimsel ve teknik araştırmaları teşvik eder. Ülkenin doğal güzelliklerini, tarihî ve sanatsal mirasını korur”. Bununla birlikte, bu mirasın korunmasının önemine ilişkin farkındalığın kökleri çok daha geriye, Francesco Petrarca tarafından Cola di Rienzo’ya ve 1347’de Roma halkına yazılan bir mektuba kadar gidiyor. Bu mirasın korunması gerektiğinden bahsedilen mektupta şöyle bir ibare var: “… Yavaş yavaş sadece eserler değil, harabeler de yok oluyor. Bu şekilde atalarımızın ihtişamına dair devasa tanıklıklar kayboluyor…”.
Gerçek bir açıkhava müzesi olan ülkemiz, dünyada eşi benzeri olmayan, harika olduğu kadar kırılgan sanatsal güzellikler mirasına sahip. Yüzyıllardır bunun korunması ve muhafaza edilmesi sorunuyla karşı karşıya zorunda kalmış; dolayısıyla zaman içinde bu mirasın muhafaza edilmesi, korunması ve restorasyonunu kesintisiz bir araştırma ve bilgi süreci haline getirmiştir.
20. yüzyılın başında, tarihî mirasın korunmasına yönelik ilk yasal düzenleme yapılmış; zaman içinde de daha fazla koruma ve güvence sağlayan başka yasal düzenlemeler gelmiş. 1960’lardan itibaren ise koruma kavramına, kültürel mirasın mümkün olduğunca halka açık hale getirilmesi kavramı eşlik etti. Günümüzde tarihî ve kültürel mirasın korunmasına yönelik İtalyan mevzuatı; tıpkı restorasyon gibi hem araştırma metodları hem de yenilikçi teknolojilerin geliştirilmesi ve uygulanması açısından kendi alanlarında öncü İtalyan kurumlarıyla beraber uluslararası bir model olarak kabul edilmekte. İtalya, yüzlerce yıllık tarih süresince elde edilen zengin deneyimler ve teknolojik girişimcilik becerilerinin biraraya gelmesi sayesinde, her yıl dünyanın her yerinden restoratörlerin ve gençlerin uzmanlaşmak için geldiği bir ülke.
İtalya gibi Türkiye de muazzam bir tarihî ve kültürel mirasa sahiptir ve bunu korumaya yönelik yasal çerçeve ve diğer araçları benimsemiş durumda.
İtalyan Dış Ticaret ve Tanıtım Ajansı ve ülkemizde kültürel mirasın restorasyonu-korunmasına yönelik faaliyet gösteren dernek olan Assorestauro, 2008’den bu yana Türkiye topraklarında gitgide genişleyen bir işbirliği oluşturdu. Bu işbirliği sayesinde, yıllar içinde birçok proje gerçekleştirildi ve ülkemiz 2019, 2021 ve bu yılki İstanbul HERITAGE Restorasyon Fuarı’na katıldı. Şüphesiz, bu sektörde daha güçlü ve artan bir işbirliği için çok fırsat var ve bunun her iki ülke için de önemli sonuçlar getireceğinden eminim.
Türkiye’nin diğer şehirlerini gezme fırsatınız oldu mu? Sizi en çok etkileyen şehir hangisi?
İstanbul başkonsolosu olarak en zenginleştirici deneyimlerden biri, bu olağanüstü ülkede hem iş hem de eğlence amaçlı seyahat etmek ve ülkenin muazzam cazibesini, kültürel zenginliğini ve inanılmaz çeşitliliğini keşfetme fırsatı. Ne kadar seyahat etsem de (ve çok seyahat ettim), bunu daha da çok yapmak isterdim ama ne yazık ki Covid-19’dan kaynaklanan ve tüm dünyayı ağır şekilde ve olumsuz etkileyen bu korkunç pandemi seyahatlerimi sınırladı. Ziyaret ettiğim her şehir, her bölge, her manzara veya arkeolojik alan, her zaman yanımda taşıyacağım özel bir şey bıraktı. İtalyan arkadaşlarıma İtalya’da en iyi bilinen destinasyonlar (kesinlikle harika olan İstanbul, Kapadokya, Efes, Truva ve Antalya’ya kadar tüm Ege-Akdeniz kıyıları) dışında bir yeri ziyaret etmelerini tavsiye etsem; Mardin, Urfa ve Gaziantep’in bulunduğu güneydoğu Türkiye’yi, olağanüstü Göbeklitepe ören yerini ve nefes kesici Nemrut Dağı’nı öneririm.
Bununla birlikte, her adımda binlerce yıllık tarihin solunduğu, sayısız medeniyetin iz bıraktığı eşsiz güzellikteki İstanbul’da kalbimden bir parça bırakacağımı da ifade etmem gerek. Burada yaşama ayrıcalığına sahip olsam bile, bu sürenin sonunda İstanbul hakkında hâlâ keşfedilecek şeyler olacağına eminim. Türkiye’nin en büyük hazinesi, olağanüstü güzelliğinin ve muazzam mirasının ötesinde, gittiğim her yerde her zaman beni hoş karşılayan insanlarıdır.
Türk mutfağı ve müziğini sever misiniz? Favorileriniz nelerdir?
Arkadaşlarım bana Türk mutfağını nasıl bulduğunu sorduğunda, onlara tek bir kusuru olduğunu söylüyorum: Çok lezzetli! Bu nedenle, kendinizi sınırlamanız hayli zor. Sevdiğim çok yemek var ama çok az şey fırından yeni çıkmış simidin kokusu ve tadı kadar güzel diyebilirim. Bunun yanında, köfte, börek, gözleme, mantı, mercimek çorbası ve kebap sevdiklerimden bazıları, ama liste uzun.
Türkiye’deki müziğe gelince… Birkaç isim vermem gerekirse, megastarınız Tarkan’ı ve sadece şarkıcı olarak değil, şarkı sözü yazarı ve besteci olarak da çok iyi bulduğum Sezen Aksu’yu her zaman zevkle dinliyorum.
Kadın diplomatların uluslararası diplomasiye etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kendimi çok şanslı bir insan olarak görüyorum; çünkü çok sevdiğim ve beni çok mutlu eden bir mesleği icra etme ayrıcalığına sahibim. İtalya’da kadınlar 1967’den sonra diplomatik kariyer yapabildiler. Bugün diplomasi alanındaki kadınların sayısı erkeklerden daha düşük olsa da, o tarihten itibaren diplomatik kariyere adım atan kadınların sayısı istikrarlı bir şekilde arttı. Şahsen, uluslararası ilişkileri ve farklı ülkelerde farklı kültürlerle temas halinde olmayı cazip bulan kız öğrencileri bu kariyere başlamaları için cesaretlendirmek isterim; çünkü bunu harika ve zenginleştirici buluyorum. Ayrıca diplomaside kadınların varlığının kapsayıcılık ve etkinlik açısından önemli bir katkı sağladığına inanıyorum.
Burada İtalyanca eğitim veren okullara gösterilen ilgi nasıl? Bu okullardaki eğitimin tarihi ve bugünü hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Kültürlerimizin ve değerlerimizin birçok ortak yönü olduğuna inanıyorum; bu da birbirimizi çok kolay anlamamızı, kendimizi evimizde hissetmemizi sağlıyor. Bu unsur, İtalyan dilini ve kültürünü Türkiye’de çok popüler kılıyor. Bir İtalyan okulunda okumak isteyen öğrencilerin halihazırda yüksek olan ve artan sayılarına da yansıyor bu durum. Diğer ülkelere kıyasla rekabetçi fiyatlarla mükemmel bir eğitim sunan, birçoğu çeşitli kriterler açısından uluslararası sıralamada üst seviyelerde bulunan, İtalyan üniversitelerine gitmeyi kolaylaştıran bu sistem; Türkiye’de faaliyet gösteren İtalyan okullarına karşı ilgiyi de açıklamakta.
İlk İtalyan devlet okulu resmî olarak 1888’de kurulmuş olsa da, İstanbul’da bulunan İtalyan cemaatine yönelik eğitim kurumlarının geçmişi 1861’e kadar uzanmakta. Türkiye’de İtalyan eğitim kurumlarının varlığı (özellikle, TC Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Özel İtalyan Lisesi olarak tanınan Liceo IMI, Istituti Medi Italiani) çok eski ve köklüdür. Hem burada ikamet eden İtalyan topluluğu hem de İtalya ile ilgilenen Türk aileler için önemli bir referans noktası olmaya devam ediyor.