Geçen ayın en çok konuşulan konularından biri, Ankaragücü-Rize maçından sonra Ankaragücü Başkanı Faruk Koca’nın hakem Halil Umut Meler’i yumruklaması ve tekmelemesiydi. Türkiye’nin en üst seviye futbol liginde bir kulüp başkanının sahaya inip hakem dövmesi bir ilkti ama, hakemlerin saldırıya uğradığı ilk hadise bu değildi.
Günümüzün futbol hakemlerinin eski hakemlere göre daha az baskı altında olduğu futbol dünyasında kabul görmüş bir gerçektir. Herşeyden önce, bugünkü hakemlerin “takdir yetkisi”ni eski meslektaşları kadar kullanmalarına ihtiyaç yoktur; çünkü ofsayttan faule kadar futbolun birçok temel kuralı aradan geçen zaman içinde ayrıntılandırılmış, birçok olasılık gözönünde bulundurularak hakemin hangi durumda nasıl karar vermesi gerektiği daha net bir şekilde tespit edilmiştir.
Bir dönem hakemlerin en büyük korkusu, maçın sonucuna etki edecek hatalı bir karar vermek ve bariz bir hadiseyi gözden kaçırmaktı. Bugün ise “Video Yardımcı Hakem” uygulaması sayesinde maçı ekran başında izleyen yardımcı hakem, orta hakemin maçın gidişatını etkileyecek bir hatasını görürse düzeltmesi için hemen uyarı yapıyor.
Futbol kurallarının yakın takibi ve bu tür takviyeler birçok ülkede hakemlerle ilgili tartışmaları azalttı ama Türkiye bu ülkelerden biri olamadı. Hakemlerin hedef tahtasına konulması ve zaman zaman saldırıya uğraması ne yazık ki bizde eski bir “gelenek”. Bunun son örneği, 11 Aralık 2023’te, Süper Lig’in 15. haftasında MKE Ankaragücü ile Çaykur Rizespor arasındaki maçtan sonra hakem Halil Umut Meler’in uğradığı saldırıda yaşandı. Ankaragücü Başkanı Faruk Koca’nın bizzat başlattığı saldırıyı birçok medya kuruluşu “utanç verici” olarak tanımlarken, kimileri bunun bir ilk olduğunu yazıyordu. Türkiye’nin en üst seviye futbol liginde bir kulüp başkanının sahaya inip hakem dövmesi bir ilkti gerçi ama, hakemlerin saldırıya uğradığı ilk hadise tabii bu değildi.
Hakemlere yönelik saldırılara geçmeden, kısaca biraz daha öncesinden sözetmek gerekir. Türk futbolunun ilk dönemlerinde maçları yöneten hakemlerin çoğu kendi kulüpleriyle özdeşleşmiş isimlerdi. Örneğin 1912’de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında sarı-kırmızılı formayı giyen Aydınoğlu Raşit Bey, ertesi yıl oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının hakemi olabilmişti. 1910’lu ve ‘20’li yılların meşhur hakemlerinden Galatasaraylı Yusuf Ziya Bey (Öniş), Fenerbahçeli Hikmet Bey (Barlan) ve Beşiktaşlı Şeref Bey’in maç yönetmesine kimse itiraz etmiyordu. Zaten futbol bilgisinin çok kısıtlı olduğu o yıllarda, hakemlik yapacak fazla kimse yoktu; sahaya çıkıp maç yönetmek bir nevi hatır-gönül işiydi.
Futbolun İstanbul’da giderek daha çok ilgi görüp yaygınlaşması hakemliğin standartlarını ihtiyacını doğurunca, 1932’den itibaren hakem kursları açılmaya başlandı. Kursun mezunlarından Adnan Akın, Tarık Özerengin, Samih Duransoy, Şazi Tezcan ve Sulhi Garan uzun yıllar boyunca Türk futbolunun en tanınmış hakemleri oldular.
1930’lu ve ‘40’lı yılların gazetelerinde hakemlerin kararlarıyla ilgili tartışmalara pek rastlanmaz. Buna karşın, İstanbul Ligi’ndeki ve 1938’de düzenlenmeye başlanan Millî Küme’deki ‘üst seviye’ maçlardan küçük semt takımları arasındaki 3. Küme maçlarına kadar birçok karşılaşmada hakemlere fizikî saldırılar olduğuna dair haberler görmek mümkündür.
Türkiye’de bir futbolcunun hakem dövdüğü ilk maç, 23 Temmuz 1939’da Fenerbahçe Stadı’nda oynanan Galatasaray-Ankara Demirspor maçıdır. 80. dakikada oyundan atılan Demirspor kalecisi Necdet Erdem karara tepki gösterip hakem Tarık Özerengin’i yumruklamıştır.
7 yıl boyunca Fenerbahçe’nin ve Millî Takım’ın kalesini koruyan Necdet, o dönemin en başarılı kalecisidir. Ankara Hukuk Fakültesi’ne girince Demirspor’a transfer olmuştur. Olaylı maçtan 3 hafta önce tıp fakültesini bitirip doktor olan Tarık Özerengin ise ligin en genç hakemlerinden biridir. Tutuklanıp cezaevine gönderilen Necdet’e ömür boyu futboldan men cezası da verilir. 5 hafta tutuklu kalıp kefaletle serbest bırakılan Necdet Erdem, hadiseden 3 ay sonra hakim karşısına çıkacaktır. Bu arada spor camiasından birçok kişi hakem Özerengin’i şikayetini geri çekmesi için ikna etmeye çalışır. Necdet’e verilecek ceza en az 1 yıldır; futbol hayatı zaten bitmiştir, ceza alırsa sabıkası olacağı için avukat olma hayalleri de sona erecektir. Karar duruşmasına günler kala, aracılar hakem Özerengin’i ikna etmeyi başarır ve genç hakem millî kalecinin özür dilemesi şartıyla şikayetini geri çekmeyi kabul eder.
Davanın ardından okulu bitirip avukat olan ve ömür boyu men cezası 7 yıl sonra kaldırılan Necdet Erdem, 1946’da sahalara dönerek iki sezon Galatasaray’ın kalesini koruyacaktır. Tarık Özerengin ise 1954’e kadar hakemlik yapmayı sürdürür.
7 Kasım 1948’deki hakeme saldırı ise felaketle sonuçlanır. Vefa Stadı’nda oynanan 2. Küme’deki Elektrik-Defterdar maçının hakemi Fikret Kayral, Defterdar takımından Adnan’ın saldırısına uğramış ve burnu kırılmıştır. İlk tedavisi sırasında tetanos serumu verilmediği için 10 gün sonra fenalaşıp yeniden hastaneye kaldırılan Kayral, 24 Kasım 1948’de hayatını kaybeder. Hakemin burnunu kıran futbolcu Adnan tutuklanır, 4 ay sonra serbest kalır.
Profesyonel dönem
1951’de Türk futbolunda profesyonelliğe geçiş kararı, futbolun gelişiminde önemli bir aşamaydı. Artık rekabet daha sert, maçlar daha gergindi. Hakemler üzerindeki baskı da artmıştı. 1952’de İstanbul Ligi, 1955’te ise Ankara ve İzmir Ligleri profesyonel oldu. Profesyonel liglerde görev yapabilecek kapasitede yeterince hakem olmadığı da kısa sürede ortaya çıkmıştı. Futbol Federasyonu bunun çözümünü Türkiye’ye yabancı hakem getirmekte buldu. 1950’lerin ikinci yarısında önemli maçların çoğunu da İtalyan Maurelli, İngiliz Dellow, Avusturyalı Grill, Bulgar Sotiro gibi hakemler yönettiler. 1960’ların sonunda yabancı hakemlere maç verilmekten vazgeçildi.
Sonradan sırasıyla 1. Lig ve Süper Lig adlarını alacak Millî Lig’in 1959’da başlamasından sonraki ilk hakeme saldırı vakası ise 31 Ocak 1960’ta İnönü Stadı’nda, Fenerbahçe-Feriköy maçında yaşandı. Fenerbahçe’nin 3-2 kazandığı maçın bitiminde “Apartman Mustafa” olarak tanınan Feriköy yöneticisi Mustafa Pekgözlü, hakem Baha Kırçıl’ı iki yumruk atarak yere düşürmüştü. Naklen radyo yayını, dinleyicilere veda etmeye hazırlanan spiker Muvakkar Ekrem Talu’nun heyecan içinde söylediği “Apartman Mustafa hakemi dövüyor, işte hakem yere düştü” sözlerinden sonra bir anda kesiliyordu.
Apartman Mustafa’nın arkası epey sağlamdı. Futbolun gücünü çok erken farkeden ve 1950’de iktidara gelir gelmez bu alana da hakim olmak için büyük çaba gösteren Demokrat Parti, tüm kulüplerde kendi partililerini başkan ve yönetici yapma hedefini büyük oranda başarmıştı. 1960’a girilirken 3 büyük kulübün başkanı da Demokrat Parti milletvekiliydi! Apartman Mustafa da iktidara yakın kulüp yöneticilerinden biriydi. Kendisinin sıradan bir partili olmadığını da gazeteci Yalçın Doğan’ın Fenerbahçe Cumhuriyeti adlı kitabından öğreniyoruz: “1950’li yıllar İstanbul’da bir anlamda ‘imar yılları’ olarak tarihe geçti. Bir yandan Vatan Caddesi öte yandan Sahil Yolu, Demokrat Parti döneminde hizmete açıldı. Yeni yollar yapılırken, çok sayıda bina yıkılırken Menderes’in sağ kolu Apartman Mustafa idi. İstanbul’un imar hareketinde Apartman Mustafa’nın kamyonları binlerce ton toprak, çakıl, kum, çimento taşıdı. Apartman Mustafa, o dönemde ünlü bir deyim olarak kullanılan ‘her mahallede bir milyoner yaratma’nın en önde gelen örneklerinden birini oluşturdu”.
Apartman Mustafa o kadar güçlüydü ki, stattan çıkar çıkmaz karakola gidip şikayetçi olan hakem Kırçıl, olayı gören kimseyi tanıklık yapmaya ikna edemeyince şikayetçi olmaktan vazgeçmişti!
Birkaç gün sonra Apartman Mustafa’nın yöneticilikten değil ama sahalardan ömür boyu men edildiği haberi geldi. Bu cezayı alan kişi sahaya giremiyor, maçları tribünde yöneticilere ayrılmış bölümden de izleyemiyor, ama yöneticilik görevine devam edebiliyordu. Feriköyspor yönetimi Apartman Mustafa’yı 6 ay sonra, 24 Haziran 1960’ta, “takımın Avrupa kampındaki yakışıksız hareketleri” nedeniyle görevden uzaklaştırdı. Ancak bu göstermelik bir gerekçeydi. 27 Mayıs 1960’ta askerî darbe olmuş, devran dönmüş ve Demokrat Parti’nin tüm ileri gelenleri gibi Apartman Mustafa da gözden düşmüştü. Ortalık hafiften durulmaya başladıktan sonra, 1962’de Feriköyspor yönetimine geri döndü Apartman Mustafa. Ömrünün son zamanlarına kadar da görevini sürdürdü.
Türk futbolunun karanlık yılları diyebileceğimiz 1970’lere gelindiğinde, hakemlere saldırı vakaları artık sıradanlaşmıştı. 19 Şubat 1973’te Atatürk Stadı’nda oynanan Altay-Fenerbahçe maçını deplasman takımı 1-0 kazanmış, Altaylı taraftarlar maçın orta hakemi Sabahattin Ladikli’nin stattan ayrılmasını uzun süre engellemişti. Polis koruması eşliğinde havaalanına gidebilen Ladikli, stattan beri kendisini takip eden Altay Divan Kurulu Üyesi Cevdet Sırtı’nın saldırısına uğradı.
Ancak sürekli töhmet altında kalıp dayak yiyen hakemlerin makus talihinin döndüğü istisnalar da yok değildi. 1966-1993 arasında hakemlik yapan İhsan Türe, 19 Ekim 1980’de Mersin’de oynanan ve deplasman takımının 1-0 kazandığı Mersin İdman Yurdu-Galatasaray maçı sonrası kendisine saldırmaya çalışan birini uçan tekme atarak yere sermiş, polisler saldırganı hakem Türe’nin elinden zor almıştı. Saldırganın talihsizliği, İhsan Türe’yi tanımıyor olmasıydı. Türe’nin dövüş sporları uzmanı bir astsubay olduğunu, senelerdir askerî okullarda ve komando birliklerinde yakın dövüş ve hayatta kalma eğitimi verdiğini bilseydi muhtemelen saldırmadan önce bir defa daha düşünürdü!
Polisin kurtardığı Mersinli saldırgan kadar şanslı olmayanlar da vardı. 2 Aralık 1984’te oynanan Kocaelispor-Beşiktaş maçının hakemi de İhsan Türe’ydi. Evsahibi maçı kazanırsa liderlik koltuğuna oturuyordu; ancak son dakikada gelen Beşiktaş golü buna engel olmuştu. Kocaelisporlu futbolcular gole ofsayt gerekçesiyle itiraz etseler de Türe golü verdi ve ortalık karıştı. Takviye polis ve jandarma birliklerine rağmen olaylar bastırılamıyordu. Hakemler 2 saat statta mahsur kaldı ve ancak polis araçları eşliğinde ayrılabildiler.
Polislerin il sınırına kadar geçirdiği hakemler kendi araçlarıyla yola devam ederken, kendilerini otomobille gizlice takip eden 5 fanatik Kocaelispor taraftarı önlerini kesecek ve İhsan Türe’nin Tanrının Küçük Oğlu (2002) adlı anı kitabındaki anlatımıyla olaylar şöyle gelişecekti: “Ellerinde sopalarla ve galiz küfürlerle bizim arabaya hamle ettiklerinde beylik silahımı çekip havaya iki el ateş ettim ama adamlar bana mısın demiyor. Biri gömleğinin önünü yırtarak açtı, ‘vur ulan vur’ diye üstümüze geliyor. Ayaklarına doğru ateş edince bir an bocalar gibi oldular. (…) ‘Hepinize rest çekiyorum ama teke tek’ dedim, ‘en delikanlınız gelsin’. Yakın dövüş ve öldürme sanatını bilen bir hocaysanız, rakibin gücünden istifade ederek onu kolayca altedebilirsiniz. Ben o ana kadar yediğim küfürlerden ve çok stresli bir müsabakadan sonra kontrolümü tamamen kaybetmiştim. Ne olduğunu anlayamadan diz kapağına attığım tekmeyle rakibimi önce şoka sokmuş, sonra da çok rahat kırılan sağ omuz kemiğini kırmıştım. Sonrası artık kolaydı. Kırılan burnu, dağılan çenesiyle, zannediyorum öldü diyerek onu hırıltıları ve kırılan kemikleriyle yerde bıraktım. Rakibime vurmaktan benim de iki el parmağım kırılmıştı (…) Dayak yiyen rakibim 1 yıl sonra elinde çikolata paketi ve çiçekle evime geldi. Yediği sopayı unutamamış”.