Aralık
sayımız çıktı

Baharı karşılamak

Günlük siyasetin, yıllık hatta yüzlerce yıllık acılara-felaketlere, ağır bedellere yol açması; iktidarı elde tutan “devlet adamları”nın ise genellikle bunlardan “yırtması”, dünya tarihinin en trajik sayfalarını oluşturur. Özellikle 19. yüzyıldan günümüze kadar geçen dönemde, “halk adına” hareket eden kimi liderler ve “demokratik meclisler”; krallara, padişahlara rahmet okutacak katliamlara, kepazeliklere, ihanetlere imza atmıştır (bkz: Tanju Akad’ın yazısı, sayfa: 32-33).

Tabii tüm bunlar olup biterken -masum insanlar ölüp giderken-, bugün adına “halk” dediğimiz bizlerin de tamamen mağdur olduğunu, hiçbir sorumluluğu bulunmadığını söyleyemeyiz. Fransız İhtilali’nden bu yana geçen 235 senede; “yahu bizimki ne ki, adamlar hamuduyla götürüyor” veya “oğlum serserinin tekine arabayla çarptı diye hapse mi girecek yani?” diyerek küçülttüğümüz ahlaksızlıklar, rezillikler; baştakilerin hukuk-adalet tanımayan yaklaşımlarını haklı çıkarmadı mı?

Kemal Beydilli hocanın dediği gibi (bkz: Sinan Çuluk’un yazısı, sayfa: 29-32) “zarureti meziyet haline getirerek”, çok uzun yıllardır kendimizin gayet ahlaklı, Batılılar’ın ise “yalancı ve sahtekar” olduğunu iddia etmiyor muyuz? Bu satırlar yazıldığı sırada, Moskova’da yaşanan terör saldırısında katledilen insanlar için bile, “bırakın onları, siz Filistin’e bakın” diyenler; insan acılarını siyasi pozisyonları için bir “malzeme” görenler yok mu? Sosyal medyada “tamamen duygusal nedenlerle” şu veya bu kişiye, kuruma saldıran suikast timleri her geçen gün artmıyor mu?

Ateşe düşmüş bir dünyada, gayet kritik günler yaşanırken birbirimize düşmek; aynı milletin coğrafyanın insanları olarak birbirimizden bu denli nefret etmek, tarihin hiçbir döneminde kaydedilmemiş bir olgu. “Öteki” denilene duyulan reaksiyon, maalesef büyük oranda siyasetçilerin de kullandığı-beslendiği bir kirli damar oldu ülkemizde. Üretimsizlikle, verimsizlikle, tembellikle büyüyen nefretler; neredeyse tüm temel ahlaki normları, en temel sevgi-saygı hissini, en basit güvenlik ihtiyacını, kısacası en yalın varolma hakkını dahi tahrip etti. Din-iman-ırk-köken üzerinden yıkıp dökmekle, hak-hukuk-isyan- devrim üzerinden yıkıp dökmekler arasında bir fark bulunmadığını; bu ideolojik şiddetlerin karaktersizliğini defalarca dile getirdik, yazılarımıza taşıdık. Tarih bize anlamsız-karşılıksız böbürlenmelerle geçmişe sahip çıkılamayacağını; boş vaatler ve “gazlamalar” ile çocuklar için bir gelecek kurulamayacağını gösteriyor. Ancak ve ancak ortaya koyduğumuz, ürettiğimiz kaliteli malzemelerle; itinalı, kalıcı işlerle bir referans oluşturabiliriz.

Günahları gömmek, sevapları imkansız kılar. Hesaplaşma-yüzleşme olmazsa, geçmiş kepazelikler yeni nesillere aktarılır. Başarılar cezalandırılırsa, umutsuzluk hepimizi kuşatır. Tarihten aldığımız derslerle, birlik-beraberlik içinde karşılayalım ilkbaharı.