Eylül 2024 Sayımız Çıktı

Millet adına yaptıkları katliamlarla krallara, padişahlara rahmet okuttular ‘Halkın Siyasetçileri’

ANALİZ

Fransız Devrimi’nden bu yana, son 235 yılda öne çıkan siyasetçilerin önemli bir özelliği; “Tanrı adına” yöneten hükümdar için değil, “halk adına” çalıştıkları iddiasını taşımalarıydı. Ancak bu kişiler, çok daha büyük ve kanlı katliamlardan sorumlu olacaklardı.

Yakın tarih, siyasetin yapılış tarzıyla birlikte, siyasetçilerin profilin­de de büyük değişimlere yol açtı. Siyaset her zaman bir güç oyunuydu ve gelecekte de öyle kalacak; ama oynanış biçimi değişirken, katılanların tabanı da hızlı bir genişleme gösterdi. Eski rejimlerde siyaset, esas olarak hükümdarın çevresinde yer alabilen veya yerel güç sa­hibi olan azınlıkların tekelinde iken, bugün her kesimden insa­nın yer alabildiği bir faaliyet.

Elbette herşey bir anda Fran­sız İhtilali ile ortaya çıkmadı. Örneğin Cromwell’in (1599-1658) İngiltere’sinde de kralın otoritesi bitmiş, “kellesi uçmuş”; zenginlerin ve orta sınıfla­rın temsilcilerinden oluşan parlamento bir süre varlığını sürdürdükten sonra feshedilip diktatörlük kurulmuş; akabin­de monarşi ve parlamento geri gelmişti. Amerikan İhtilali’nde de (1765-1783) kralın otoritesi reddedilmiş ve genel oya da­yanan bir temsilî rejim oluştu­rulmuştu. Ancak esas değişim Fransız İhtilali ile ortaya çıktı. Bu ülkede aristokrasi ve üst sınıftan ruhbanın yerini tüc­carlar, avukatlar ve genel olarak “orta sınıf” adı verilen kesim alacak; ihtilalin millî meclisi, iktidarını yitirdiği birçok döne­mi atlattıktan uzunca bir süre sonra tekrar gerçek güç sahibi olacaktı.

Fransız Devrimi savaşları ve Napoléon dönemi, bütün dün­yada günümüz siyasetinin ana biçimlerini tayin eden bir etki meydana getirdi. Bunların ba­şında uluslaşma hareketlerinin büyük hız kazanması, moder­nizasyon ve reform girişimleri, hukuk önünde eşitlik ilkesi, daha iyi bir vergi sistemi gelir. Elbette eğitimi de içeren çok geniş programlar, uluslaşmay­la birlikte her ülkede çok hızlı değişimleri getirdi. Batılılar bunlara “burjuva demokratik devrimleri” adını vermiştir.

Kapak_Dosyasi_11
1792’de “Eylül Katliamları” olarak anılan olaylarda, Paris’teki La Salpêtrière isimli kadın hapisanesinde fuhuşla suçlanan 40 kadın katledilmişti.

Biz de, tüm diğer ülkeler gibi, kendi farklı ve özel biçim­lerimizle benzer süreçlerden geçtik. İktidarı padişah ve ulema ile her dönemde farklı oranlarda paylaşan sivil ve as­ker bürokrasi, modernleşmenin ana itici gücü oldu. Devlet (ve daha eskiden ruhban) kademe­lerinde yükselmek suretiyle po­litikada etkin konuma gelmek her ülkede geçerli olan bir yoldu ama, iktidarın paylaşılması mülk sahiplerinin yapısına göre farklılaşıyordu.

Son 235 yılda öne çıkan si­yasetçilerin önemli bir özelliği, “Tanrı adına” yöneten hüküm­dar için değil, “halk adına” hareket ettikleri iddiasını taşı­malarıydı; kitlelerin gözündeki meşruiyet için bu gerekliydi. Ne var ki “halk adına” yürütülen siyaset, son derece aşırı uygula­maların hayata geçirilmesine de meşruiyet kazandırıyordu; örneğin belli bir kategorideki “halk düşmanları”nın imha­sı Fransız Devrimi terörüyle başladı. İhtilalin terör dönemi, aristokratları giyotine gön­derirken; 20. yüzyılda Naziler Yahudiler’i, komünistleri, Ro­manlar’ı ve bedensel engellileri toplu olarak katletmeye başla­yacaktı. Bolşevikler ve sonra da Çin’deki yönetim, rejim düş­manı addettikleri milyonlarca kişiyi, zengin köylüyü imha etti.

“Halk adına terör” mirası kalıcı olacaktı. Jacobenler’den Naziler’e ve Bolşevikler’e kadar her katliamcı grup, bunu çeşitli komplo ve yalan-dolanla ger­çekleştirdi. Bu durum, ilkesiz küçük hesapçıların, ihtiras sa­hibi demagog ve kariyeristlerin öne çıkmasını kolaylaştırdı.

Kapak_Dosyasi_12
20 yüzyılda Hitler’in önderliğinde Naziler Yahudiler’i, komünistleri, Romanlar’ı ve bedensel engellileri toplu olarak katletti. Stalin SSCB’de, Mao ise Çin’de milyonlarca kişinin ölümünden sorumluydu

Ancak şüphesiz madalyonun diğer yüzüne bakmak gerekir. Çok sayıda iyi insan, yeni re­jimler sayesinde politik hayatta yerini aldı. Monarşilerin barışçı olan veya olmayan yollarla tasfiyesi, insanlık tarihinde son derece kısa bir sürede ger­çekleşti. Elbette “halk adına” yapılan işler her zaman terör seviyesine çıkmadı; ama bu kabul edilemez uygulamalar, daha sonra gelen tüm siyaset­çiler için bir meşruiyet gerek­çesi oldu; yerel yöneticilerden diktatörlere, meclis üyelerin­den ihtilalcilere, iktidar veya muhalefetteki her tür politikacı tarafından kullanıldı ve kulla­nılmaya devam ediyor. Keza, halkların savaşları da kralların savaşlarından çok daha kanlı oldu.

“Halk adına siyaset” pren­sibi, her ne kadar her türden demagog ve fırsatçıya iktidar yolunu açmış olsa da; gerek 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi gerekse aynı aydın­lanma etkilerini taşıyan 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildir­gesi, modern demokrasilerin kurulmasında referans teşkil etti. Uygulamadan bağımsız olarak, hukuk önünde eşitlik ilkesi genel kabul gördü. Yine bu metinlerde yer alan “meşruiye­tini yitirmiş yönetimlere karşı direnme hakkı” da her türden ihtilalci ve darbeci için haklı veya haksız şekilde meşruiyet vasıtası sayıldı. 4 Atlantik cum­huriyetinden başlayarak kısa sürede dünyanın her yerinde, yönetimin yegane meşru temeli sayılan ve giderek çoğalan millî ve yerel meclisler, her türden iyi ve kötü politikacılarla doldu. Politikacılar, yeni mülkiyet hi­yerarşisine paralel mali bağlar geliştirdiler. Bunlara yargı ve yönetimden, basın mensupları ve akademisyenlere kadar her alanda faaliyet gösterenler de eklenecekti.