Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Druidler: Dinlerden önce insana-dünyaya hükmettiler

‘BATI’NIN ŞAMANLARI’ VE RUHLARLA İLETİŞİM KANALLARI

Batı’da milattan sonraki asırlara, Roma İmparatorluğu’na kadar hüküm süren ana inanç sistemi, Druid adı verilen seçilmiş kişiler/şifacılar/büyücüler tarafından şekillenmişti. Bunlar hem Doğu’daki Şamanlar gibi doğa temelli bir tapınmayı esas alıyor hem de dünyevi konularda otorite sıfatıyla karar veriyorlardı. Günümüze uzanan etkileriyle…

Sibirya ve Ortaasya’da çok eski çağlardan beri varlı­ğını sürdüren Şamanlık belki de en kadim inançlardan biri; ruhlar dünyası ve gökyü­zündeki varlıklarla insanoğlu arasındaki ilişkiyi temsil eden bir güç. Şamanlar ise kimilerine göre ruhların hakimi, kimilerine göre onların hükmü altında olanlar. Bu dünya bir Şaman’a göre iyi ve kötü ruhlarla dolu; o ise bunlarla iletişime geçmek, iyi olanlardan faydalanmak kötü olanlara karşı da diğerlerini korumakla görevli. Bu görevden kaçışı ya da görevi reddetme gibi bir seçeneği yok. Eğer bunu yaparsa, inanışa göre ya delirir ya da genç yaşta ölür.

Şaman olarak seçilmiş olma­nın ilk belirtisi “gömlek”le, yani amniyon membrana denen bir zara sarılı şekilde doğmaktı. Bu şekilde doğan çocuğun, zaman içinde ruhunu bedeninden ayır­mayı başardığına, kimi zaman da ruhunu bir takım hayvanların kılığına sokarak gezinmeye baş­ladığına inanılıyordu. En önemli özelliklerden biri ise ölülerle temas kurabilme yeteneğiydi. Şamanlar, ruhlar ve Tanrılar ile insanlar arasında arabulucu ve büyücü, yeri geldiğindeyse hekim ve kahin olarak görülüyordu.

Antik-Tarih-1
Stonehenge ve diğer megalitik anıtların Druidler tarafından yapılmış olduğu iddiası, arkeolojinin kurucularından kabul edilen William Stukeley’in (1687- 1765) çabasıyla yaygınlaşmıştı.

Ünlü dinler tarihçisi Mircea Eliade’ye (1907-1986) göre Şamanlık, “kurumsal dinlerde rastladığımız mistik deneyimin ilkel toplumlardaki şekli”ne karşılık gelir. Başka bir ifadeyle “arkaik esrime” tekniklerinden biridir; hem gizemcilik hem büyü hem de terimin geniş anlamıyla bir tür dindir. Pek çok Batılı araştırmacı ise Şamanlığı kültürlerarası bir kavram olarak görme eğiliminde olup, bunun sadece Sibirya bölgesine özgü olarak kullanılmasına karşı çıkar. Onlara göre Şamanlık, “avcı-toplayıcı olarak adlandırı­lan basit toplumlarda bulunan dinsel-büyüsel uygulamalar”ı ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdır. Tarih öncesi bu tip toplumlarda din adamları Şaman, daha hiyerarşik şekilde organize olmuş toplumlarda ise rahip olarak adlandırılır; “ilkel” kültürlerde ise Şaman kavramı, dinî ayinleri yöneten ve şifa dağıtan kahinleri ifade etmek için de kullanılır.

Özellikle Eliade’nin Şamanlık üzerine çalışmaları ve tezlerinin etkisiyle, Batı’da Şamanlık dünyanın neredeyse her yerinde bulunan “doğayla ilgili inançlar”ı açıklamada kullanılan bir kavrama dönüştü. Elbette bu tartışmaya açık bir konu; ancak Eliade’nin bizim açımızdan daha önemli bir iddiası, Sibirya’nın tarih öncesi dönemde Yunan, Roma ve Mezopotamya’dan etkilenmiş olduğudur. Bu iddiaya karşı bir Türk araştırmacı Doç. Bilal Toprak ise tam tersi bir durumun gerçekleşmiş olabile­ceğini ve bunun araştırılmaya muhtaç bulunduğunu belirtir.

Antik-Tarih-2
Kıta Avrupası’ndaki Druidler, doğayla olan ilişkileri, ruhlarla olan etkileşimleri ve ruh göçü inançlarıyla Şamanlara oldukça benziyor.

Şamanlık gerçekten de Sibirya dışına çıkmış ve başka kavim ve toplulukları etkilemiş olabilir mi? Örneğin Anadolu, Doğu Avrupa ve Britanya’ya dağılan ve Avrupa’nın gerçek kurucu­ları olarak tanımlanan Keltler, Şamanlarla karşılaşmış ve karşılıklı etkileşime girmiş ola­bilirler mi? Keltlerin Avrupa’da ilk ortaya çıktığı yerlere, örneğin Karpatların doğusuna nereden geldiklerini bilmiyoruz. Ancak Şaman pratikleriyle benzerlikler gösteren uygulamalara sahip bir topluluk var ki oldukça dikkati çekici: Bunlar, Romalıların Britanya Adası’nı istila ettiklerin­de karşılaştıkları ve Kelt kökenli oldukları düşünülen Druidler. Kıta Avrupası’nda da bulunan Druidler doğayla olan ilişkileri, ruhlarla olan etkileşimleri ve ruh göçü inançlarıyla şamanlara oldukça benzer.

İlk defa Julius Caesar’ın De Bello Gallico et Civilii isimli ese­rinde karşımıza çıkan Druidler, Kelt ırkının ve geleneklerinin koruyucusu olan bir rahipler sınıfıydı. Toplumları içinde bilgi ve bilgelikleriyle büyük saygı gören ve neredeyse her sözleri kanun kabul edilip yerine getirilen Druidler, aynı zamanda çok güçlü birer büyücüydü. Bunlar kimilerine göre doğanın koruyucuları, kimilerine göre de insan kurban eden gözünü kan bürümüş vahşilerdi. Hangi görüş doğru olursa olsun, hem Galya’da hem de Britanya Adası’nda Kelt halkının istilacı Roma’ya karşı durmasında en büyük rolü oynadıklarını ve yokedilmelerine kadar Kelt birliğinin en sağlam teminatı olarak kaldıklarını kabul etmemiz gerekir.

Antik-Tarih-3
Günümüz Druidleri, geleneksel toplantılarını ve ibadetlerini Stonehenge gibi mekanlarda sürdürüyor, 2020.

Caesar’a göre Galya’daki bütün üst düzey görevliler ya soylulardan (equites) ya da Druidler arasından seçilirdi. Druidler eğitimli rahip sınıfıydı; sözlü kadim gelenekleri korur ve uygulardı; yargılama hak ve gücüne sahipti. Herhangi bir kişiyi toplumdan dışlama veya dinî törenlere katılmaktan men etme yetkileri de vardı. Askerlik yapmak ve vergi vermek gibi mükellefiyetleri ise yoktu. Druidlik babadan oğula geçen bir imtiyaz değil, eğitim ve seçimle kazanılan bir unvandı. Her bir Druid uzun ve zorlu bir eğitim sürecinden geçirilir ve özel bir törenle rahiplik nitelik­lerini kazanırdı. Caesar, sözlü geleneğe bağlı olan bu öğretinin tam anlamıyla sindirilmesinin en az 20 yıl sürdüğünü belirtir.

Druid inancının temel noktası ise ruh göçü ve Tanrılarla iletişime geçmek için insan kurban etme ritüeliydi. Bu durum Caesar dışında Lucan, Suetonius, Cicero ve Tacitus gibi pek çok Romalı yazar tarafından dile getirilmiştir. Roma’da Augustus devrinin sonlarında bir çok kehanet ve bilicilik uygulamalarının yasaklanmasından Druidlik de nasibini almış, kesin olarak Roma’dan silinmesi ise Tiberius zamanında (1. yüzyıl) olmuştur. Senato kararıyla Druidlik ve Druidler Roma’dan tamamıyla çıkarılmıştır. Bunun ana sebebi olarak Druidlerin insan kurban etme uygulaması gösterilmiştir. Ancak Druidlik, gizli olarak halk arasında neredeyse 4. yüzyıla kadar varlığını devam ettirecektir.

Antik-Tarih-4
Kadın Druid. Fransız ressam Alexandre Cabanel’in çizimi.

Bir başka Romalı yazar Diodorus Siculus ise, MÖ. 1 yüzyılda yazdığı Bibliotheca Historia isimli eserinde Druidler hakkında şöyle der: “Bunlar geleceği kuşların uçuşuna bakıp ötüşlerini dinleyerek ve kutsal saydıkları hayvanları kurban edip iç organlarıyla kanlarının akışına bakarak tahmin ederler­di. … çok önemli bazı meselelerde ise insan kurban ederlerdi. Önce kurbanın göğsünü ve karnını bir hançerle yararlar, iç organlarının dökülüşü ile kanının akma biçi­mine göre geleceği okurlardı.”

Druid inancının en karakte­ristik özelliklerinden biri ruhun ölmezliği ve göçüdür. Druidler bütün eğitimlerini ruhun yokedilemezliği ve bulunduğu beden öldükten sonra bir başka bedene geçtiği düşüncesi üzerine şekillendirdiler. Bu inanç ölümün bütün korkunçluğunu yokediyor ve insanı olabilecek en cesur hâle getirmeyi mümkün kılıyordu.

Aynı konuda Yunan kökenli Romalı tarihçi Lucius Cornelius Aleksander Polyhistor yine MÖ 1. yüzyılda şöyle yazar: “Galyalılar arasında insan ruhunun ölümsüz olduğuna ve bulunduğu bedenin ölümünden belirli bir süre sonra başka bir bedene geçtiğine dair Pythagorasçı bir inanç karşımıza çıkmaktadır.” Bunun dışında Druidlerin astronomiye büyük önem vermiş olduklarını; yerin coğrafi durumu, doğa felsefesinin farklı alanları ve dinle ilgili problemleri incelediklerini de yine Roma dönemi kayıtlarından biliyoruz.

Druidler, Kelt toplumu içerisinde otoriteleri kesinlikle sorgulanamayan yol gösterici bilge kişilerdi. O kadar etkililerdi ki Diodorus (MÖ 1. yüzyıl) ve Strabo’dan (MÖ 1. yüzyıl) ayrı ayrı öğrendiğimize göre savaşmak üzere olan iki ordunun arasına girip savaşı bitirme gücüne bile sahiplerdi. Strabo, Druidler için “insanların en adil olanları” demektedir. Druidler üzerine pek çok eserde bahisler bulun­masına rağmen ismi verilerek herhangi bir klasik metinde ken­disinden bahsedilen tek Druid’e Cicero’nun De Divinatione (MÖ 1. yüzyıl) adlı eserinde rastgeliriz. Cicero, Galya’daki kahinler ve kuş falcılarından bahsederken Haedui kavminden Diviciacus’u bir Druid olarak tanıtır.

Kadın Druidler ise “Dryades” adı altında 3-4. yüzyıllara tarih­lenen imparatorluk biyografileri Historia Augusta’da karşımıza çıkar. Her ne kadar Dryadeslerin gerçek anlamda Druid olup olmadıkları tartışmalıysa da yine de Roma’da 3-4. yüzyıllarda halk arasında Druid inancının ve uygulamalarının bir şekilde devam ettiğini göstermesi bakımından bu kayıt önemlidir.

Antik-Tarih-5
Panoramix, yere kadar uzamış bembeyaz sakalları, beyaz cüppesi, kırmızı pelerini, her zaman yanında taşıdığı altından yapılma küçük orağı ve sihirli iksiri ile.

Kıta Avrupası’ndaki Druidler, Galya’nın Romalılaştırılma politikası sebebiyle yokedil­diler. Zaman zaman Roma’nın güçsüzleştiği dönemlerde ortaya çıkmaya çalışmışlarsa da, Druidler 1. yüzyılda büyük ölçüde Avrupa’dan silindiler; ancak varlıkları Britanya adasında sürmeye devam etti. Galya ve Bretagne’da ciddi kovuşturmaya uğrayan Druid inancı, ilmî ve kozmogonik yanlarından arındırılmış bir bi­çimde ağırlıklı olarak İrlanda’da devam etti. Britanya Adası’nda Hıristiyanlığın yayılmasına karşı önemli bir engel teşkil eden Druidler ve Druid inancı, 6. yüzyılın sonlarında ortadan kalktı; ancak izleri ve etkileri erken Ortaçağ boyunca devam edip 12. yüzyıla kadar sürdü.

Avrupa’da 16. yüzyıla gelin­diğinde, Druid inancı yeniden keşfedildi. Kelt mirasına yönelik ilgi artarak devam ediyordu. Özellikle John Aubrey’in (1626- 1697) ortaya attığı Stonehenge ve diğer megalitik anıtların Druidler tarafından yapılmış olduğu iddiası, arkeoloji bilimi­nin kurucularından kabul edilen William Stukeley’in (1687-1765) çabası ve yayınlarıyla geniş kesimlere ulaştı. John Toland 1717’de “Antik Druid Düzeni” (ADO) adlı oluşumu kurdu. Bu örgüt, 1964’te ikiye bölünene kadar faaliyetlerini sürdürdü. Oluşumun “Seçilmiş Şef”i, 1799’dan 1827’ye kadar ünlü İngiliz şair ve ressam William Blake’ti.

Chateaubriand 1809’da bir Druid rahibesi ile Romalı askerin lanetli aşkını anlattığı Les Martyrs’i yazdığında, Druidler popüler kültür içerisinde ilk defa görünmüş olur. Giovanni Pacini’nin 1817’deki “Trieste” ve Vincenzo Bellini’nin 1831’deki “Norma” operaları ile Druidler tekrar sahneye çıkar.

20. yüzyılda popüler kültüre damga vuracak ve belki de en çok tanınan ve sevilen Druid karakteri gelir: 1959’da önce Pilote dergisinde yayımlanmaya başlanan Astérix çizgiromanın­daki Panoramix (Getafix)! René Goscinny (1926-1977) tarafından yazılan, Albert Uderzo (1927- 2020) çizilen kült çizgiromanda, Astérix ve Obélix’in yanısıra 3. kahraman da köydeki Druid Panoramix’tir. Yere kadar uzamış bembeyaz sakalları, beyaz cüppesi, kırmızı pelerini ve her zaman yanında taşıdığı altından yapılma küçük orağı ile tipik bir Druid’dir. Romalıların neredeyse bütün coğrafyalara hakim olduğu dönemde (1. yüzyıl) geçen hikayede, sadece Fransa’nın kuzeyindeki küçük bir Galya köyü işgal edilememiştir; bunun nedeni de Panoramix’in hazırladığı ve içene insanüstü bir güç veren iksirdir. Bilge Panoramix, aynı zamanda köyün eğitmenidir; eğlencesine yapılan kavgalara bile karışmaz. Sihirli iksiri, köylülerin bencil davranış­lar içinde bulunduğunu gördüğü zamanlarda hazırlamaz. Her zaman Asterix ve arkadaşlarının akıl hocasıdır. Onlara yol gösterir, akıllıca tavsiyelerde bulunur.

Antik-Tarih-6
“Yüzüklerin Efendisi” filminde Gandalf (üstte); “Yıldız Savaşları”nda Obi van Kenobi (ortada); “Harry Potter”da Albus Dumbledore (en altta) gibi karakterler tipik birer Druid rahibidir.
Antik-Tarih-7

Panoramix tiplemesi o denli başarılı olur ki, popüler kültürde sonraki yıllarda ortaya çıkacak bir çok kült filmin iskeletini teşkil eder. “Yüzüklerin Efendisi” filminde Gandalf; “Yıldız Savaşları”nda Obi van Kenobi; “Harry Potter”da Albus Dumbledore gibi karakterler tipik birer Druid rahibidir. Edebiyat alanında ise hala büyük bir zevkle okunan ve beyazperdeye de ma­ceraları defalarca aktarılan Kral Arthur’un akıl hocası büyücü Merlin de birçokları tarafından son Druid olarak kabul edilir.

Antik-Tarih-8

Son dönemlerde araştırmacı­lar, Britanya’da MÖ 2000’lerden itibaren bir ön-Kelt uygarlığının yaşamış olabileceğini dile getirmekte. Sözkonusu yapıları inşa edenlerin de bunlar olabi­leceği düşüncesi her geçen gün daha fazla taraftar toplamaya devam ediyor. Birçok mistik unsurun da katılımıyla tarih boyunca şahit olduğumuz Druid inancından oldukça farklılaşmış olan günümüz Druidliği, artık bağımsız bir din olarak kabul edilmekte ve müritleri her geçen gün artmakta. Doğayı koruyarak yaşamayı ilke edinmiş günümüz Druidleri, geleneksel toplan­tılarını ve ibadetlerini Ada’nın bir çok yerinde karşımıza çıkan Stonehenge gibi mekanlarda sürdürüyor (Council of British Druid Orders: www.cobdo.uk).

KATEGORİLER-SINIFLANDIRMALAR

Hep Güneş’in etrafında toplandılar

Druidler pek çok farklı görev ve yetkiye sahipti. Öncelikle yargıç konumundaydılar; üstün güçleri ve bilgileri sebebiyle şifacı ve kahindiler; bütün dinî meselelerin tek otoritesi olarak bilgin-rahip, kadim bilgilerin sahibi olarak eğitimci ve sezgilerinin gücüyle de kral-seçen kişiydiler. Druidler kendi aralarında da 3 farklı kategoriye ayrılmışlardı:

Ozan Druid (Bard): Müzik, şiir ve sanatsal yetenekleri ile ön plana çıkanlar.

Büyücü Druid (Ovates veya Vates): Öncelikle sezgi gücü ve büyü yetenekleriyle şifacılık, astroloji ve keha­net konularında yetenekleriyle ön plana çıkanlar.

Druid: Yargıda bulunma, toplumsal tören ve ritüelleri yönetme, esinlenme, cezalandırma-ödüllendirme ve her konuda doğru karar verebilme yeteneklerine sahip olanlar.

Druidler kendi aralarında yaptıkları toplantılarda daima bir daire oluşturacak şekilde otururlardı. Bu, herhangi birinin diğerinden üstün olmadığını gösterme­nin yanısıra, mevsimsel döngüyü de sembolize ederdi. Başlangıç ya da son yoktu. Öte yandan daire biçimi Güneş’i de sembolize etmekteydi. Druid inancında yapılan ve konuşulan her şey Güneş’in gözünün önünde ve birbirlerinin şahitliğinde gerçekleştirilirdi.

BRİTANYA VE İRLANDA’DAKİ GELENEK

Kelimeler, meşe ağacı ve bilgelik sembolleri

Antik-Tarih-Kutu-1
Thomas Pennant’ın A Tour in Wales isimli kitabında Romalı askerlerin Druidleri
yakalamasını ve işkence etmesini tasvir eden çizim.

Antik çağ yazarları içinde Britanya’daki Druid inancından bahseden tek yazar Tacitus’tur. Genel anlamda Druidlere karşı düşmanca bir yaklaşım sergi­lemiş olan Tacitus, onları insan kurban eden ve sunak­ları her zaman insan kanıyla ıslak vahşiler olarak anlatır. Druidlerin büyü gücüyle ilgili olarak Tacitus’ta şöyle bir olay anlatılır: “Mona Adası’na (Galler adası Anglesey) yapılan ve başında Suetonius Paulinus’un bulunduğu bir saldırıda askerlerimiz karşılarına bir gurup Druid çıkınca dehşete kapıldılar. Druidler ellerini gökyüzüne kaldırıp büyülü sözler söyleyerek askerlerimizin üzerine felaket yağdırdılar.” Tacitus, “böyle bir olaya daha önce şahit olmamış askerlerimiz çok korkmuştu ama sonunda Roma cesareti üstün geldi ve düşmanı yendik” diye devam eder. Sonuçta Romalılar adadan Britonları sürdü ve kutsal korudaki ağaçların hepsini kestiler.

Adalar’daki Druid varlığı ile ilgili en önemli kanıt, ada Keltçesi’nde yer alan “druwid” kelimesi. Eski İrlanda dilinde yer alan ve büyü anlamına gelen “draoiocht” kelimesi de bir başka kanıt. Galler dilinde ise geleceği gören, kahin manasında “dryw” kelimesi bulunuyor. İrlanda dilinde yer alan “faith” kelimesi ile Galler dilin­deki “dryw” kelimesi arasında etimolojik bir bağ olduğu düşünülüyor.

Öte yandan İrlanda’daki Druid geleneğinin 7. yüzyıla kadar sürmüş olabileceğine dair gösterilen bir diğer kanıt da, Augustinus Hibernicus’un De Mirabilibus Sacrae Scripturae adlı eseri. Bu eserde kuş formunda gerçekleşen ruh göçü öğretisini anlatan “magus”lardan bahsediliyor. Latince ve İrlanda dillerinin karışımından meydana gelen Hiberno-Latin dilinde “magus” kelime­sinin sıklıkla Druid kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığı bilinmekte.

İrlanda ve İskoç dillerinde Druid, bilge adam anla­mına geliyor. Galler dili ile Cornwall dilinde ise “büyü ya da meşenin gizemine (bilgisine) vakıf olan” anlamla­rına sahip. Meşe ağacı Kelt mitolojisine göre dünyalar arasındaki kapıların ağacı, bir geçiş noktası. Öte yandan meşe ağacı Kuzey Avrupa’nın en yüksek ağacıydı ve bu sebeple yıldırımların en fazla üstüne düştüğü ağaç olarak da dikkati çekiyordu.

KUTSAL İMGELER VE AYİNLER

Koruları koruyan korkunç konuklar

Yaşlı Plinius’tan (1. yüzyıl) öğrendiğimize göre, Druidler doğaya ait imgelere yani doğanın farklı görünümlerine kutsallık atfetmekteydi. Bu imgelerin en bilinenleri korular, meşe ağacı ve ökse otudur. Kimi uzmanlar buradan yola çıkarak Druid inancını animizm­le özdeşleştirmiştir.

Druidler, toplantılarını taştan tapınaklar ya da farklı yapılarda değil kutsal kabul ettikleri korularda yapar­lardı. Kelt çoktanrıcılığında “Nemeton” da denen kutsal korular, Druidler tarafından korunurdu. İnsan ve hayvan kurban törenleri burada gerçekleşirdi. Bu korulara Almanya, Macaristan, İsviçre gibi Orta Avrupa ülkele­rinden başka Fransız Galyası’ndan Türkiye’ye, Kuzey İrlanda’dan Finlandiya’ya kadar pek çok yerde rastlan­mıştır. Nemetonlar genellikle hendek ve siper kazıkları ile çevrelenmiş dörtgen biçimli korulardı. Ülkemizde Galatya bölgesinde bulunan Nemeton’a, Strabo’ya göre “Drunemeton” adı verilmekteydi. Lucan Pharsalia adlı eserinde böyle bir koruyu biraz abartarak tasvir eder: “Nemeton’da hiçbir kuş yuva yapmaz ya da hayvanlar dolaşmaz. Ağaçların yaprakları hiç esinti olmamasına rağmen sürekli hışırdayıp durur. Korunun tam ortasında bir sunak vardır ve hemen yanında Tanrılarının tasviri yer alır. Her bir ağaç bu sunakta kurban edilmiş kişilerin kanlarıyla lekelenmiştir. Toprak sürekli derinden gelen bir kükremeyle sarsılır. Yıkılmış ağaçların çevresi alev­lerle çevrilidir. Devasa yılanlar meşe ağaçlarının etrafını sarmıştır. İnsanlar koruya yaklaşmaktan korkarlar hatta rahipler bile gün ortası veya geceyarısında korunun ilahî koruyucusu ile karşılaşmamak için oraya gitmezler.”

Druidler için meşe ağacı (quercus) ve ökseotu da (viscum album) kutsal kabul ediliyordu. Bu konuda en önemli ve tek kaynağımız 1. yüzyılda yazılmış olan Yaşlı Plinius’un Naturalis Historia isimli eseridir: “Druid adını verdikleri büyücüleri için en kutsal şey ökseotu ve bu otun üzerinde yetiştiği meşe ağacı idi. Ökseotu son de­rece az bulunan bir ottu ve rastgelindiğinde özel bir tö­ren eşliğinde ayın 6. gününde kesilirdi. Her şeyin şifacısı olarak görünen ay kutsandıktan sonra ağacın hemen altında bir ziyafet sofrası kurulur ve kurban töreni için hazırlık yapılırdı. Bu törende beyaz bir kıyafet giymiş Druid ağaca çıkar ve altın bir orakla ökseotunu kesip yine beyaz bir pelerinin içine koyardı. Hemen sonra 2 boğa kurban edilir ve verdiği nimet için Tanrılara dua edilirdi. Druidlere göre ökseotu katılmış içkilerin içirildiği hayvanlarda doğurganlık artar ve bu içki her türlü zehre karşı bir panzehir haline gelirdi.” Roma’nın ilk coğraf­yacısı kabul edilen Pomponius Mella da 43 yılındaki De Situ Orbis adlı eserinin 3. bölümünde Druid ayinlerinin gizli olduğunu ve koruluklar dışında mağaralarda da yapıldığını ilk yazan kişidir.

V0036085 "The druids; or the conversion of the Britons to Christ
S.F. Ravenet tarafından Druidlerin ökseotunu kesişini tasvir eden 1752 tarihli gravür. British Museum koleksiyonu.