Moğollar’ın yaşayan efsane bas gitaristi Taner Öngür, 2017’de “Elektrik Gramofon” adıyla çıkardığı plaktan sonra şimdi de “Elektrik Gramofon 2”yi hazırlıyor. Tarihe geçmiş ünlü isimlerin, bestecilerin ve hadiselerin “sesleri” duyuluyor; Türkiye’nin her alanda hasret kaldığı bir devamlılık, notalarla günümüze taşınıyor.
Bir sinema dolusu ortaokul öğrencisi. Üzerlerinde okul üniformaları. Haftaiçi, daha tam öğle olmamış, ama okulu asıp Şehzadebaşı Sineması’nı doldurmuşlar. 1964 yılındayız. O zamanların sinemalarında bugün için tuhaf bir uygulama var. Gün boyunca tüm film gösterimlerinde sinemanın kadrolu müzik grubu sahneye geliyor ve minik bir konser veriyor. Ne mi çalıyorlar? O günün tüm dünyada gençleri ayağa kaldıran popüler parçalarını: Elvis, Rolling Stones, Animals, Ricky Nelson, Dave Clark ve tabii illa ki Beatles… Şehzadebaşı Sineması’nı dolduran yeniyetmeler de çığlıklar atarak dinliyorlar sahnede grubu. Zaten hemen hemen herkes aynı yaşta; grup elemanları da izleyiciler de…
Seyirci tempo tutuyor: “Taaneeerr çeviiirrr! Taaneeerr çeeviiirr!” Sahnedeki grubun basçısı Taner, boyu kendinden uzun kontrbası kendi ekseni etrafında bir tur attırıp ritmi kaçırmadan aynı hızla çalmaya devam ederken büyük bir gürültü kopuyor. Alkışlar, çığlıklar…
“Ortam o kadar acayipti ki; 1964 yılının İstanbul’unda, aşağı yukarı bizimle aynı yaştaki çocuklarla sabah vakti ‘beat’ partisi veriyorduk resmen! Sırrımıza ortak tek yetişkin de sinemanın sahibiydi herhalde. Günde 10 lira 50 kuruş yevmiye veriyordu bizlere. O yaş için çok güzel bir paraydı o zaman” diyor Taner Öngür bugün.
Üzerinden 60 yılı aşkın zaman geçmiş; ilk tecrübeler o sinema salonunda kazanılmış; gece kulüplerine terfi edilmiş; 4 yıl sonra 1968’de Erkin Koray’la ilk Anadolu turnesi ve derken Moğollar ile Anadolu pop günlerinin başlangıcı… Öngür hâlen Türkiye’nin dört bir yanında, sokakta Türkiye rock tarihinin en uzun soluklu grubu Moğollar’ın bas gitaristi olarak yürüyor. Son yıllarda Moğollar’ın yanı sıra kendi albüm projelerini Heybeliada’daki evinde, “hom stüdyo”sunda kaydedip, plak formatında yayınlamayı sürdürüyor.
Taner Öngür 2017’de “Elektrik Gramofon” adında az sayıda basılan bir plak yayınladığında dinleyenler biraz şaşırmıştı. 1920’lerde, 30’larda Türkiye’de yazılmış-söylenmiş, 78 devirli taş plaklara kaydedilmiş, kurmalı gramofonlarda dinlenerek eşlik edilmiş eski şarkıları yeniden yorumlamıştı çünkü. Bir zamanlar Anadolu pop akımı ilk çıktığında dönemin rock müzisyenleri “köklere dönmeye” karar vermişlerdi. Batılı akranları kendilerinden önceki folk şarkıcılarına, blues’culara gidiyorken onlar da Anadolu âşık geleneğini araştıracaklardı.
Ancak şimdi keşfedilecek ya da dönülecek başka bir müzik geleneği bulmuştu Öngür:
“Müzikle ilk ilgilenmeye başlayıp da bir şeyler çalmaya çalışırken babamın dediklerini hatırladım bir gün. ‘Oğlum şöyle ‘Çok yaşa sen Ayşe’ gibi şeyler de çalsanıza’ diyordu. Ben de ‘Baba eski onlar, biz başka yeni bir müzik peşindeyiz’ diyordum. Sonra aklıma geldi. Daha 10 yaşında falandım; bir gün babamla Gülhane Parkı’nın oradan yukarıya, Sultanahmet’e doğru çıkıyoruz. Gülhane Parkı’nın sol tarafında şimdi Alay Köşkü denilen, Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi denilen, nedense hep tadilatta olduğu için kapalı olan bir yer vardır. Babam o binayı gösterip bana şöyle demişti: ‘Burası eskiden ‘dansing’ti.’ Babam işçiydi. Haliç’te Bahariye Mensucat Fabrikası’nda ustabaşıydı. Haftasonu geldiğinde haftalıklarını aldıklarında, takımlarını giyerler, fötr şapkalarını takarlar o ‘dansing’e giderek eğlenirlermiş. Bira 15 kuruş. ‘Bing band’ orkestra var içeride. Foksrot, çarliston, swing çalıyorlar. Kendileri gibi haftalığını almış işçi kızlarla dans ediyorlar. 1930’ların İstanbul’u, kadınlı-erkekli işçi sınıfı, o yıllarda tüm dünyada moda olan müziklerle, elinde Arjantin bira bardaklarıyla eğleniyor, dans ediyor… Bir zamanların kentli işçi sınıfı… Şimdi düşününce ne kadar tuhaf değil mi? Hele son 20 yıldır yeniden yazılan tarihe bakılırsa!”
2017’de 1920’lerin, 30’ların popüler şarkılarını, operetler vasıtasıyla herkesin diline dolanmış parçalarını yeniden seslendirip biraraya getirmeye karar verdiğinde, aslında ilk amacı yıllar önce “o şarkılar eski, biz başka müzikler dinliyoruz” dediği babasına bir nevi selam göndermekmiş. İşin içine girdikçe 20’ler, 30’lar dünyasının nasıl bir derya-deniz olduğunu farketmiş.
Serinin ilk albümü Elektrik Gramofon Bayan Neriman’ın yorumuyla plağa kaydedilmiş “Karakız” ile açılıyordu. Daha ilk parçada çok eskilerden geldiği belli bir müzik ‘surf’ stilinde gitarlara adapte edilmiş, zamansız düzenlemelerle dinleyicinin karşısına çıkıyordu. Seyyan Hanım’dan “Ah Fatma”, Nazmiye Sedat Hanım’dan “Gece Kuşları”, Mahmure Handan Hanım’dan “Rampa” gibi 78 devirli taş plaklarda unutulup gitmiş şarkılara; Balkanlar’dan, Ortadoğu’ya hattâ Hindistan’a dek uzanan bir coğrafyada gerçek sahibi artık bilinemeyen meşhur “Şiki Şiki Baba” ekleniyordu. Tabii bir de albümün kapanışı ve aynı zamanda da “hit” olan parçası: “Zehra”. 1906’da Aydın’da doğan, 1922 sonrası Atina’ya göçeden Michalis Souyioul’a ait, Bağdatlı güzel bir kıza ithafen yazılmış. İlk defa 1938’de kaydedilmiş, Yunanistan’da büyük ilgi görmüş ve tabii Türkiye’de de kayıtsız kalınamamış bir aşk şarkısı. Eşzamanlı olarak Seyyan Hanım, Bayan Hikmet ve Birsen Alan tarafından seslendirilen 3 farklı versiyonu Türkçe sözlerle plak yapılmış.
Taner Öngür aynı anlayışla 2019’da “Asrî Zamanlar” albümünü yayınladı. Yine babasının gençliğinin şarkıları iş başındaydı ama bu defa 50’lere, hatta 60’ların başına dek geliniyordu. Misal: 1929’da ilk sahnelendiğinde yer yerinden oynayan Muhlis Sabahattin imzalı Ayşe operetinin “sen çok yaşa Ayşe” diye giden en bilinen parçası. Sabahattin’in kızı, bir zamanların tanınmış seslendirmecisi Ferdi Tayfur’un eşi, daha 27’sinde genç yaşta hayata veda eden Melek Kobra’nın sahnede canlandırdığı Ayşe’nin şarkısı. Yahut Dramalı Hasan Hasgüler imzalı “Asrî asrî kızlar, içerek şampanya oynayorlar rumba…”
Bir başka ilginç şarkı ise bir vapur üzerine yazılmış: “Trak, Trak, Trak, Beni Bursa’da bırak”
Öngür bu dramatik hikayeyi şöyle aktarıyor: “1934 civarı genç cumhuriyet Marmara Denizi’nde çalıştırmak için birkaç gemi siparişi veriyor Almanya’ya. Bunların ilki Trak adı verilen vapur. İstanbul-Mudanya-Bursa arasında çalışıyor. İnanılmaz popüler oluyor o yıllarda bu gemi. Gayet lüks, barı falan var. Ama aynı zamanda ucuz, herkes binebiliyor. Seferlerde bir orkestra da var yolculuğa eşlik eden. J. Alkan adıyla kayda geçmiş bir besteci, bu vapur için bir şarkı yazıyor ve plak yapılıyor. Kemal Akel Orkestrası eşliğinde Suna Özsoy seslendiriyor. Trak’ın hikayesi kötü bitiyor. 1944’te asker sevkiyatında kullanılırken Kapıdağ Yarımadası açıklarında kayalıklara çarparak batıyor, 50 kişilik mürettebattan 24’ü kurtulabiliyor. Gazeteler ‘Trak Faciası’ diye manşet atıyor ve bir de efsane yayılıyor: Geminin battığı gün plak dükkanlarında satışta olan ve parçanın bulunduğu plaklar kendi kendilerine ortalarından çatlayıp kırılıveriyorlar! Artık inanırsan…”
“Asrî Zamanlar”da işin içine başka eski zaman kahramanları da giriyordu. Fezada çarpışan Baytekin ya da tel üzerinde sırtında bir koçla yürüyen, ismiyle müsemma bir kişilik Rıfat Telgezer: “Şehzadebaşı Sineması’nda daha çocuk yaşta çalarken çok farkında değildik ama aslında o eski Direklerarası geleneğinin devamına dahil olmuştuk. Sinemaya canbazlar, jonglörler, sihirbazlar da gelir gösteri yapardı. Canbaz telde yürürken, adımlarına bas vuruşlarıyla eşlik ederdim. Rıfat Telgezer de bir zamanların en ünlü ip canbazı, artık bitmiş bir geleneğin o zamanlarki son temsilcisiydi. Onun için o şarkıyı yaptım.”
Taner Öngür şimdi yeni bir albümün heyecanı içinde. Kayıtlar sona ermiş durumda. Çok yakında kapak tasarımları da tamamlandıktan sonra aynı serinin üçüncü albümü “Elektrik Gramofon 2” adıyla yine Tantana Records etiketiyle meraklısına sunulacak.
Yeni albüm tıpkı önceki albümlerde yer alan “Zehra” ya da “Şiki Şiki Baba” gibi geniş bir coğrafyada sahiplenilmiş, ilk kimin çaldığı hep bir tartışma konusu olan “Mısırlou” ile açılıyor. 90’larda “Pulp Fiction” filmi ile tüm dünyada yeniden hatırlanan o meşhur melodi bu: “Kimine göre ilk İzmir’de çalınmış, orijinali Rumcaymış. Kimi Yahudi müziği der; herkes sahipleniyor. Niye bilinmez, o kadar güzel bir melodi ki, dünyanın dörtbir yanında sayısız versiyonu yapılmış. Tüm insanlığı etkileyen tuhaf bir büyüsü var. Dick Dale’in ‘surf’ versiyonu, Tarantino sayesinde yeniden hatırlandı. Zeki Müren’in seslendirdiği, sözlerini Suat Sayın’ın yazdığı versiyonu yeniden düzenledim ben de.”
Dramalı Hasan Hasgüler, bu albümde de yer alan bestecilerden. En son 60’larda Mavi Işıklar’ın da yeniden popülarite kazandırdığı “Kanamam” adlı parça bu albümün hit olmaya aday parçaları arasında. “Parçayı biraz 60’ların rock’n roll çalışmalarına, sanki Rolling Stones çalıyormuş gibi bir havaya getirmeye çalıştım” diyor Öngür. Bestesi yine Dramalı Hasan Hasgüler’e ait bir şarkı daha var: bir zamanlar Zeki Müren’in sesinden de kaydedilen “Kalplere Vur Bir Zımba Rumba da Rumba”. Zeki Müren demişken, yine onun sesinden bilinen bir ikinci eseri de sayalım: “Berduş”. Parça bu defa oryantal rock gitarlarla çıkıyor karşımıza.
“Elektrik Gramofon 2”, aynı Trak vapuru gibi bir başka vapura selam çakıyor ayrıca. Bu defa neredeyse günümüze geliyoruz. Malum, Paşabahçe vapuru bugün yenilenmiş olarak hâlen seferde. Rüştü Eriç imzalı eser, bir vapur için kalpten bir sevgiyle yazılmış ilginç bir çalışma.
Albümün en ilginç şarkılarından biri ise “Süreyya Sineması”. Bu eski bir şarkı değil aslında, eski bir köşe yazısı. 1934’te gazeteci Necdet Rüştü köşesinde bir yazı kaleme almış. Süreyya Sineması’nda bir geceyi anlatan yazı, şiir formunda:
“Ne bugün Çarşamba mı? Öyleyse var operet.
Sonra yer bulamayız, biraz erken gidelim.
Buraya akın etmiş genç kızlar,
Güzeller vatanısın hey gidi Kadıköy hey,
Sağa sola koşuyor sinemanın müdürü,
Maşallah çalışkandır Hikmet Bey,
L: Hanımı gördün mü? İhtiyarlamış biraz,
Mazisini bilirim ne candı ne şekerdi,
Bak şu NT hanıma sporda eşi olmaz,
Derede, Kalamış’ta iyi kürek çekerdi.”
Köşe yazısını 30’ların havasında bir şarkı hâline getirmiş Öngür: “Çok hoşuma gitti anlattıkları. Hikmet Bey dediği mesela, Nâzım Hikmet’in babası Hikmet Nâzım. Süreyya Sineması’nın müdürü o sırada. Yazının ilerleyen bölümlerinde Nâzım Hikmet de giriyor zaten hikayeye. Hatta Toto Karaca bile…”
“Elektrik Gramofon 2”de bir Seyyan Hanım şarkısı da var. İç burkan müziği ve sözleriyle kırık bir aşk şarkısı: “Hasret”. Albümün kapanış şarkısı “Haydi Dostlar Rumba”daysa yıllar öncesinden gelen bir konukla karşılaşıyoruz: Mahmure Şenses Hanım. Bol cızırtılı bir taş plaktan, 1930’dan yükselen sesiyle Taner Öngür’le düet yapıyor: “Beş şişe içtim / Biri şarap biri likör biri konyak biri bira bir de şampanya / Oldum bir kumpanya, çekerim şampanya / Yorulmak bilmeyin haydi dostlar rumba!”
“Elektrik Gramofon 2” dinleyiciyle buluşmak için şimdi gün sayıyor. Döviz kurları sebebiyle hayli yükselen maliyetler karşısında sınırlı sayıda basılacak olan plaklar, daha önceki çalışmalar gibi koleksiyoncular tarafından kısa sürede kapışılacak muhtemelen. Bulamazsanız veya zaten plak toplayan pikap sahibi biri değilseniz dert etmeyin. Önceki albümler gibi bunu da yakında dijital platformlar üzerinden dinleyebilir; neşeli şarkılara eşlik ederken bir yandan Türkiye’nin yakın geçmişi hakkında ucu açık bir muhakemeye de girişebilirsiniz. Çok yakında…