Bu sayıda Hayri Fehmi Yılmaz’la Tophane semtinde bir tura çıkıyoruz. Bizans döneminde Argiropolis (Gümüş Şehir) ismiyle bilinen Tophane, Osmanlı’da kentin en işlek noktaları olan Karaköy ile Fındıklı arasında bir geçiş noktası ve aynı zamanda bir kent meydanı. 1957’de yapılan yol genişletme çalışmalarına kurban edilen yapıları ve alanlarıyla bugün meydan algısından çok uzakta. Bir dönem denizle iç içe olan tarihi yapıları hemen her yüzyılda devam eden denizi doldurma faaliyetleri nedeniyle bugün epey içerilerde kalmış durumda. Bölgede halen süren Galataport inşaatı, Tophane karakteristiğine ait bazı tarihi anıtların etrafında şekilleniyor. İnşaat tamamlandığında ortaya nasıl bir sonuç çıkacağı, alanın insanla kurduğu ilişkinin sekteye uğrayıp uğramayacağı tam bir muamma. Hayri Fehmi Yılmaz’la ismi bugün kulağımıza sadece eski bir İstanbul semti gibi çalınan, oysa bir dönem kentin önemli meydanlarından birisi olan Tophane’nin az bilinen tarihinin peşine düştük.
AZ BİLİNEN TARİHİN PEŞİNDE
Sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz’la her ay İstanbul’un az bilinen tarihinin peşine düşüyoruz. Epeyce aşina olduğumuz, her gün önünden geçip gittiğimiz yapıların detaylarda gizlenen benzersiz tarihini az bilinen yönleriyle ortaya çıkarmayı hedefliyoruz. Sadece okumak yetmez diyorsanız, sizler de derginizi elinize alın ve keşfe çıkın.
1. KILIÇ ALİ PAŞA’NIN DENİZ ÜSTÜNDEKİ KÜLLİYESİ
2. VAKTİYLE RENGARENKTİ: TOPHANE ÇEŞMESİ
3. TOPHANE KASRI
4. ‘ALLAH’IN YARDIMIYLA’ NUSRETİYE CAMİİ
5. SİNAN MÜZESİ ALANINDA BİZANS KALINTILARI
6. ASKERÎ TOP DÖKÜMHANESI: TOPHANE-İ ÂMİRE
7. KANUNÎ DÖNEMİNDEN KARABAŞ TEKKESİ
8. 500 YILLIK BİR TARİHÎ KALINTI
1- KILIÇ ALİ PAŞA’NIN DENİZ ÜSTÜNDEKİ KÜLLİYESİ
İtalya’dan Osmanlı donanmasının başına
Uluç Ali mi? Kılıç Ali mi?
Kılıç Ali Paşa’nın ismi başlangıçta Uluç Ali Paşa. Uluç aslında Kuzey Afrika’da farklı bir inançtan İslamiyet’e geçmiş olanlara verilen hafiften aşağılayıcı bir isim. Paşa, denizde büyük kahramanlıklar gösterince Sultan 2. Selim onu Kılıç diye anmaya başlıyor. Kaptan-ı Derya olarak donanmanın başında bulunan Kılıç Ali Paşa, İtalyan kökenli ve Türkçesi bozuk. Hatta bir hikaye var. Cami açıldığı gün Peygamber’e dua okunurken Paşa “Burası meyhane mi? Niçin şarkı söylüyorsunuz?” diyerek çok kızmış. Okunanın dua olduğunu öğrenince mevlüthanların maaşlarının hemen artırılması emrini vermiş. Kılıç Ali Paşa külliyeyi yaptırmak için izin istediğinde 2. Selim izin vermiş ama bir şart koşmuş: Kimsenin malına ve arazisine dokunulmayacak. Çözüm olarak bugünkü Tophane-i Amire Kültür Merkezi’nin güneyindeki Meclis-i Mebusan Caddesi’ne kadar uzanan denizin doldurulmasına karar verilmiş. Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa deryanın üzerine cami inşa etmiş. Rivayet odur ki tersane zindanlarında esir olan birçok soylu bu işte köle olarak çalıştırılmış ve bu soylular arasında İspanyol yazar Cervantes de varmış.
La Castella’dan bir denizci
Müslüman olmadan önce Giovanni Dionigi Galeni ismini taşıyan Kılıç Ali Paşa’nın doğduğu La Castella’da bulunan heykeli.
Galata’ya yolu düşenin sabahlama mekanı
Hamamın kubbesi cami kubbesinden büyük
Kılıç Ali Paşa Hamamı soyunmalığı tek kubbeli bir yapı. 14 metre genişliği ve 17 metre yüksekliği olan kubbesi cami kubbesinden daha büyük. Osmanlı’da hamam, cami kadar önemli bir yapı. Çünkü yıkanıp arınmadan ibadet mümkün değil. Kılıç Ali Paşa Hamamı eskiden “sabahçı hamamı” olarak kullanılırmış. Tophane İskelesi’nde akşam ezanından sonra kayıklar çalışmadığından son kayığı kaçıranlar burada sabahlarmış. Hamamlara, daha doğrusu hamamda çalışan tellaklara dair içinde bu hamamın da geçtiği bir elyazması var. İsmi Dellakname-i Dilkuşa. Yani “Gönüller Açan Dellaklar”. 17. yüzyılda Hamamcıbaşı İsmail Efendi tarafından Kılıç Ali Paşa Hamamı’nda tellaklık yapan Yemenici Kara Bâli’nin isteğiyle kaleme alınmış. Bâli’nin “Tarihe bizimle ilgili bir anı kalsın” diye istekte bulunması üzerine İsmail Efendi çeşitli hamamlarda vazife yapan 11 İstanbul tellağının öyküsünü bu elyazmasında anlatmış.
Kılıç Ali Paşa Camii: 16 yüzyıldan bir şaheser
Tasarım Sinan’dan, ilham Ayasofya’dan
Kılıç Ali Paşa Külliyesi’nin tasarımını Mimar Sinan yapmış. Külliye cami, hamam, medrese ve türbeden oluşuyor. Bugün Kemeraltı Caddesi’nin güneydoğusunda L şeklinde uzanan Hamam Sokağı 16. yüzyıldan bu yana neredeyse aynı şekliyle korunmuş bir cadde. Kılıç Ali Paşa 400 yıl önce bu sokağa girdiğinde ne görüyorsa bugün biz de aynısını görüyoruz. Cami genellikle Ayasofya’ya benzetilir. Ve denir ki, Kılıç Ali Paşa Ayasofya’yla kendisi arasında bir bağ kuruyor. Ayasofya eski bir kilise iken cami oldu; paşa da eski bir Hıristiyan iken Müslüman…
Muhteşem bir çalışma düzeni
Hattat, nakkaş, çinici, mimar ortaklığı
Camideki tüm hat işleri Demircikulu Yusuf isimli bir hattat tarafından yapılmış. Bu yazım süreci tüm ayaklarıyla mükemmel bir süreç. Caminin duvarlarında, hangi ayetlerin içinde yer alacağı mimar, hattat ve nakkaş tarafından belirleniyordu. Bir taslak hazırlanıyor, sonra nakkaş bu taslağa bir çerçeve çiziyor, aradaki boşlukları çeşitli simgelerle dolduruyordu. Hazırlanan bu kalıp çini ustası tarafından İznik’te çini olarak üretiliyordu. Whatsapp yok, e-posta yok. Tekrar kontrol etme şansı yok. Kılıç Ali Paşa Camii’nde bir de kuzeybatıdaki payenin önünde yer alan ve sekiz sütun tarafından taşınan müezzin mahfilinin tavan kısmına dikkat etmeli. Türünün en güzel örneklerinden biri olan bu motifte yeşil ve şarabî renklerin iç içeliği muhteşem.
Türbe: Bir zamanlar denize nâzırdı
Paşa su sesiyle ‘uyumak’ istemişti
Kılıç Ali Paşa denizi çok sevdiğinden son uykusunu deniz kıyısında uyumak istemiş. Bu nedenle onun isteği doğrultusunda ölünce türbesi külliyenin güneydoğusunda denizin kıyısına inşa edilmiş. Fakat bu külliye için Tophane Koyu’nu doldurtan Paşa denizin bir kez daha doldurulabileceğini hesap etmemiş. Buradaki kara parçası 19. yüzyılda bir kez daha genişletilmiş ve Paşa’nın deniz kenarındaki türbesi içeride, karada kalmış. Sonra bu dolgular devam etmiş. Türbe bugün neredeyse 100 metre içeride. Türbenin de yer aldığı hazire kısmında bir de Mehmet Salih Paşa’nın mezarına dikkat etmeli. Mezarının kırık kalyon direği ve inmekte olan yelkeni hayat gemisinde sona gelindiğini simgeliyor. Bu çok çarpıcı mezar taşı Avrupa’da tasarlanmış.
2- VAKTİYLE RENGARENKTİ: TOPHANE ÇEŞMESİ
Kaideler, güller, karanfiller
Çeşme duvarlarındaki detaylara dikkat
Tophane Çeşmesi’ni Sultan 1. Mahmut yaptırmış. 18. yüzyıl meydan çeşmelerinin çok güzel bir örneği. İçinde büyük bir su haznesi var. Çeşmenin üzerindeki süslemelere dikkat ederseniz muhteşem detaylar yakalayabilirsiniz. Bu tarz süslemeler klasik devirde yok, 18. yüzyılda moda oluyor. Mesela süslemelerden birinde ahşap bir kaide resmedilmiş. Üzerinde metal bir tas, o tasın içerisinde bir vazo ve içinde güller ve katmerli karanfiller. Osmanlıların bir çiçek dizme sanatı var, bu şekilde çiçekler hazırlayıp sohbet meclislerinin etrafına diziyorlar. Yine çeşmedeki işlemelerde meyve dalları var. Aynı şekilde bazen de yine aynı sohbet meclislerinde bir metal tabağa bir meyve dalı takıyorlarmış. Vaktiyle çeşmenin cephesi rengarenk boyalıymış. Yani çeşmeyi bir de rengarenk hayal etmeli.
Çeşme yanıyor, duvarları yıkılıyor
UYARI: Koruma altına alınması şart!
Hayatını sokakta sürdüren ve Tophane’yi mesken tutan insanlar ısınmak amacıyla çeşmenin alt kısmında ateş yakıyor. Hiçbir koruma yok. Çeşmenin restorasyonu yeni bitmesine rağmen şu anda durumu içler acısı. Altta oluşan sıcaklık nedeniyle üst kısımdaki çiçek işlemeleri dökülmüş durumda. Tophane Çeşmesi’nin derhal koruma altına alınması şart!
Çeşmede ateş yakılması nedeniyle çiçek işlemeleri dökülmüş durumda.
3- TOPHANE KASRI
Padişahların çalışma odası
Abdülmecid’in uğrak yerlerinden biri
Meclis-i Mebusan Caddesi’nin güney cephesinde, kuzey-güney doğrultusunda yer alan bu yapı 19. yüzyıl ortasında Sultan Abdülmecid tarafından İngiliz mimar William James Smith’e yaptırılmış. Osmanlı padişahları topların dökümünü denetlemek üzere tophaneye sık sık ziyaretlerde bulunuyorlardı. Bu kasırlar padişahların bu ziyaretler esnasında kullanması için inşa edilmiş bir çeşit çalışma odası aslında. Abdülmecid, iktidarı döneminde bu kasırda çok sık çalışırmış. 1885 Kasım’ında Doğu Rumeli sorununun ele alındığı “İstanbul Konferansı” da burada toplanmış. Kasır bugün Mimar Sinan Üniversitesi tarafından kullanılıyor. Fakat dalların arkasında biraz gizli saklı kalmış ve biraz da bakımsız durumda ne yazık ki.
4- ‘ALLAH’IN YARDIMIYLA’ NUSRETİYE CAMİİ
Bir selatin camii
Sultan 2. Mahmut ve iman vurgusu
Osmanlı sultanı 2. Mahmut 1826’da bu selatin camiini (padişah tarafından inşa ettirilen cami) Tophane’ye yaptırmış. Tophane’de bir yanda 16. yüzyıldan bir vezir camii (Kılıç Ali Paşa), diğer yanda bir sultan camii. 16. yüzyılda bir vezirin 19. yüzyıldaki bir sultan kadar varlıklı olduğunu söylemek mümkün gibi… Nusret “Allah’ın yardımı” demek. 2. Mahmut, yeniçeriliği kaldırdıktan sonra bu işi Allah’ın yardımıyla yaptığını halka hatırlatmak için bu ismi vermiş. Tabii ülkede kılık kıyafetten tutun günlük yaşama pek çok şeyi değiştiren bu padişah aynı zamanda Allah’a olan inancını vurgulamak için de bu ismi seçmiş olabilir.
Şadırvan: İstanbul’da ilk fotoğraflanan yapılardan
James Robertson hayran kalmıştı-1850
Caminin kuzey cephesinde yer alan muvakkithane ve sebil Abdülaziz döneminde doğu cephesindeki şadırvanlı avluya taşınmıştır. Avludaki şadırvanın mimarisi oldukça ilginçtir. Üst kısmı sanki bir külahı tutup yukarıdan çekmişsiniz gibi durur. 1850-1855 arasında İstanbul’un ilk fotoğraflarını çeken James Robertson bu şadırvanı da fotoğraflamıştır. Saçakları, kubbesi ve iç kısmında yeşilliklerle bezeli bir şehir manzarası işlenmiş fakat bugün bu işlemeler ne yazık ki yok.
Külahı andırıyor
Caminin avlusundaki şadırvanın üst kısmı bir külahı andıran yapısıyla benzerlerinden ayrılıyor.
5- SİNAN MÜZESİ ALANINDA BİZANS KATINTILARI
İlk berat burada verildi
İstanbul Patrikhanesi’nin ilk temelleri burada atıldı
Tophane-i Amire’nin doğusunda kalan alanda bundan bir süre önce bir Mimar Sinan Müzesi yapılmak istendi ve bu nedenle Meclis-i Mebusan Caddesi’nin batı kenarında kazı yapıldı. Fakat kazı sırasında 5. yüzyıldan bir Bizans manastırına ait kalıntılar bulundu. Bugün hâlâ yamaçta bu kalıntıları görmek mümkün. Şöyle de bir durum var: İstanbul Patrikhanesi’nin Tophane-i Amire’nin doğusunda kalan alanda bundan bir süre önce bir Mimar Sinan Müzesi yapılmak istendi ve bu nedenle Meclis-i Mebusan Caddesi’nin batı kenarında kazı yapıldı. Fakat kazı sırasında 5. yüzyıldan bir Bizans manastırına ait kalıntılar bulundu. Bugün hâlâ yamaçta bu kalıntıları görmek mümkün. Şöyle de bir durum var: İstanbul Patrikhanesi’nin ilk temelleri de aslında burada atılmış. Havari Andreas patriklik beratını Stachys’a Argiropolis’te (“Gümüş Şehir”, Tophane’nin Antik dönemdeki ismi) vermişti. Stachys ilk İstanbul Patriği kabul ediliyor. Yani burası aynı zamanda havarilerin kurduğu beş patrikhaneden birinin kuruluş yeri.
Patriklik beratı ilk İstanbul Patriği kabul edilen Stachys Argiropolis’te (Tophane) verilmişti.
6- ASKERÎ TOP DÖKÜMHANESİ: TOPHANE-İ ÂMİRE
Doğu kanadı Fatih, batı kanadı Kanunî Dönemi
Semtte bulunan en eski Osmanlı yapısı
Tophane’deki en eski tesis Boğazkesen Caddesi ile Meclis-i Mebusan Caddesi’nin kesiştiği noktada yer alan ve bugün Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi olarak bildiğimiz dökümhane. Doğu kanadı ilk olarak Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılmış ve Osmanlı ordusunun kullandığı askeri toplar burada dökülmeye başlamış. Fatih’ten sonra Kanuni döneminde daha batıda kalan büyük bina inşa edilmiş. Fakat bugünkü binanın sadece alt kısmı Kanunî döneminden. Üst kısmı o zamanlar ahşapmış ve dökümhanede yangın çıktığında buradaki içi su dolu ahşap variller yanarak aşağıdaki yangını söndürüyormuş.
1950’Lerdeki yol çalışmalarından önce Tophane-i Amire binası.
Batılı diplomatlara karşı
Gazi toplarla psikolojik savaş
Dökümhaneden çıkan toplar imparatorluğun dört bir yanına gönderilir, savaşlarda kullanılan toplar daha sonra burada Karaköy Meydanı’nda sergilenirmiş. Hatta deniz yoluyla kente ulaşan yabancı ülkelerin elçilerini bu meydandan geçirirken savaşlarda kullanılan bu gazi topları gösterirlermiş. “Hani sizi şurada yenmiştik ya, işte bu orada sizin kalenizi yıktığımız top” diye anlatır, birazdan başlayacak uluslararası pazarlıklarda psikolojik üstünlüğü ele geçirirmiş Osmanlı diplomatları. Bu toplar şimdi Harbiye Askerî Müzesi’nde.
7- KANUNÎ DÖNEMİNDEN KARABAŞ TEKNESİ
Bir tekke, bir hazire, bir sütun
Mezartaşlarında Halvetî ve Kadirî sembolleri
Karabaş Tekkesi 16. yüzyılda Kanuni döneminde yapılmış. Zamanla Halvetî ve Kadirî tarikinden şeyhler bu tekkenin postuna oturmuşlar. Son devrin meşhur Kadirî ailelerinden Hobcuzadeler burada vazife yapmışlar. Bu tekkenin etrafındaki küçük hazirede bugün şeyhlerin ve dervişlerin mezartaşları yer alıyor. Bu taşlara dikkat edildiğinde Halvetiliğin ve Kadiriliğin kullandığı sembolleri görmek mümkün. Hazirenin köşesinde yer alan ve muhtemelen antik dönemden kalan dev sütun ise bir zamanlar binektaşı olarak kullanılmış olmalı.
8- 500 YILLIK BİR TARİHÎ KALINTI
Yıktırılan surlardan saklı bir hatıra
Galata surlarında kule, şimdi bir kafe
Galata’nın etrafını yüzyıllar boyunca çevreleyen surların bir kısmı 1870’lere kadar varlığını sürdürmüştü. 1870’lerde parça parça yıktırılmasına rağmen halen bazı noktalarda karşımıza çıkan parçalar var. İşte bugün Kemeraltı Caddesi ile onu kuzeybatı istikametinde dik kesen Lüleciler Caddesi’nin köşesinde böyle bir kalıntı yer alıyor. Bugün bir kafe olarak işletilen bu kalıntı biraz dikkat edildiğinde görülecektir ki aslında tarihî Galata surlarına ait bir kulenin alt kısmı. Uzaktan bakıldığında yarım daire formu anlaşılabilen kule 14. yüzyıl sonu veya 15. yüzyıl başı olarak tarihlenen bir dönemden kalma.