1945 ilkbaharında Almanya’nın savaşı kaybedeceği anlaşılmış, Avrupa coğrafyasının alacağı yeni şekil üzerine ABD ile SSCB arasında yeni çekişmeler başlamıştı. Üst düzey Nazi subaylarının karşılıklı istihbarat faaliyetleri için kullanılması, Soğuk Savaş’ı sembolize eden bir başlangıç oldu. Dönemin önde gelen aktörleri ve perde arkasında yaşanan mücadelelerin analizi.
8 Mart 1945 günü Kuzey İtalya’daki SS birliklerine ait siyah bir otomobil Chiasso’daki sınır kapısında durdu. İtalyan direnişinin iki lideri Feruccio Parri ve Antonio Usimani arabadan indirildi. Ne olduğunu tam anlamadan şaşkınlık içerisinde ve her an sırtlarından birer kurşun yemeyi bekleyerek İsviçre sınırına doğru olan kısa mesafeyi adımladılar. Yanlarındaki SS subayı Yüzbaşı Zimmer, nöbetçiyle şifre alışverişi yaptıktan sonra şunları söyledi: “Buradaki iki kişiyi lütfen Allen Dulles’a götürün ve General Wolff’un iyi dileklerini iletin”. Sonra döndü ve arabasına atlayarak gözden kayboldu. Hiçbir şeyden haberleri olmayan Parri ve Usimani kurşuna dizilmekten kurtuldukları gibi, üstüne bir de özgür kalmışlardı.
İki saat sonra SS arabası bir kez daha Chiasso’da aynı kapıya geldi. Bu kez hepsi sivil kıyafetli kişiler kapıya yaklaştı. Birisi üniformasını çıkarmış olan Zimmer, diğeri ise ilk görüşmeleri yürütmüş olan Albay Dollmann idi. Başından beri görüşmelerde aracılık yapmış olan İtalyan işadamı Baron Luigi Parilli de buradaydı. Sonuncular ise İtalya’daki tüm SS birliklerinin komutanı Obergruppenführer General Karl Wolff ile yaveri Sturmbahnnführer Eugen Werner’den başkası değildi. Amerikan OSS (Office of Strategic Services -Stratejik Hizmetler Bürosu) istihbarat örgütünün İsviçre’deki yöneticisi Allen Dulles ile görüşmeye gelmişlerdi.
Daha önce de bir dizi ön görüşme yapılmıştı ama “Sunrise” operasyonunun başlangıç tarihi olarak 8 Mart günü gösterilir. Dulles’a göre bu tarih Avrupa’da savaşın sonu açısından ABD ve OSS için bir “sunrise” yani gündoğumu idi. Ancak bunun operasyonun resmî adı olması Amerikalı General Lemnitzer ile İngiliz General Airey’in İtalya’daki teslim görüşmelerini üstlenmelerinden sonrasına aittir.
Barış görüşmelerinin iki önemli ismi
ABD ile Naziler arasındaki savaşı bitirmeye yönelik gerçekleştirilen Operation Sunrise’ın iki önemli aktöründen biri ABD’de daha sonra CIA olacak Stratejik Hizmetler Bürosu’nun başındaki Allen W. Dulles.
Parri ve Usimani’ye gelince… Hiçbir şeyden haberleri yoktu ama, Dulles Almanlardan temas teklifi alınca, onlardan, niyetlerinin ciddi olduğunu göstermeleri için birkaç direniş liderini serbest bırakmalarını istemişti. Şimdi işin ciddi olduğu anlaşılmış ve SS’ler görüşme için gelmişlerdi.
Pekala taraflar birbirlerine nasıl güvenmişti? Ya da güveniyorlar mıydı? Bunun için biraz daha geriye gitmemiz gerekir.
Barış görüşmelerinin iki önemli ismi
ABD ile Naziler arasındaki savaşı bitirmeye yönelik gerçekleştirilen Operation Sunrise’ın iki önemli aktöründen diğeri ise üst düzey Nazi subayı Karl Wolff.
Dulles’ın İsviçre bölümünü yönettiği OSS, 1941 sonunda, bir yıl önce oluşturulan İngiliz SOE (Special Operations Executive) örgütünün muadili olarak kurulmuştu. OSS savaştan sonra kapatılıp 1947 yılında yerine CIA kurulunca, bu işi üstlenen generallerden sonra Dulles kurumun ilk sivil direktörü olacak ve sözkonusu görevi 1953’den 1961’e kadar sürdürecekti. Amerikalıların örgütü, esas olarak 1942 ortalarında faaliyete geçti. Amacı istihbarat işlerinin yanı sıra psikolojik savaş, sabotaj, gerilla faaliyetleri ve düşman işgali altındaki bölgelerde direnişi desteklemekti. Avrupa’ya binlerce ajan gönderdiler, direnişçilere eğitim ve malzeme yardımı yaptılar.
OSS’in en yoğun faaliyet alanlarından birisi de Balkanlar ve özellikle Yugoslavya olup, İtalyan direnişine yardımları onların gerisinde kalmıştı. Bununla birlikte savaşın sonuna yaklaşıldığında, Ruslar doğudan, İngiliz ve Amerikalılar batıdan ilerlerken, İtalyan cephesinin sadece güney ucunda sayıları yarım milyonu bulan muazzam Alman kuvvetleri bulunmaktaydı. İşte bu büyük gücün Alpler’den kuzeye çekilip Almanya’nın son savunmasına katılması veya Alpler’de hazırlanmakta olduğu söylenen büyük ulusal sığınakta kullanılması, savaşı bir ön önce bitirmek isteyen Müttefik karargahını meşgul etmekteydi. Stalin de Roosevelt’e yazdığı mektuplardan birisinde, İtalya’dan iki Alman tümeninin çekilip Doğu cephesine nakledilmesinden yakınmıştı.
Almanların Alpler’deki büyük sığınağının bir efsane olduğu daha sonra ortaya çıkacaktı ama, 1944/45 kışında buna inananların ya da en azından bundan endişe duyanların sayısı az değildi. İşte bu ortamda Dulles bir yandan bu sığınağın hazırlıklarını araştırıyor diğer yandan da İtalyan direnişçilere daha fazla yardım edilmesi halinde kaplumbağa hızıyla kuzeye ilerleyen Müttefik ordularının hızlanacağını savunuyordu. Bu durumda, altı yıldır süregelen savaşı uzatması beklenen sığınak engellenebilirdi. Nitekim Dulles daha sonraları SS liderleriyle yaptığı görüşmelerin amacının sığınak planlarını engellemek olduğunu ileri sürecekti.
Ne var ki, Müttefik yüksek komutanlığı Güney Avrupa cephelerindeki yardımın büyük bölümünü Tito’nun partizanlarına göndermeyi sürdürdü ve bu nedenle İtalyan direnişi nispeten zayıf kaldı. Müttefikler’in, Kuzey İtalya’da etkin olan komünist partizanların güçlenmesini önlemek için bu yola başvurdukları da ifade edilmiştir. Ayrıca Müttefikler zorla askere alınan Çekler ve Mussolini’ye kurdurulan kukla faşist devletin (Salo Cumhuriyeti) bazı birliklerinin toplu halde taraf değiştirme taleplerini de kabul etmedi; onların küçük gruplar halinde güneye sızmaları istendi. Böylece Almanların İtalyan cephesi savaşın sonuna kadar ayakta kaldı.
Alman tarafında bir avuç en fanatik Nazi dışında herkes yenilginin kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Ancak ordu (Wehrmacht) liderleri, gerek SS’lerin korkusundan gerekse de hain olarak damgalanarak tarihe geçmekten kaçındıkları için durumu büyük bir sessizlik içerisinde izliyorlardı. Kaldı ki Alman subayları Hitler’e kişisel bağlılık yemini etmişlerdi ve bu gönüllü olarak yapılmış olmasa da, ciddiye alanları çoktu.
Operasyonun aktörleri
Karl Wolff ortada ise Naziler’in SS Birlikleri’nin başındaki en yüksek askeri lider Himmler’in emir subayıydı.
SS’ler barış arayışları konusunda biraz daha rahattı, çünkü çekinecekleri bir başka güç yoktu. Karl Wolff, bir zamanlar yardımcısı olduğu Himmler’in, üçüncü ülkelerin temsilcileri aracılığıyla Müttefikler’i barış konusunda yokladığından haberdardı. Bu nedenle rahat hareket edebiliyordu. Kaldı ki o dönemde Almanlar büyük savaş suçları işledikleri Rusya ve Doğu Avrupa’dan ilerleyen Kızılordu’ya teslim olmaktan “haklı olarak” korkuyorlardı. Bu nedenle Müttefikler’e teslim olmak için büyük çaba gösterdiler. Müttefikler kendilerine teslim olanların bir kısmını Ruslara verdi gerçi ama, onların çoğu SSCB ülkelerinden gelen kişilerdi ve Ruslar tarafından derhal idam edildiler. Nazilere gelince… Hem Amerikalılar hem de Ruslar bir kısmını mahkeme edip cezalandıracak ama önemli bir kısmını da Soğuk Savaş’ta birbirlerine karşı kullanacaklardı.
8 ve 9 Mart tarihlerindeki görüşmelerde OSS ajanları Wolff’un Himmler tarafından yönlendiriyor olmasından kuşku duyuyorlardı. Ayrıca Werner veya Dollman’dan birisinin ordu temsilcisi olarak geldiğini varsaydılar. Wolff, Dulles’in kayıtsız şartsız teslim önerisini reddetmedi ama diğer komutanları buna ikna etmenin zorluğunu öne sürdü. Bununla birlikte döner dönmez İtalya cephesinin başkomutanı Kesselring ile görüşeceğini söyledi. Ayrıca bir grup Anglo-Amerikan esirinin güvenliğini sağlayacak ve elinde kalan son bir grup Yahudi’yi serbest bırakacaktı.
Bu görüşmeler Batılı başkentlere bildirildikten sonra Amerikalılar ile İngilizler arasındaki sayısız anlaşmazlıktan biri daha patlak verdi. Müttefikler, Almanlar ile ayrı bir barış yapmayacakları konusunda antlaşmaya varmışlardı. Şimdi, İsviçre’deki bu görüşmelerin Rusya’ya bildirilmesi gerekiyordu. Ne var ki Amerikalılar konuyu Ruslara hemen açmak istemediler ve gerekçe olarak da bunun görüşmeleri tehlikeye atacağını ileri sürdüler. Ne var ki Churchill kendi inisiyatifi ile durumu hemen Moskova’ya iletti. Onun gerekçesi, Rusların aksi halde ayrı bir barış yapılacağını düşünerek bütün işbirliği kanallarını kapatacakları görüşüne dayanmaktaydı.
Churchill endişelerinde haksız değildi; çünkü Ruslar gerçekten de savaş boyunca bu endişeden hiç kurtulmamışlardı. Stalin’e göre Batılılar, Ruslar ile Almanların birbirlerini tüketmelerini bekleyerek avantaj elde edeceklerdi. Almanlar da bunu bilerek davranmışlar ve Ruslara, ikili ajanlar vasıtasıyla, sanki Batılılarla görüşüyorlarmış gibi sahte haberler sızdırmışlardı. Bu çerçevede daha önceleri Pravda gazetesinde bir haber yayınlanmış, sözde iyi haber alan Yugoslav ve Yunan kaynakları Pravda‘nın Kahire muhabirine Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop’un İspanya’da İngilizlerle ayrı bir barış için görüştüklerini iletmişlerdi. Pravda‘nın Kahire’de bir muhabiri olmadığı biliniyordu. Belli ki bu haber Stalin tarafından muhtemel Anglo-Amerikan girişimlerini önlemek için yazdırılmıştı.
Esasen Ruslar, Avrupa’da ikinci cephe açılmasının da kasten, kendilerinin yıpratılması amacıyla geciktirildiğini ileri sürüp duruyorlardı. Savaşın sonu yaklaştıkça iki tarafın arasındaki çatlak giderek büyüyordu. Örneğin Ruslar 1944 yazı sonunda, Müttefik uçaklarına Varşova’daki ayaklanan Polonyalılara yardım atılması için üslerini kullandırtmamıştı. Müttefikler de 1945 başında Dresden’in bombalayan uçaklara sorun olduğu taktirde kesinlikle Rus bölgesine inmemelerini, ne pahasına olursa olsun Müttefik hatlarına dönmeye çalışmalarını, bu olmazsa da paraşütle atlayıp uçaklarını Alman topraklarına düşürmeleri talimatı vermişti. Böylece hassas hedefleme cihazları parçalanıp Rusların eline geçmeyecekti.
İşte, bu koşullarda, yani Churchill’in emrivaki mesajı resmî Müttefik mesajlarından önce Moskova’ya ulaşınca, Ruslar Bern’de İsviçrelilerin yardımıyla sürdürülen görüşmelere katılmak istediklerini ifade ettiler. Amerikalılar buna kesinlikle karşı çıktılar ve Churchill’in Rus temsilcilerin İsviçre’ye götürülmesi yolundaki talebini de reddettiler. Onlara göre bu politik bir konu değil, salt İtalya cephesini ilgilendiren bir askerî meseleydi.
Böylece 11 ile 19 Mart tarihleri arasında ilişkiler gerginleşti ve Molotof kendilerinim katılmadığı görüşmelerin derhal kesilmesini talep etti. Buna rağmen görüşmeler devam etti ama İtalya’daki Alman komutanlar sorumluluk almaktan kaçındıkları için ciddi bir ilerleme kaydedilemedi. Nihayet Nisan sonunda 2 Mayıs’ta geçerli olmak üzere teslim antlaşması imzalandı ki, bu Almanya’nın topyekun teslim imzalanmasından sadece beş gün önce gerçekleşmiş oldu (Belge 7 Mayıs’ta imzalanmış olup, 8 Mayıs günü itibariyle geçerli olacaktı. Bu nedenle iki farklı tarihe rastlanmaktadır).
Operation Sunrise, böylece ne 2. Dünya Savaşı’nın genel gidişi ne de İtalya’daki askerî ve politik durum üzerinde ciddi bir fark yaratmadı. Ancak Batılılar ile Rusya arasındaki çatlağı derinleştirerek Soğuk Savaş’ın gelişmesinde küçümsenmeyecek bir rol oynadı. Ne var ki Trieste konusunda ciddi bir fark yarattığı söylenebilir. Burası, Yalta Konferansı ve diğer görüşmelerde savaş sonrası ateşkes hattı çizilmemiş yegane bölgeydi. Anglo-Amerikan güçleri, İtalya’da teslimin birkaç gün öne alınması sayesinde ilerleyip Trieste’ye girdiler ve büyük bir güçle ilerleyen Tito kuvvetlerinin buraya girmesini engellediler. İki taraf da haftalar boyunca bölgeye asker yığıp eller tetikte bekledi ama Yugoslavlar sonunda çekildiler. Bunda kuşkusuz Stalin’in onları bu konuda desteklememesinin de rolü vardı. İşgal ettiği muazzam bölgeleri sindirmeye çalışırken muhtemelen yeni bir sorun istememiş veya Yugoslav güçleri üzerindeki kontrolünün zayıflığı nedeniyle üzerine gitmemişti. Burada hem doğu-batı ilişkileri, hem de Rus-Yugoslav ilişkileri Soğuk Savaş’ın ilk sınavından geçmişti.
Naziler İtalya’dan çekiliyorlar
Karl Wolff’un Almanlar’ın İtalya’dan çekilmesini onayladığı Caserta’da imzalanan teslimiyet belgesi için 25 Nisan 1945’te verdiği vekaletname yazısı bugün Birleşik Krallık Milli Arşivleri’nde bulunuyor.
Sunrise’ın diğer bir kazancı, Almanların götürmekte olduğu Ufizzi Galerisi’ne ait sanat eserlerinin eksiksiz olarak iadesi ve bazı savaş esirlerinin serbest kalması oldu. Almanlar diğer bölgelerde savaşın son saatlerinde bile esirleri ve Yahudileri öldürmeye devam ederken, İtalya’ya gönderilmiş olanlar hayatta kaldılar. Bu arada çatışmaların yoğunluğunu düşürerek, iki taraftan birkaç bin asker ve partizanın hayatta kalmasını da sağlamış olabilir. Nihayet, Sunrise, bize savaşta ilişkilerin ne kadar karmaşık olduğunu ve müttefiklerle uğraşmanın bazen düşmanla uğraşmaktan daha zor olduğunu gösteren örneklerden birisidir.
Karl Wolff’a gelince… O, Batılı güçler ile belli ölçülerde işbirliği yapmanın savaş sonrasında Almanya’ya sağlayacağı avantajları en erken kavrayanlardan birisi olmuştu. Keza İtalya’daki konumunu mümkün olduğu kadar uzun sürdürerek astlarını belli ölçüde korumaya çalıştı. Bununla birlikte bu işi ancak 13 Mayıs’a kadar sürdürdü ve o gün tutuklandı. Himmler ve Heydrich öldükten ve Ernst Kaltenbrunner 1946’da idam edildikten sonra hayatta kalan en kıdemli SS lideri olacaktı. Buna rağmen Sunrise’daki rolü nedeniyle Nurnberg’de mahkemeye çıkarılmadı ve İngilizler tarafından 1949 yılında Hamburg’da sessizce yargılandı. O sıralarda Soğuk Savaş doruğa çıkmış, Berlin ablukası büyük bir krize dönüşmüştü. İtalya’da görüştüğü Müttefik komutanlar Lemnitzer ve Airey ile Dulles’ın lehinde tanıklıkları ile beraat etti.
1962 yılında Eichman davası Nazi liderlerinin tekrar soruşturulmasına yol açtı. Karl Wolff’un Ulaştırma Bakanlığı’na yazdığı bir mektup ele geçti. Burada her gün “seçilmiş halktan” beş bin kişinin Treblinka’ya gönderilebilmesinden duyduğu mutluluğu dile getiriyordu. Treblinka’da ne yapıldığını bilmediğini ileri sürerek inanılması olanaksız bir savunma yaptı. Alman arşivlerinin düzenliliği 15 yıl hüküm giymesini sağlamıştı ve 1970’lerin ortasında hapisten çıktıktan bir süre sonra öldü.
Bununla birlikte Wolff, Soğuk Savaş’ın gelmekte olduğunu iyi tespit etmişti. 1945 Mayıs’ında tutuklandıktan kısa süre sonra iki astına şunları söylediği kaydedilmiştir: “Reich’ımıza tekrar kavuşacağız. Diğerleri kendi aralarında kavgaya tutuşacak ve biz ortada, ikisini birbirine karşı kullanacağız”. Almanlar Reich’larını geri alamadılar ama Soğuk Savaş sayesinde fiili bağımsızlıklarını daha erken kazanıp ülkelerini birleştirdiler. Bu dönemde Batılıların müttefiki olarak öne çıkacak olan kişi ise Amerikalıları ikna ederek Ruslara karşı Batı Alman istihbarat servisinin başına geçecek olan Reinhart Gehlen olacaktı. Bu yıllarda Nazi anti-komünizmi, Amerikan anti-komünizmi ile birleşerek Avrupa’nın şekillenmesinde rol oynayacaktı.
Nurnberg’den kurtuldu ama fazla kaçamadı
Karl Wolff, Himmler ve Heydrich gibi Nazi liderleri öldükten sonra hayatta kalan en kıdemli SS lideriydi. Ama Operation Sunrise’daki rolü nedeniyle Nurnberg’de yargılanmadı. 1962’ta Almanya’daki Eichman davasında Nazi liderleri tekrar soruşturulmaya başlanınca suçlu bulundu ve 15 yıl hüküm giydi.
Sunrise’ın diğer yıldızı Allan Dulles ise bu sayede bir istihbaratçı olarak ün yaptı. Bu onun 1953 yılında CIA’nın beşinci direktörü olmasını ve sekiz yıl bu görevde kalmasını kolaylaştırdı. Bu dönemde kardeşi John Foster Dulles Dışişleri Bakanı, Sunrise’da birlikte çalıştığı İtalya’daki Amerikan generali Lyman Lemnitzer de ordu kurmay başkanıydı. Bu ekip sözkonusu dönemde birçok örtülü operasyona imza atacaktı ki, bunlar arasında İran’da Musaddık’a karşı ve Guetamala’da yapılan darbeler başta gelir. Nihayet Küba krizi sırasında da bu görevdeydi ama Domuzlar Körfezi çıkarmasının başarısızlığından sorumlu tutuldu. Daha fazla kaynak verilseydi, bunu başarabileceğini ileri sürmüştür.
Gerek 2. Dünya Savaşı’nda yetişen kuşak, gerekse de temeli atılan ilişkiler Soğuk Savaş’ın büyük bölümünde de dünya politikasını belirlemeye devam etti. Bu dönemin yapısı, psikolojik savaş ve örtülü operasyonlar geleneğinde büyük sıçramalara yol açmıştır.
SOVYET TV DİZİSİNDE “OPERATION SUNRISE”
Sovyetler’in Bond’u yoktu ama Maxim Isaev’i vardı
Bölüm başına elli ile seksen milyon arasında izleyicisiyle Sovyetler Birliği’nin televizyon tarihindeki en popüler dizilerden “Baharın On Yedi Anı” başarısını Operation Sunrise hadisesine borçludur. 73’te çekilen ve ülkede halen daha gelmiş geçmiş en iyi casusluk-gerilim dizisi sayılan 12 bölümlük yapımda baş kahraman Maxim Isaev, Moskova tarafından görevlendirilmiş bir Sovyet ajanıdır. Isaev, Max Otto von Stierlitz ismiyle Nazilerin güvenlik ve istihbarat ajansı Reich Güvenlik Baş Dairesi’ne sızmış, yıllar içinde yakalanmadan üst düzeylere kadar yükselen bir Nazi subayı olmuştur.
Operation Sunrise’a doğru açılan yolda Nazi istihbaratının baş ismi Schellenberg, Hitler’in savaşa devam etmeye kararlı olmasına rağmen, Himmler’i Amerikalılarla gizli pazarlıklar yürütmesi için ikna eder. Böylece Almanlar Batı cephesinde savaşı durdurup bütün güçleriyle Doğu cephesinde Sovyetler’e yoğunlaşabileceklerdir. Bunun için Himmler, Karl Wolff’u Amerikan istihbarat ajanı Allen Dulles ile tarafsız İsviçre’de görüşmek üzere görevlendirir. Dizide savaşın sonlarına gelinmişken Isaev’in gizli görevi Amerikalıların Almanlarla kapalı kapılar ardında pazarlık peşinde olup olmadığını öğrenmek ve herhangi bir anlaşmaya ikili casusluk yaparak hem Hitler hem de Stalin adına engel olmaktır.
Tabii Isaev Nazi subayı olarak üst düzey mertebelere erişmek için çeşitli güç dengeleri kurmaya çalışırken birtakım şüpheleri üstüne çekmekten kendini alıkoyamamıştır. SS Generali Ernst Kaltenbrunner’in şüpheleri sonucunda Heinrich Müller onun hakkında soruşturma başlatır ve Isaev zorlu görevini yerine getirmeye çalışırken bir yandan da kimliğini gizli tutmayı başarmalıdır.
Yulian Semyonov’un aynı ismi taşıyan romanından uyarlanan dizide esasen Maxim Isaev, sert ve mantıklı karakteriyle Sovyetler’in 70’lerde Batı’nın tatlı dilli, nazik ve rahat James Bond’una verdiği bir cevap niteliğindedir. Öyle ki Isaev’in kadınlara ya da içki içmeye ayıracak vakti yoktur. O zamanını yalnız başına geçiren sık sık kahve ve sigara içen, kendisini işine adamış bir KGB ajanıdır. Dizi onun bu imajıyla ortaya çıktığında Sovyet istihbarat servisi KGB’nin genç ve eğitimli kesimleri kendisine çekmesi için adeta reklam kampanyası işlevini görmüştür. Nitekim önce KGB’nin sonra da Sovyetler Birliği’nin lideri olan Yuri Andropov diziyle ilgilenmesi adına bu amaçla görevlendirilmiştir. İlginçtir ki Putin de dizinin çekilmesinden tam iki yıl sonra 23 yaşında KGB’ye girmiş ve ilk görevini Isaev gibi Almanya’da yapmıştır.