2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa ve dünya futbolunun en yetenekli kramponları İspanya’da buluşmuştu. Aralarından biri, ismi en az bilineni, futbol tarihinde kırılmamış rekorlara imza atacak; iki ayağıyla meşin yuvarlağa hükmedebilen, falsolu şutları dillere destan, frikikleri muazzam bir sporcu olarak tarihe yazılacaktı.
Barcelona tarihinin en iyi futbolcusu kim? Bazıları Cruyff diyecek, birçokları Messi. Oysa kulübün belki de bambaşka bir mücadeleye imza attığı yıllarda sahne alan bir Macar yıldız varken, onlar bile sonraki sıralarda kalabilir. İşte huzurlarınızda bir futbol gezgini ve başına buyruk bir rejim muhalifi: Laszlo Kubala!
Her Dünya Kupası senesinde, organizasyonda hiç sahne almamış en yetenekliler arasında hep o sayılıyor. Tarihin en ünlü mültecilerinden biri olarak da yine onun ismi karşımıza çıkıyor.
Budapeşte’de Slovak asıllı işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtığında yıl 1927’ydi. Daha ufacıkken, top ayağına geldiğinde parıldıyordu. Sürekli kendisinden birkaç yaş büyüklerle oynatılan Kubala’nın yeteneğini farketmemek imkansızdı. Macaristan’ın büyüklerinden Ferencvaros’a 18’inde imza atan delikanlı, ertesi yıl askerden kaçıp Çekoslovak sınırını aşıyordu. Slovan Bratislava’da kendisini ispatlayınca, ilk Çekoslovakya formasını terletmişti. Tesadüfe bakın ki onu millî takıma alan da kayınbiraderi Ferdinand Daučík’ti.
Macar ordusundan kaçmak için Çekoslovakya’ya geçen çocuk, 1948’de bu defa Çekoslovak ordusundan sıyrılmak için tekrar Macaristan’da almıştı soluğu. Vasas’ta gösterdiği performans, genç forveti bu sefer doğduğu ülkenin millî takımına taşımıştı. Devir eskiydi, kurallar bugünkü gibi değildi…
Barcelona yıllarında sahaya
çıkarken Kubala…
Ocak 1949’da Macaristan’da iklim değişiyor, komünist Mátyás Rákosi iktidara geliyordu. Bir kamyonun içinde kaçan Kubala, Avusturya aktarmalı İtalya’ya gitmişti. Ekim ayında mülteci statüsünü tanıyan Pro Patria için oynamaya başlıyor, marifetlerini sergilemeye devam ediyordu.
Bir jübile maçında sahne alması için Lizbon’a davet edilmişse de, oğlunun hastalığını öne sürüp uçağa binmemişti. Dönüş yolculuğunda Superga Dağı’na çakılıp tarih olan Torino kafilesinde böylece yer almayan Kubala, şüphesiz ölüme çalım atmıştı.
4 Mayıs 1949’daki o korkunç kazayla sadece İtalyan futbol tarihi değişmemişti. Azrail’den kurtulan genç yıldızın peşine bu defa da Macaristan Futbol Federasyonu düşecekti. Ülkeden izinsiz kaçan ve askerliğini yapmayan futbolcu FIFA’ya şikayet edilmişti. 1 yıl futboldan men edilen Kubala’nın imdadına yine kayınbiraderi yetişiyordu. Komünist rejimlerden kaçan yetenekli Doğu Avrupalı yetenekli futbolculardan kurulmuş Hungaria ile İspanya turnesinde resital verince, devlerin ilgi odağı olmayı başarmıştı. Barcelona ve Real Madrid’in peşine düştüğü oyuncu, Franco rejimine yakın eskinin büyük Katalan golcüsü Josep Samitier’in gayretleriyle 1950’de Barcelona’ya geldi.
Ancak komünistlerden kurtarılan yetenekli futbolcu, bu defa da bir propaganda aracıydı. Franco rejimi oyuncuya hemen vatandaşlık vermiş, sonradan da bu sürecin anlatıldığı filmde diktatör ziyadesiyle övülmüştü. Hemen İspanyol olsa da, Kubala resmî bir maça çıkmak için aylarca bekleyecekti. Cezasının tamamlanmasına beklerken sahne aldığı
hazırlık maçlarında rakiplerine gol olup yağan Kubala’nın çilesi 2 Nisan 1951’de bitiyor, Barcelona formasıyla resmen tanışıyordu. Ertesi sezon Sporting Gijon ağlarını bir maçta 7 defa sarsan forvetin rekoru bir ömürdür kırılamıyor.
Herkes kısa sürede sembolleşen Macar asıllı yıldızı izlemek istiyordu. Bordo-mavililerin o günlerdeki stadyumu Les Corts, kahramanlarını görmek için gelenlerle dolup taşıyordu. Bir anlamda Kubala, kulübün mabedi Camp Nou’nun temelini atıyordu…
1952’de katıldığı irili-ufaklı organizasyonlarda 5 kupa kaldıran Barcelona, ilahını bulmuştu: 2 lig, 3 Kral Kupası şampiyonluğu… Ancak yine o dönemin efsane futbolcusu ve gol kralı Di Stefano başkentlilerin 21 yıllık şampiyonluk hasretini dindirecek; Real Madrid, Ferenc Puskás’ın da gelişiyle öne geçecekti. Madrid’in fendi Barcelona’yı yenmiş, Di Stefano 11 sezonda 8 lig, 5 de Şampiyon Kulüpler şampiyonluğu yaşamıştı.
1961’de emekliye ayrılan Kubala, kısa bir süre sonra Barcelona’nın teknik direktörü koltuğuna oturmuştu. 1963’te yeşil sahalara dönen yıldız, Espanyol’e oyuncu-antrenör olarak imza atacaktı. Ertesi yıl Di Stefano da takıma katılıyor, rüyalar gerçek oluyordu; tabii gecikmiş bir şekilde. Daha önce İspanya Millî Takımı’nda beraber oynayan ikili, büyük bir turnuvada asla sahne alamamıştı. İkisi de 1962 Dünya Kupası’nı sakatlıkları yüzünden kaçırmıştı. Ancak bir sorun vardı; Macar yıldız artık 36’sında, Arjantinli ise 38’indeydi.
Kubala, 12 yıl çalıştırdığı İspanya Millî Takımı’nı 1978 Dünya Kupası ve 1980 Avrupa Şampiyonası’na götürmüştü. En son Paraguay’ı çalıştıran Kubala, 2002’de son nefesini Barcelona’da verdi.
20 defa sahne aldığı İspanya Milli Takımı’nda 11 kez ağları sarsan Kubala, 1957’de Türkiye’ye karşı hat-trick yapmıştı. İki ayağıyla da meşin yuvarlağa hükmedebilen yıldızın falsolu şutları dillere destan, frikikleri muazzamdı. Barcelona tarihinin gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu seçilen Kubala için 1993’te bir jübile maçı düzenlenmiş, bizimkisi de tıklım-tıkış tribünlerin önünde son defa da olsa 10 dakika sahne alma fırsatını tepmeyip, tribündeki eski dostları Di Stefano ile Puskas’a nanik yapmıştı.
BARCELONA’NIN MABEDİ
Camp Nou: Bir stattan daha fazlası
Futbolun en önemli mabetlerinden biri şüphesiz Camp Nou. Kubala’dan Cruyff’a, Ronaldinho’dan Messi’ye futbolun en büyük yıldızlarına evsahipliği yapan Barcelona’nın yuvası, 24 Eylül’de 65. yaşını kutlayacak. Katalan diyarında yaşayan İsviçreli Joan Gamper tarafından 1899’da kurulan ilk stad, sadece 8 bin kişilik Carrer Industria’ydı. 1922’de açılan Camp Les Corts ise 35 yıl boyunca hizmet vermişti.
İspanya’da içsavaş yaklaşıyordu. Kulübü, Katalan milliyetçiliğinin kalesi haline getiren başkan sınırdışı edilmişti. 1930’da İsviçre’de sessizce intihar eden Gamper’den sonra kulübün başkanlık koltuğuna oturan ve dönemin iktidarını elinde tutan diktatör Primo de Rivera’yı eleştirmek için La Rambla gazetesini kuran Josep Sunyol, 1937’de General Franco’nun askerleri tarafından öldürülmüştü. Stat, yasaklı dil Katalancanın konuşulabildiği tek yer olmuştu. Kubala önderliğinde Camp Les Corts’a artık sığmayan takıma yeni bir yuva lazımdı.
1954’te inşaatı başlayan “Yeni Saha”, 1957’de Legia Varşova ile oynanan maçla kapılarını açtı. Açılışta George Frideric Handel’in “Hallelujah”ı çalıyor, serüven 90 bin kişinin önünde başlıyordu. Birçok finale de evsahipliği yapan Camp Nou, Michael Jackson’dan Madonna’ya, Luciano Pavarotti’den Frank Sinatra’ya birçok müzisyeni de ağırlayacaktı. Bugün 99.354 kişilik kapasitesi bulunan stad, dijital müzik devi Spotify ile yaptığı 310 milyon dolarlık anlaşma doğrultusunda, artık Spotify Camp Nou olarak anılacak.