Birinci Dünya Savaşı, Fransız İhtilali sonrasında dünya tarihinin en büyük dönüm noktasıdır. 1789’da başlayan bir çağ sona ermiş, Sombart’ın “1914 Nietzche’nin savaşıdır” dediği bu muazzam olayda, uluslar topyekûn bir mücadele içerisinde birbirlerinin gırtlağına sarılmıştır. Bu savaşla birlikte hanedanlar ve imparatorluklar yıkılmış, birçok yeni devlet kurulmuş ve ulusların yanı sıra ideolojiler de çatışmaya başlamıştır. Tabii temel amaç, sömürge elde etmek ve hasımlarını sindirecek gücü kazanmaktı ve bu yolda milyonlarca insan ölüme gönderildi.
1. Dünya Savaşı’nın nedenleri ve sorumluları üzerindeki tartışma, insanlık var oldukça sürecektir. Galipler, 1919 Versay Barışı ile son derece ağır koşulları kabul ettirirken, Almanları rahatsız eden esas konu savaşı çıkarma sorumluluğunun onların üzerine yıkılmış olmasıydı. Barışın imzalanması, İmparator Willhelm’in Hollanda’ya ebedi sürgüne gitmesinden sonra kurulan Weimar Cumhuriyeti’ne kalınca bu kararsız rejim, antlaşmanın manevi yükünü kaldıramadı ve 15 yıl sonra yerini Hitler iktidarına bıraktı. Halbuki savaşın çıkmasında Almanya ilk sırada olsa bile, diğer bütün büyük devletlerin de sorumlulukları vardı.
1914’te büyük bir hevesle cephelere koşan Avrupa halklarının nasıl bir cehennemden geçecekleri konusunda en ufak bir fikirleri bulunmuyordu. Savaşın sonlarında kurulan Rusya’daki Bolşevik iktidarının veya İtalyan faşizminin, Nazi yönetimi gibi demokrasiden ne kadar uzak rejimler olacağını bilselerdi acaba gene aynı milliyetçi coşkuları duyarlar mıydı? İşin ilginci, savaşın tüm yıkımına rağmen milliyetçiliği daha da öne çıkarmasıdır. Ne var ki 1914’te “olduklarından daha fazla Alman olmak için” savaştıklarını söyleyen Almanların kısa süre içerisinde Nazizme yönelmeleri hiç de şaşılacak bir şey değildir. Diğer ülkeler de aynı ölçüde milliyetçilik dalgasının esiri olmuşlardı.
Başlangıçta en fazla birkaç ay içerisinde sonlanacağı düşünülen sıcak çatışmalar giderek yayılmış ve dört seneye yayılacak “Büyük Savaş” olarak tarihe geçmiştir.
28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand’ın öldürülmesi savaşın şüphesiz en önemli tetikleyicisiydi. Ancak bu tarihten yaklaşık 1 ay sonra işlenen daha az meşhur bir cinayet, savaşın dönüm noktalarından birini oluşturur. İşte Jean Jaurès’in öldürülmesinden savaşın sonuna dek geçen dört yılın tayin edici olayları…
JAURÈS’İN ÖLDÜRÜLMESİ 31 TEMMUZ 1914
İlk kurşunu milliyetçilik attı
Fransız sosyalist Jean Jaurès 31 Temmuz akşamı, ülkesinin savaşa girmesinden 24 saat önce öldürülürken, bu savaşın en önemli sorularından birisi de yanıtlanmış oluyordu. Yıllardır beklenen savaşa nasıl karşı çıkacaklarını planlamaya çalışan sosyalist 2. Enternasyonal partileri, genel greve gitmek bir yana, tüm güçleriyle devletlerini destekleyeceklerdi. Savaştan önceki son hafta bütün ülkelerin sosyalist basını militarizm karşıtı yayınlar yaparken, Enternasyonal’in Brüksel bürosu acil bir çağrı yaptı.
Savaş karşısında en faal tutum alan J. Jaurès ile Rosa Luxemburg, Keir Hardie ve diğer liderler 29 Temmuz’da Brüksel’de biraraya geldikleri zaman birbirlerine ne yapacaklarını sordular. Hiçbir somut planın ve aynı zamanda ciddi bir niyetin olmadığı ortaya çıktı. Milliyetçilik ağır basmıştı. Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilanını duydular. Toplantıya ağır bir umutsuzluk havası hakim olurken ertesi gün herkes dağıldı. Savaşa karşı tutumunu sürdüren Jaurès Paris’e döndü. L’Humanité gazetesinden çıkıp akşam yemeği için gittiği Café Croissant’da arkası pencereye dönük otururken, onu pasifist ve hain olarak niteleyen genç bir adam tarafından vuruldu.
Ertesi gün Fransa ve Almanya seferberlik ilan ederken mecliste oyların dörtte birinden fazlasına sahip olan Alman sosyalistlerinin 111 milletvekilinden sadece 14’ü savaş oylamasına karşıydı ama onlar da parti disiplini uğruna savaş için oy verdiler. Kayzer “bu andan sonra hiçbir parti tanımıyorum, sadece Almanları tanıyorum” dedi. Tüm diğer partiler de aynı milliyetçi tutum içerisinde tavır aldılar. Avrupa işçileri kendilerine gösterilen ulusal tehlikeler karşısında sınıf dayanışmasını bir anda silip atmıştı. Devletler işçilerinden korkmadan savaşa girdiler. Savaş sonrasındaki krizler ise bu korkuyu yeniden öne çıkaracak ve baskıcı rejimler birbirini izleyecekti.
MARNE MEYDAN MUHAREBESİ 5-12 EYLÜL 1914
Paris’e bir adım kala
Schlieffen Planı uyarınca Fransa’ya saldıran Almanlar, zafere çok yaklaşmışken Fransızlar tarafından durduruldu. Artık 1. Dünya Savaşı’nı karakterize eden siper savaşları dönemi başlıyordu.
Marne, savaşın askerî anlamda ilk büyük dönüm noktasıdır. Almanlar bu muharebeyi kazanmış olsalardı savaş muhtemelen kısa sürede biter ve dünya tarihi bambaşka bir yön alabilirdi. Aslında, Almanlar tam da böyle bir muharebeyi yapmadan 39 gün içerisinde Fransa’yı yenmek üzere hazırladıkları Schlieffen Planı’nı hayata geçirmek üzere, Jaurès’in cenazesinin kaldırıldığı 4 Ağustos günü Belçika’ya girdiler. Bu ülkeyi kısa sürede aldıktan sonra, Manş kanalını teğet geçerek Paris üzerine kıvrılmayı öngören bir manevraydı bu. Plana göre 15 Ağustos günü Fransa’ya gireceklerdi, Belçikalıların direnişi bunu iki gün geciktirdi. Ne var ki Belçika tarafsızlığının bu şekilde ihlali İngiltere’nin tereddütlerini yok ederek savaşa girmesine neden olmuştu. Alelacele kıtaya çıkan İngiliz Seferi Kuvveti (BEF) 23 Ağustos’da Mons’da Almanları bir gün daha oyaladı. Ayrıca geri çekilen Belçikalılarla birlikte tuttukları mevziler Almanları biraz doğuya itti. Bu sırada 1870 savaşında yitirdikleri Alzas ve Loren’i geri almak için ileri atılan Fransız orduları da çok büyük kayıplarla ricat etmek zorunda kalmıştı.
Almanlar Ağustos’un ikinci yarısında savaşı tümüyle Fransa sınırları içine taşımışlar ve Belçika üzerinden Fransızların beklediğinden iki kat fazla güç sevk etmişlerdi. Her gün çekilen Fransızlar ve müttefikleri dağılmanın eşiğine gelmişlerdi. Ne var ki bu sırada Almanlar bir dizi endişenin pençesine düşerek plandan adım adım saptılar. Önce, Rusların iki orduyla ilerlemesinden korkarak, Belçika’dan çektikleri bir kolorduyu doğuya gönderdiler. Halbuki bunlar trenden ininceye kadar Rus orduları çoktan bozguna uğratılmıştı. Sonra, kuzey Fransa’da ilerleyen iki ordu arasında boşluk doğmasından korkarak esas çevirmeyi yapan 1. Ordu’yu (Kluck) içeriden ilerleyen 2. Ordu (Bülow) emrine geçici olarak verdiler. Bülow 1. Ordu’yu kendisine yaklaştırınca Kluck batıya ilerleyip kuşatma manevrasını tamamlayamadı. Ağustos’un son haftasında İtilaf Devletleri durumu görerek bir yandan yeni bir ordu kurmaya, diğer yandan da güneye ve doğuya çekilmeye başladılar. Kluck batıya gitmesi gerekirken, Paris garnizonuyla birleşmelerini önlemek üzere, ricat halindeki Fransızları izlemeye başladı. Bu sırada İtilaf kuvvetleri Almanların Marne kıyısındaki cephelerinin açık kaldığını keşfettiler ve Paris birliklerini de alarak 5 Eylül günü buradan karşı hücuma geçtiler. Dengeleri bozulan Almanlar ilerleyişi durdurup Aisne üzerinde cephe oluşturdular.
Paris kurtulmuş ve Fransız ordusu büyük personel ve toprak kaybına rağmen ayakta kalmıştı. Bundan sonra İngilizlerin büyük desteğiyle direnecekler ve dört yıl sonra Amerikalılar gelince hücuma geçeceklerdi. Bu muharebenin sonucunu psikolojik faktörlerin tayin ettiği ifade edilmiştir, ancak stratejik ve taktik hatalarına rağmen mükemmel bir seferberlik yapan Fransız ihtiyatlarının isabetle sevk edilmeleri de belirleyici olmuştur.
TANNENBERG MUHAREBELERİ 26-30 AĞUSTOS 1914
Rusların büyük hezimeti
Alman gücü Fransızların beklediğinden çok daha büyük çıkınca, Fransızlar Rusları çılgınca yardıma çağırmaya başladılar. Böylece iki Rus ordusu hazırlıklarını tamamlayamadan 17 Ağustos günü harekete geçti. Almanlar küçük bir taktik ricat yapınca Ruslar ilerlediler ama ikmal sistemleri ve irtibatları bozuldu. Hindenburg ve Ludendorf komutasındaki Almanlar, Ağustos’un son haftasında önce Samsonov, sonra Rennekkampf ordularını çevirip imha ettiler. Ruslar, yarısı ölü ve yaralı diğer yarısı esir olmak üzere 180 bin asker kaybettiler. Çarlık Rusyası bu bozgunların etkisinden hiç kurtulamayacaktı. Nitekim 1917 İhtilali’ne giden yol da bir anlamda buradan başladı.
SOMME-VERDUN-YPRES-ÇANAKKALE 1915-18
Siper edilen göğüsler yok edilen nesiller
Dünyanın dört bir yanından gelen milyonlarca asker, Batı’da bir çıkmazın ortasında kaldı. İtilaf Devletleri düğümü açmak için Çanakkale’ye yöneldi ancak bu çaba da boşa çıkacaktı.
Almanlar savaşın ilk altı haftasında her yerde başarı kazanmışlar ama zafere ulaşamamışlardı. İş bundan sonra bir siper ve topyekun kaynak savaşına dönüşecekti. Somme, Verdun, Cambrai, Ypres, Caporetto muharebeleri ile, Rus ve Osmanlı cephelerinde milyonlarca asker boş yere ölürken, ülkeler sakatlarla dolacaktı. Aylar süren Verdun muharebelerinde iki tarafın ölü ve yaralı olarak toplam kaybı 700.000, Somme’da ise 1.290.000 idi. Bu arada muazzam topçu parkları kurulacak, siperler zehirli gaz ve tanklar ile geçilmeye çalışılacaktı; ama bu boşuna bir çabaydı. Milyonlarca asker düşmanı hiç görmeden üzerine yağan top mermileriyle hayatını yitirdi. Bunlar arasında sadece Avrupalılar değil, Afrika ve Asya’nın dört bir yanından derlenen sömürge askerleri de vardı. Genç nesilleri kırıp geçiren katliam aynı zamanda eski rejimlere olan güveni yok etti. O kadar ki, bu savaşı izleyen çeyrek yüzyıl içerisinde Avrupa dünyanın önde gelen gücü olmaktan çıkacaktı.
Çanakkale seferi ise, Batı cephesinde sıkışan savaşın büyük çıkmazına bir çözüm olarak düşünülmüştü. Batı’da siper hatlarının aşılamayacağı ortaya çıktıkça, bunların etrafından dolaşılması fikri giderek ağırlık kazandı. O günün ulaşım olanakları dahilinde bunun yegane yolu Boğazlar’dan Rusya’ya ulaşılması ve bu ülkenin büyük asker rezervlerinin daha iyi donatılarak, İtilaf ordularıyla birlikte daha etkili hale getirilmesiydi. Ama bunun için önce Çanakkale geçilmeliydi.
Osmanlı ordusunun Balkan Savaşları sırasındaki kötü performansı, İtilaf Devletleri’nde bunun o kadar da zor olmayabileceği kanısını uyandırdı. İlk önce donanma ile geçilmesi planlandı. Ancak 18 Mart deniz muharebesi, İngilizlerin azmini kırdı. Sonrasında bir dizi çıkarmayla başlayan kara muharebelerinde de, İtilaf Devletleri’nin özellikle taktik-operasyonel yetersizliği, yoğun ateş altında pişen Osmanlı askerinin büyük direnci ve Mustafa Kemal gibi genç subayların tayin edici inisiyatifleri belirleyici oldu. Bu İtilaf için büyük bir yenilgiydi ama esas etkisi Rusya’da oldu. İngilizler Rusya’ya ulaşsalar ihtilal olmayabilir, Osmanlı Devleti en kısa sürede dağılabilir ve gene tarihin seyri değişebilirdi.
JUTLAND MUHAREBESİ 31 MAYIS-1 HAZİRAN 1916
Almanlar yendi İngilizler kazandı
Bu olay İngiliz ve Alman donanmaları arasında cereyan eden yegane büyük muharebedir. Bütün dünya denizlerindeki varlıklarını ve hayati öneme sahip konvoylarını denizaltılara ve akıncı gemilerine karşı korumak zorunda olan İngiltere, Alman Açıkdeniz Filosu’nun Kuzey Denizi’ne çıkmasını önlemek için Anavatan Filosu’nu sürekli hazır halde tutmak zorundaydı. Bu muazzam bir külfetti ama İngiltere’nin başka çaresi yoktu; çünkü aynı zamanda Fransa’daki ordularının ikmal yollarını da açık tutmalıydı. Bu koşullarda, Alman filosu, bütün gücünü toplu halde bulundurduğu halde sadece bir kez denize açıldı ve iki filo Jutland açıklarında karşılaştılar. Burada İngilizlerin 28 zırhlı ve 8 muharebe kruvazörüne karşı Almanların 22 zırhlı ve 5 muharebe kruvazörü vardı. Ancak gemilerine güvenen Almanlar İngiliz gruplarını ayrı ayrı yakalayıp üstünlük kurmayı, bu arada denizaltılar ile av yapabilmeyi umuyordu. 31 Mayıs 1916 tarihinde karşılaşan iki filo da ihtiyatlı davrandı, çünkü bunların kaybı telafi edilemez sonuçlar doğurabilirdi. Taktik üstünlük Almanlarda kaldı; 6 ağır kruvazör ile 8 destroyer batırdılar. İngilizlerin 112 bin tonajlık gemi ve 7 bine yakın personel kaybına karşı, Almanlar 62 bin ton tutarında 1 zırhlı, 5 kruvazör ve 5 destroyer yitirdiler, üç bine yakın denizcileri öldü.
Ne var ki, stratejik zafer İngilizlerindi. Çünkü Alman Açıkdeniz filosunu Atlantik’e çıkarmadılar. Bir Amerikan gazetesi, “Alman donanması gardiyanlarına saldırdı ama hâlâ hapisteler” şeklinde yorum yaptı ki, durum bundan ibaretti. Almanların donanmaya yatırdıkları muazzam kaynaklar İngiltere’yi tedbir alma sıkıntısına sokacak ama başka bir işe yaramayacaktı.
LUSITANIA’NIN BATIRILMASI 7 MAYIS 1915
Batan gemi ve ABD’nin çıkışı
Almanlar büyük tartışmalardan sonra sınırsız denizaltı savaşı ile İngiltere’nin denizden ikmalini kesip dize getirebileceklerini düşündüler. O dönemde denizaltı avcılığı teknikleri çok ilkeldi ama İngilizler konvoy sistemini geliştirip birçok başka önlemle kayıplara rağmen deniz yollarını açık tuttular. Ne var ki savaşın ikinci yılında U-20 denizaltısının batırdığı Lusitania transatlantiğinde boğulan 1195 yolcudan 128’i Amerikan vatandaşıydı. Bu olay, iki sene sonra ABD’nin savaşa girme kararını almasına vesile oldu. Avrupa tükenirken Amerika’nın büyük insan ve malzeme kaynaklarını İtilaf Devletleri lehine devreye sokması, savaşın sonucu için tayin edici olacaktı.
İMPARATORLUK MUHAREBESİ MART 1918
Kayzer’in son büyük hamlesi
Rusya’da devrim olduktan sonra Almanlar büyük kuvvetleri Batı Cephesi’ne kaydırmaya başladılar. Burada büyük bir kuvvet üstünlüğü kurabilecekler, savunmaya ayırdıkları birliklerin dışında 100 tümen ve 1000 ağır topçu bataryası ile hücum edebileceklerdi. Bunu güçlü bir Amerikan ordusunun cepheye gelmesinden önce yapmaları zorunluydu. Böylece Almanlar son büyük hücumlarını hazırladılar. Bu aslında bir kumardı çünkü başarısızlık halinde ellerinde 1900 doğumlulardan oluşan 300 bin kişi dışında ihtiyat kalmayacaktı.
21 Mart günü 6.608 top İngiliz siperlerine cehennemi bir ateş açtı. Sarsılan İngilizler çekildiler. Yıllardır yarı aç savaşan Alman askerleri ele geçirdikleri İngiliz depolarındaki bolluk karşısında adeta şok geçirdiler. Ne var ki İngilizler çekildikleri yerlerde derhal yeni savunma hatları oluşturuyorlardı. Almanların giderek zayıflayan hücumları siperler önünde eridi. İki taraf yarımşar milyon daha kayıp verdikten sonra Almanya tükendi. Mayıs ayında Amerikan tümenleri cepheye gelmeye başladı. Almanya son bir saldırı daha yaptı. Temmuz ayında Reims kenti civarında 51 tümenle hücum ettiler ama bu çaresizlik içerisinde yapılmış boş bir girişimdi. Akabinde İtilaf Devletleri hücuma geçtiler. 8 Ağustos’tan itibaren tanklar ve uçakların desteğinde aralıksız hücumlar Alman komutanlığını umutsuzluğa sürükledi. Halk da açlıktan ölmeye başlamıştı. Almanya pes ederken Türkiye ve Bulgaristan da Selanik ve Filistin’den yapılan hücumlarla dağılmaya başladı. 11 Kasım’da Batı cephesinde silahlar sustu. Toplar yirmi yıl sonra tekrar gürleyecekti.
MAKİNELİ TÜFEK
Romantik süngü savaşları dönemi sona ererken…
Makineli tüfekler piyade ateşini çok daha yoğun ve ölümcül hale getirdi. Fransızlar, seri ateşli 75’lik hafif toplarıyla düşman askerlerini ateş altında tutarken, askerlerinin iki siper arasındaki mesafeyi hızla geçip süngüyle zaferi kazanacakları gibi bir hayale sahiplerdi. Halbuki daha Amerikan İç Savaşı’nda bile, yarım saatte derme çatma bir siper hazırlayan tarafın, hücum edenleri rahatça biçtiği görülmüştü. Plevne, Boer ve Rus-Japon savaşları da moral üstünlüğün siperlerden açılan ateş karşısında eridiğini tekrar tekrar ispatlamıştı. Nihayet Balkan Savaşı’nın dersleri vardı. Ancak Fransızlar hücuma körü körüne inanmaya devam ettiler. Sınır savaşlarının sadece dört gününde 140.000 zayiat verdiler. Ne var ki, düşman hatlarını yarıp geçmekten başka bir taktik bilmeyen komutanlar savaşın sonuna kadar askerleri boş yere ölüme sürdüler. Çanakkale cephesi de bu anlamsız saldırıların kanlı sahnelerinden biri oldu.
TOP-TOPÇU
Muharebelerin efendisi, seri katili…
1. Dünya Savaşı topçunun doruğa çıktığı ve muharebe alanlarının tartışılmaz efendisi olduğu bir çatışmadır. Milyonlarca asker daha düşmanı hiç görmeden üzerlerine yağan top mermileriyle hayatlarını veya uzuvlarını yitirdi. Savaşa 990 adet 75’lik hafif batarya ve sadece 50 ağır batarya ile giren Fransızlar, savaşın sonunda 1.054 ağır bataryaya sahip olacaklardı. Almanlar ise her tümene 18 orta ve her kolorduya 16 adet ağır obüs vererek savaşa girdiler. Fransızların 300 ağır topuna karşı 2.000 ağır, 1.500 de orta top ve obüse sahiplerdi. Büyük muharebelerden önce cephede büyük topçu parkları oluşturuluyor ve bunlar bazı yerlerde kilometre başına 200 adede kadar çıkıyordu. Milyonlarca top ve havan mermisi yığıyor, hazırlık ve yıpratma ateşi bir haftaya kadar sürüyordu. Bu cehennemi ateş çoğu zaman hücum edenler için de zararlı oluyor, askerler sıvılaşmış çamur içerisinde ilerleyemiyor, birçok kez de boğuluyordu.
ZEHİRLİ GAZ – MAYIN
Dumanla ölmek, canlı canlı gömülmek
Savaş kısa sürede genel bir vahşete dönüştü ve siperleri aşmak için her yol mubah sayıldı. Önce Almanlar, sonra da İtilaf Devletleri zehirli gaz kullanmaya başladılar. Ne var ki her an değişiveren rüzgarların altında bu gazı kontrol etmek adeta olanaksız gibiydi. Gene de yüzbinlerce asker bu nedenle öldü ya da sakat kaldı. Gaz maskesi standart techizat arasına girdi.
Keza alev makineleri de koruganlar içerisinden ateş eden askerler için büyük bir korkuydu. Düşman bunu kullanacak kadar yaklaştığı taktirde onları korkunç bir ölüm bekliyordu. Bu arada İngiliz madencilerinin Messines’de Alman siperleri altına açtıkları galerilere yerleştirilen yarım milyon kilo patlayıcı ile cephenin delinmesi amaçlandı. Patlama yüz kilometre öteden bile duyuldu ama İngiliz askerleri açılan kraterde sıkışıp kalınca bu da bir işe yaramadı.
YENİ TAKTİKLER
Cephe taarruzu yerine, sızma ve çevreleme
Almanlar, bu savaşta daha üstün taktik çözümler ürettiler. Tüm sınıfların birbirini destekleyerek, ama bir anlamda bağımsız savaştıkları alaylar ve tümenler yerine bütün sınıfların muharebenin gereksinimlerine göre esnek şekilde biraraya toplandığı muharebe grupları oluşturdular. Makineli tüfekler ve havanlar piyade bölüklerinin organik parçası oldu ve bunlar hücum topçusu, ağır havan ve istihkamcılarla birleştirilerek büyüklükleri taburdan tugaya kadar değişen muharebe grupları kuruldu. Sonraları, bunlara zırhlı araçlar da eklenecekti.
Bu sistemi ilk geliştiren subay Alman Generali Otto von Hutier’dir. Ne var ki mevzilerin çok daha sıkışık ve kademeli olduğu batı cephelerinde bu taktikler o kadar başarılı olamıyordu. Öte yandan savunma da gelişti. Siperler derinleşti, birbirine bağlandı, kademelendi, mayın ve dikenli teller çekildi, korunaklı makineli tüfek yuvaları yapıldı, ihtiyatlar ve ileri karakollar oluştu.
TANK
Geleceğin silahı savaş alanlarında tatbikat yaptı
Tanklar makineli tüfek ateşine rağmen siperleri aşmanın aracı olarak düşünüldü. İngilizler ilk tankları 1916’da kullandı. Bunlar engebeler önünde duran ve ateşe dayanıksız vasıtalardı ve taktik olarak nasıl kullanılacağı bilinmiyordu. Tankların uzun menzilli stratejik manevra yapabilmeleri için teknik olarak geliştirilmeleri, zırhlı piyade ve kundağı motorlu topçu ile desteklenmesi 2. Dünya Savaşı’nda gerçekleşecekti. İngilizlerin başlattığı bu işi Almanlar mükemmel hale getirerek yıldırım savaşı yapacaklardı.
UÇAK – ZEPLİN
Önce keşif yaptılar, sonra ölüm yağdırdılar
İlk uçaklar daha çok keşif amaçlı araçlardı. Ne var ki havacılık hızla ilerledi ve bir yıl içerisinde pervane arasından makineli tüfek ateşi yapabilen avcılar ile orta menzilli bombardıman uçakları yapıldı. Savaş boyunca 150 binden fazla uçak imal edildi. Bu arada özellikle Almanlar zeplinle bombardıman yaptılar. Havacılık geliştikçe as pilotlar ortaya çıktı, çeşitli uluslardan 14 pilot 50’den fazla uçak düşürdü.
DENİZALTI
Gemi avcısı U-bot’lar zafere yetmedi
20. yüzyılın başında etkili bir silah haline getirilmiş olan denizaltılar savaşta yaygın kullanıldı. Rekoru belki de hiç kırılamayacak olan U-35’in komutanı Lothar Arnold de la Periere, toplamı yarım milyon tonu geçen 224 tekne batırdı. Almanya Atlantik cephesine ağırlık vererek abluka ile İngiltere’yi barışa zorlamak istiyordu. Ne var ki sadece 1917’nin ilk dört ayında 2 milyon tondan fazla gemi batırmalarına rağmen sınırsız denizaltı savaşı ABD’nin savaş ilanına yol açınca, bunun çok zararını gördüler.
LOJİSTİK
1. Dünya Savaşı’nın en çarpıcı özelliklerinden biri orduların lojistik hizmetlerinde yaşandı. Haberleşme ve ulaştırma teknikleri büyük orduların merkezden etkili bir şekilde yönetilmesini zorlaştırıyordu. İkmal meselesi ise adeta bir kabusa dönüştü. Bunlar giderek tıkanan çamur yollarda işlerini yapmaya çalışırken her ilerleme daha zor yapılır hale gelmekteydi. Motorlu araçlar ise ordulara yeni girmeye başlamıştı.