Kasım
sayımız çıktı

Beyaz camdan gülümseyen gümüş saçlı delikanlı

En heyecanlı yarışmaların, soluk soluğa spor müsabakalarının her daim gülümseyen; mağlubiyetle hüzünlense, başarıyla gönense de ölçüyü ve zarafeti elden bırakmayan o aşina yüzü artık yok. 7’den 70’e tüm Türkiye’nin aileden kabul ettiği, sevgisiyle göklere çıkardığı ve oradan 96 yıllık hayatı boyunca indirmediği Halit Kıvanç yaşama veda etti. Tam manasıyla bir devrin sonu…

Radyo ve televizyon ya­yıncılığının duayeni, gazeteci, spiker, yazar Halit Kıvanç, 18 Şubat 1925’te hayatının büyük kısmını geçi­receği Fatih’te doğmuştu. Doğ­duğu evde ortaokulu, liseyi, İs­tanbul Üniversitesi Hukuk Fa­kültesi’ni tamamlamış; orada evlenmiş, 1958’de orada oğlu Ümit Kıvanç’ı kucağına almış­tı. Sebze-meyve ticareti ile uğ­raşan babasının işleri için kısa bir süre bulundukları Tokat’ta, 5.5 yaşında ilkokula başlamış­tı. Okuma-yazma bilmeyen bir annenin erkenden okumayı söken en küçük oğlu, “Henüz erken” diyen okul müdürünü masadan kaptığı gazeteyi oku­yarak ikna etmiş; ilk sunucu­luk deneyiminde “kendi ken­disini sunmuştu”.

Hayatının ilk yılları tam bir “adam olacak çocuk” hi­kayesiydi. Annesi okuma­mıştı ama, onu elinden tutup yabancı dil derslerine, Fran­sızca hocalarına götürmüştü. Pertevniyal Lisesi’nde Reşat Ekrem Koçu’dan tarih, Üstat Mesut Cemil’den müzik, ya­zar Demir Özlü’nün babası Sabih Özlü’den beden, Emre Kongar’ın babası İhsan Kon­gar’dan felsefe dersleri aldığı yıllarda sabahın 4’ünde uya­nır, kahvaltıya kadar dersleri­ni tamamlar, vaktinin çoğunu Millet Kütüphanesi’nde kitap okuyarak geçirirmiş. Bu çaba ve disiplinin sonu, birincilikle tamamlanan lise, ardından bir tek kırık not olmadan bitirilen Hukuk Fakültesi olmuştu. Ye­tişkinlik yıllarında bile “inek” lafını duyduğunda dönüp bak­mamak için zorlandığını söy­lüyordu gülerek…

Mesleğinin hakkını hep veren Halit Kıvanç, ilk günlük spor gazetesini çıkardı, Papa ile röportaj yapan ilk Türk gazeteci oldu. Döneminin tüm olimpiyat organizasyonları izleyiciyle onun anlatımıyla buluştu.

Bu disiplini, ilerleyen yıl­larda da ona haklı bir ün ka­zandırmıştı. Öyle ki Milliyet Spor Servisi’nin unutulmaz müdürü Namık Sevik, fazla ileri götürürse “Pırpırlanma” dermiş. “Pırpır” lakabı bu yıl­lardan kalma… Ama bu “pır­pırlanma” eylemi de elbette deneyime dayanıyor. Bir se­yahat öncesi 15 gün evvelden bavuluna neler koyacağını lis­telemekten her daim yanın­da bulundurduğu acil durum “ilaç kutusu”na (içinde bir ha­zım, bir ishal, bir de başağrı­sı ilacı varmış), çift kalem, çift not defteri, hatta çift kol saati taşımasına… Her koşula, her ihtimale hazırlıklı olmadan, bir plan ve sistem dahilinde hareket etmeden, bu kadar bü­yük bir üretkenlikle, başdön­dürücü bir hızla oradan oraya koşturarak geçirdiği meslek hayatının altından kalkabilir miydi acaba?

Bavul hazırlamak için bi­le bir sistemi varmış. Tepeden başlayıp, ayağa doğru gider­miş. Kafaya şapka gerekir, saç için tarak, belki jel, şampuan; daha aşağıda gözler için gü­neş gözlüğü; daha aşağıda tıraş olunacak tıraş takımı… Ayağa kadar gidermiş.

Hukuk Fakültesi sonrası ilk defa derme-çatma bir uça­ğa binip Siirt’in haritada bi­le bulmakta güçlük çektikleri Kozluk ilçesine (Kürtçe ismi Hazo) hâkim olarak atanmış. Akrepler, kan davaları ve yal­nız başına karanlıkta geçirdi­ği gecelerin ardından cübbesi­ni giyip işinin başına geçtiği 3 ayda, yine sistematik çalışma alışkanlığı sayesinde bütün dava dosyalarını eritmiş. An­cak sonra şartların ağırlığına dayanamayıp tekrar uçağa bi­nip gerisin geriye baba evine dönmüş. Gönlünde gazetecilik yatıyormuş.

TRT’nin ilk ekran yüzlerinden olan Halit Kıvanç, Pelé ile ilk röportaj yapan Türk gazeteci olmuştu.

İlk işlerinden biri Yazı İş­leri Müdürlüğü koltuğunda Abdi İpekçi ve Osman Kara­ca’nın oturduğu akşam gaze­tesi İstanbul Ekspres’te olmuş. 1951’de cebine az bir yolluk koyup onu Avrupa’ya gön­dermişler. İtalya ve Avustur­ya’da geçirdiği 3.5 ayda İtalya Başbakanı’nın bizzat sağladı­ğı indirimli tren biletiyle do­laşmış; röportajlar yapmıştı. Türk matbuat tarihinde ilk de­fa Papa’yla röportaj yapan da o olmuştu. Gazete o gün tirajda sabah gazeteleriyle yarışmıştı.

İlkler, 1953’te Türkiye’nin ilk spor gazetesi Türkiye Spor’u çıkarmalarıyla devam etmişti, ancak çok geçmeden Abdi İpek­çi’nin Milliyet’inde onun üç yar­dımcısından biri olarak spor ve magazin servisinin başına geçti. TRT, yayın hayatına başladı­ğında ekranın ilk yüzlerinden biriydi. Bazen çocuklara ses­lendi, bazen müzikseverlere… Döneminin tüm olimpiyat or­ganizasyonları izleyiciyle onun anlatımıyla buluştu. Hemen he­men her alanda yayıncılık yap­sa da en çok futbol sunuculuğu ile tanındı Halit Kıvanç. FIFA Dünya Kupası’nı televizyonda sunan ilk Türk spikerdi. Pelé ile ilk röportajı yapan da oydu. Fenerbahçe aşkına rağmen ta­rafgirliğin girmediği, objektif olmanın bir gazeteci ve spiker için halen geçer akçe sayıldığı, kritik anlarda sesine kulak ke­silen milyonları itidale çekme­nin sorumluluk kabul edildiği bu yılların en önemli temsilcile­rindendi.

Mesleğinde o kadar kusur­suzdu ki yarışma, eğlence, bay­ram, yılbaşı, kısacası televiz­yonda yayınlanan tüm prog­ram türleri onun sunumuna emanet edildi. 16 yıl boyunca 23 Nisan Çocuk Şenlikleri’ni sundu. Ömrüne 16 kitap, 3 plak ve 1300’den fazla ödül sığdı­ran Kıvanç, ekrandan taşan beyefendiliği ve yaşam enerji­si ile bir ekol yarattı. En büyük ödülün ise ona herkesin “Halit Ağabey” diye seslenmesi oldu­ğunu söylüyordu.

Deniz Kaynak

16 yıl boyunca 23 Nisan çocuk şenliklerini o sunmuştu.