En heyecanlı yarışmaların, soluk soluğa spor müsabakalarının her daim gülümseyen; mağlubiyetle hüzünlense, başarıyla gönense de ölçüyü ve zarafeti elden bırakmayan o aşina yüzü artık yok. 7’den 70’e tüm Türkiye’nin aileden kabul ettiği, sevgisiyle göklere çıkardığı ve oradan 96 yıllık hayatı boyunca indirmediği Halit Kıvanç yaşama veda etti. Tam manasıyla bir devrin sonu…
Radyo ve televizyon yayıncılığının duayeni, gazeteci, spiker, yazar Halit Kıvanç, 18 Şubat 1925’te hayatının büyük kısmını geçireceği Fatih’te doğmuştu. Doğduğu evde ortaokulu, liseyi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni tamamlamış; orada evlenmiş, 1958’de orada oğlu Ümit Kıvanç’ı kucağına almıştı. Sebze-meyve ticareti ile uğraşan babasının işleri için kısa bir süre bulundukları Tokat’ta, 5.5 yaşında ilkokula başlamıştı. Okuma-yazma bilmeyen bir annenin erkenden okumayı söken en küçük oğlu, “Henüz erken” diyen okul müdürünü masadan kaptığı gazeteyi okuyarak ikna etmiş; ilk sunuculuk deneyiminde “kendi kendisini sunmuştu”.
Hayatının ilk yılları tam bir “adam olacak çocuk” hikayesiydi. Annesi okumamıştı ama, onu elinden tutup yabancı dil derslerine, Fransızca hocalarına götürmüştü. Pertevniyal Lisesi’nde Reşat Ekrem Koçu’dan tarih, Üstat Mesut Cemil’den müzik, yazar Demir Özlü’nün babası Sabih Özlü’den beden, Emre Kongar’ın babası İhsan Kongar’dan felsefe dersleri aldığı yıllarda sabahın 4’ünde uyanır, kahvaltıya kadar derslerini tamamlar, vaktinin çoğunu Millet Kütüphanesi’nde kitap okuyarak geçirirmiş. Bu çaba ve disiplinin sonu, birincilikle tamamlanan lise, ardından bir tek kırık not olmadan bitirilen Hukuk Fakültesi olmuştu. Yetişkinlik yıllarında bile “inek” lafını duyduğunda dönüp bakmamak için zorlandığını söylüyordu gülerek…
Bu disiplini, ilerleyen yıllarda da ona haklı bir ün kazandırmıştı. Öyle ki Milliyet Spor Servisi’nin unutulmaz müdürü Namık Sevik, fazla ileri götürürse “Pırpırlanma” dermiş. “Pırpır” lakabı bu yıllardan kalma… Ama bu “pırpırlanma” eylemi de elbette deneyime dayanıyor. Bir seyahat öncesi 15 gün evvelden bavuluna neler koyacağını listelemekten her daim yanında bulundurduğu acil durum “ilaç kutusu”na (içinde bir hazım, bir ishal, bir de başağrısı ilacı varmış), çift kalem, çift not defteri, hatta çift kol saati taşımasına… Her koşula, her ihtimale hazırlıklı olmadan, bir plan ve sistem dahilinde hareket etmeden, bu kadar büyük bir üretkenlikle, başdöndürücü bir hızla oradan oraya koşturarak geçirdiği meslek hayatının altından kalkabilir miydi acaba?
Bavul hazırlamak için bile bir sistemi varmış. Tepeden başlayıp, ayağa doğru gidermiş. Kafaya şapka gerekir, saç için tarak, belki jel, şampuan; daha aşağıda gözler için güneş gözlüğü; daha aşağıda tıraş olunacak tıraş takımı… Ayağa kadar gidermiş.
Hukuk Fakültesi sonrası ilk defa derme-çatma bir uçağa binip Siirt’in haritada bile bulmakta güçlük çektikleri Kozluk ilçesine (Kürtçe ismi Hazo) hâkim olarak atanmış. Akrepler, kan davaları ve yalnız başına karanlıkta geçirdiği gecelerin ardından cübbesini giyip işinin başına geçtiği 3 ayda, yine sistematik çalışma alışkanlığı sayesinde bütün dava dosyalarını eritmiş. Ancak sonra şartların ağırlığına dayanamayıp tekrar uçağa binip gerisin geriye baba evine dönmüş. Gönlünde gazetecilik yatıyormuş.
İlk işlerinden biri Yazı İşleri Müdürlüğü koltuğunda Abdi İpekçi ve Osman Karaca’nın oturduğu akşam gazetesi İstanbul Ekspres’te olmuş. 1951’de cebine az bir yolluk koyup onu Avrupa’ya göndermişler. İtalya ve Avusturya’da geçirdiği 3.5 ayda İtalya Başbakanı’nın bizzat sağladığı indirimli tren biletiyle dolaşmış; röportajlar yapmıştı. Türk matbuat tarihinde ilk defa Papa’yla röportaj yapan da o olmuştu. Gazete o gün tirajda sabah gazeteleriyle yarışmıştı.
İlkler, 1953’te Türkiye’nin ilk spor gazetesi Türkiye Spor’u çıkarmalarıyla devam etmişti, ancak çok geçmeden Abdi İpekçi’nin Milliyet’inde onun üç yardımcısından biri olarak spor ve magazin servisinin başına geçti. TRT, yayın hayatına başladığında ekranın ilk yüzlerinden biriydi. Bazen çocuklara seslendi, bazen müzikseverlere… Döneminin tüm olimpiyat organizasyonları izleyiciyle onun anlatımıyla buluştu. Hemen hemen her alanda yayıncılık yapsa da en çok futbol sunuculuğu ile tanındı Halit Kıvanç. FIFA Dünya Kupası’nı televizyonda sunan ilk Türk spikerdi. Pelé ile ilk röportajı yapan da oydu. Fenerbahçe aşkına rağmen tarafgirliğin girmediği, objektif olmanın bir gazeteci ve spiker için halen geçer akçe sayıldığı, kritik anlarda sesine kulak kesilen milyonları itidale çekmenin sorumluluk kabul edildiği bu yılların en önemli temsilcilerindendi.
Mesleğinde o kadar kusursuzdu ki yarışma, eğlence, bayram, yılbaşı, kısacası televizyonda yayınlanan tüm program türleri onun sunumuna emanet edildi. 16 yıl boyunca 23 Nisan Çocuk Şenlikleri’ni sundu. Ömrüne 16 kitap, 3 plak ve 1300’den fazla ödül sığdıran Kıvanç, ekrandan taşan beyefendiliği ve yaşam enerjisi ile bir ekol yarattı. En büyük ödülün ise ona herkesin “Halit Ağabey” diye seslenmesi olduğunu söylüyordu.
Deniz Kaynak