Kafka’nın meşhur eseri Dönüşüm, yazılışının 100. yılında kendini doğruluyor. Hangi hayvan türü yarışabilir insanoğluyla, kötülük düzleminde?
Dilleriyle barışamayan toplumlar düşünce üretmekte zorlanıyorlar, böylesi toplumların bireylerinin daha çok kanı oluşturdukları gözlemleniyor; her köşeden “kanaat önderleri”nin fışkırmasının temel nedeni bu.
Bizde, dil düzleminde barışıklık yaşanamamasının ana gerekçesini Osmanlıcadan kopmamıza bağlayanların sayısı azımsanamaz. Mazhar Osman’ın 1925 basımı “Tabâbet-i Ruhiye Rehberi”ni, dostum Yücel Demirel’in yayımlanmamış çevrim yazısından okumaya çalışıyorum: Topu topu 90 yaşındaki bu metinde geçen “ebkemiyyet-i tahrisiye”, “usret-i nutk u tahrir”, “kelâm-ı taharri tagayyürâtı” türünden terimlerle bilmem nereye ne kadar gidebilirdik?
“Yeni” dil sorunları çözmüştür diyemiyoruz buna karşılık. Görünüşte hiçbir bulanıklık taşımayan bir dizi kavrama bakalım: Değişim, dönüşüm, başkalaşım üçlüsü önünde zihin karmaşası yaşadığımızı kanıtlayan çok sayıda örnekten biri üzerinde durmak yeterli: Yunan/Latin kökenli kültür dünyasında değişim (change/ment), dönüşüm (modification), başkalaşım (metamorphose) anlam ayrışmalarını ifade ediyor. Karşılık ararken pusulamız şaşkın: Ovidius’un anıt kitabı Türkçede Dönüşümler, Apuleius’un başyapıtı Başkalaşımlar başlığıyla yayımlandı sözgelimi. Oysa kavram aynı kavram. Michel Butor’un romanını (La Modification) Değişme, Kafka’nın öyküsünü (Die Verwandeurg) Değişim ve Dönüşüm başlıklarıyla ağırladık dilimizde: Belli ki işin içinden çıkamıyoruz bir türlü! Bu koşullarda metinleri doğru okumayı, değerlendirmeyi, yorumlamayı bekleyebilir miyiz? Şüphesiz, her çeviri, her çeviri denemesi bir yandan da bir yorum(lama) girişimidir; gelgelelim yorumun temellendirilmesi, bunun bazı örneklerde (Kafka gibi) okurla paylaşılması kaydıyla. Olmadığında, ipin ucu- nun kaçırıldığı gerçek.
Franz Kafka’nın öyküsü bu yıl 100 yaşına bastı. Kurt Wolff Verlag’ın ilk baskısının kapağında 1916 tarihi, içindeyse Aralık 1915 tarihi yeralıyor; yazar öyküsünü yıl içinde ayrıca bir dergide yayımlamıştır. Öyküyü de, yazarı “keşfeden” ilk yabancı dil Fransızcadır, 1930’lu yıllarda; Türkçeye ilk çevirisi de, 1955’de Vedat Günyol tarafından Fransızcadan yapılmış, Kâmuran Şipal’in Almancadan çevirisiyse 1987’de yayımlanmıştır. Bugün kitapçı raflarında çok sayıda çevirisine rastlıyoruz (Kafka artık kamu malı) ve dört ayrı başlık önerisine: “Değişim”, “Dönüşüm”, “Metamorfoz” ve “Metamorphosis”!
Sözkonusu kargaşa başlık sorusuyla sınırlı sayılmaz: Bir ölçüde içeriği de bağladığına tanık olunan bir başka konu, kitabın kapak tasarımıyla ilişkili; yıllar önce tarafı olduğum bir tartışmaya yeniden değinmek gereğini duyuyorum burada: Kitabın bütün dünya dillerinde kapağına yerleştirilen “böcek” için Kafka’nın yayıncısına “sakın ola ki kapağa böcek resmi koymayın” uyarısı yaptığı bilmezden geliniyor. Yazarın bu uyarıyı ısrarla gündeme getirmesinin canalıcı yanı şurada: Gregor Samsa düpedüz böceğe dönüşmüş değil elbet (Kafka fantastik edebiyata yakın bir edebiyat adamı değildi), kendisini o sabah uyandığında öyle hissediyor, görüyor — ailesi de: Ağır bir depresyon ortamında süzülen, yataktan çıkmayı reddeden, birkaç ay önce tanıştığı Felice’den mektubuna yanıt gelmedikçe bu durumda kalmakta ısrarlı genç adam bir tür böcekten farksız o anda: Bir başkalaşım geçiriyor.
Nabokov gerçi Kafka yorumunda, Freud’u ve ruhçözümleme geleneğinin simge takınaklarını ağır ironiyle ele alır ama, bu öyküde sonuç olarak, eğretilemenin ve başkalaşma duygusunun belli bir ruh halinin anlatımına yaslandığını yadsımak güçtür. Felice’nin yanıtı aynı gün Kafka’ya ulaşır, ertesi gün metni yazmaya girişir, iki aya yakın bir sürede öyküyü tamamlayacaktır. (Oysa “Duruşma”yı bir gecede yazmıştır).
Bir yapıtın yoruma açık olduğunu söylemek bile fazla. Yorum çoğulluğu yapıtı hem zenginleştirir, hem de yorar. Kafka’nınkinin bu bağlamda tipik bir modern odak haline geldiği biliniyor: Asrî Zamanlar insanının neredeyse bütün koşulları görülegelmiştir onda. Samsa’nın hikâyesine dönersek, başlığı “Değişim”den “Dönüşüm”e dönüştüren Ahmet Cemal, çevirisine yazdığı önsözde gerekçesini sunar: “Almancada Die Verwandeurg bir değişimden çok köktenci bir olguyu, tümüyle değişip başkalaşmayı dile getiren bir sözcüktür; burada gerçekleşen bir değişim değil bir ‘dönüşüm’dür”.
Bir bakıma, sık rastlanan yabancılaşma temasına sokulan bir yaklaşım. Kişinin ait olduğu ortamın yabancısı durumuna geçmesi, modern edebiyatta ve felsefede varoluş biçimine ilişkin bir hal olarak konumlanmış, Marxçı kuram karşı kutuptan eleştirel sorgulamayı genişletmişti. Samsa’yı ne ölçüde yaratıcısının bir otoportre çeşitlemesine indirgeyebiliriz ayrı bir konu, buna karşılık, en azından günlüğünde, “defter”lerinde ve mektuplarında belirdiği kadarıyla, Kafka’nın kendisine kuşatan bütün halkalara, ailesine ve kentine, ülkesine ve parçası olduğu uygarlığa uyum gösterme olanaksızlığı belirgindir. Walter Benjamin, 1934’de yayımladığı “Franz Kafka” denemesinde, yazarın yapıtını ıskalamanın iki anayolundan sözeder: Biri, ruhçözüm eksenine bağlıdır sözkonusu yorumların, ötekisi teolojik eksenlidir.
Bu sonuncuya, hem de çok yakın tarihlerde (Nisan 2015), bir yazarımızda rastladık: “Edebiyat ve Öteki Şeyler” başlıklı seminerinde, Kurmaca Alıştırmalar’ından tanıdığımız Gökdemir İhsan, “kadim tahkiye beşeri kâmil insan seviyesine çıkarmaya gayret ediyordu, modern tahkiye mineral seviyesine indirdi” savından hareketle yargısını Kafka’nın öyküsüne bağlıyor: “Kafka’nın kahramanını böceğe dönüştürmesi çok tehlikeli”.
Gökdemir İhsan, bütün masal mirasını, Ovidius ve benzerlerinin başkalaşım çizgisinde yarattığı gelenek deposunu hiçesaydığı yetmiyormuş gibi, modern edebiyatın geniş bir bölümünü de bir çırpıda kötülük hanesine yazıyor. Hayvan evrenini teolojik esaslara bağlı bir bakışaçısıyla horgörmesiyse köhne perspektifiyle malûl bütünüyle. Beşerin hangi kâmil boyutundan sözettiğini anlamakta ayrıca güçlük çektiğimi söylemek isterim: Haber bültenleri tıkabasa aşağılık insan öyküleriyle dolu değil mi her gün? Hangi hayvan türü yarışabilir insanoğluyla, kötülük düzleminde?
Modern edebiyat, başta Kafka’nın yapıtı, tepeden tırnağa hayvan hikâyeleri, meselleri ile doluysa, o damarın ucu Doğunun ve Batının klâsik metinlerine bağlı olduğu içindir. Gregor Samsa’ya gelince, asıl trajik boyut, o başkalaşadursun, en yakınındaki “insan”ların dışavurduğu sağırlıkta, soğukkanlı zulûmde, kıyım kararlığında biçim almaz mı?