Bir eğitim-öğretim yılına daha başlamışken, annelerinin kollarında yaşayıp çiçekli bahçelerde olmasa da, beton ve toz toprak içindeki mahallelerinde anneleri balkondan terlik atana kadar koşmaları gereken sevgili kardeşlerimizin, okullu oldukları için sabahın kör karanlığında kalkıp sınıfları doldurmalarının hikâyesini anlatmanın tam sırasıdır. Bu ilk cümleyi öğelerine ayıranı doğrudan ilkokul beşten mezun ediyorlar, onu da söyleyeyim.
Şimdi aklımda kaldığı kadarıyla, yazının icadıyla eğitimin icadı aynı zamanda gerçekleşiyor. Elbette ondan önce de atalarımız iyice mal değildir, birbirlerine bir şeyler öğretiyor, “Abi mamutu asıl böyle avlayacaksın bak” diye yol yordam gösteriyor, “Abla sakın şu otlardan yeme, geçen benim kaynım yedi, sizlere ömür” diye faideli bilgiler veriyorlardır, orası ayrı. Zaten hangi ot zehirli, hangi bitki adamı öldürür diye öğrenene kadar öyle sanıyorum ki nice kayınlar toprağa verilmiş, nice atamız sırf ortada sistemli bir eğitim olmadığı için topladıkları mantarlardan zehirlenerek ölmüştür.
Kısacası yanlış bilmiyorsam bu yazı işinden sonra eğitim işi de başlamış. Ha başlamış başlamasına da, bütün okullar mekteb-i sultani, inanır mısınız çocuğunuzu iyi bir okula vermek bugünün TEOG’undan da, ÖSS’sinden de zor. Zaten genelde bir tane okul var, ona da hep zenginlerin çocukları gidiyor. Eğer aklımda yanlış kalmadıysa eğitimi kitleselleştirip tabana yayan ve hatta tüm çocuklara zorunlu koşan ilk topluluk Yahudiler olmuş. Tabii ben yine başkalarının yalancısıyım ama nasıl ki zorunlu eğitimi ilk bulan ve uygulayan Yahudilerse galiba okulu kırmayı da ilk keşfeden onlar olmuş, zira Roma’nın artık imparatorluk olduğu zamanlarda bile Yahudiler arasında okuma-yazma oranı yüzde on falan. Şimdi bu size düşük gelebilir, gelmesin. Avrupa’da bu orana ulaşılması için daha 1500 yıldan fazla zaman geçmesi gerekecek.
Tabii bugün bildiğimiz anlamda bir eğitim için 19. yüzyılı beklememiz gerekecek ama tarihin ilk sınavla öğrenci alan okulu, 4+4+4 sistemi falan Antik Yunan’da belirmiş bile. Antik Yunan da kesintisiz zorunlu eğitime karşı çıkarak okulları bölmüşse de, benim aklımda kaldığı kadarıyla çoğunun hocası olmadığı için hep bedenci girmiş derslere, liseye kadar ağırlıklı olarak hep beden dersi var. Eğitim demokratik, herkese veriliyor ama bir yandan da iyice fakir olanlar meslek lisesine gönderiliyor taa milattan önce yedinci yüzyıllarda bile. Tabii Antik Yunan’ın tamamı böyle değil. Spartalılara baktığımızda bütün bir toplumun Kuleli Askerî Lisesi olduğunu görüyoruz, zira çoluk çocuk bütün erkekler bacak kadarken doğrudan kışlaya gönderiliyor, evlenene kadar da dışarı çıkamıyor. Hatta evlenince de çıkmıyor olabilir. Üstelik öyle yatılı okul denince aklınıza Hababam Sınıfı gelmesin; öğrencilerin resmen aç bırakıldığı ve yemek çalmaya zorlandığı, yakalanırlarsa da cezalandırıldığı bir okul bu. Yok öyle tencere tencere yemek getiren Hafize Ana falan; “Açsan git yemek çal, yakalarsak çok kötü döveriz, çalmazsan zaten ölürsün” diyorlar. Yani ne bileyim İstanbul Üniversitesi yemekhanesi bunun yanında çok iyi, öyle düşünün. Bütün erkeklerin bu sert yatılı askerî okulla gençliklerini harcadıkları Sparta’da adamlar evlendirilirken yabancılık çekmesin, durumu garipsemesin diye gelinleri erkek gibi tıraş edip giydiriyorlar. Yani öyle “300 Spartalı” filmindeki çakma Spartalıların homofobik homofobik konuştuğuna bakmayın.
Ha bu arada Atinalılar kızlara pek önem vermezken Spartalılarda kızların eğitimine çok büyük önem veriliyor ve üstelik öyle eğitim fakültesi, eczacılık falan da yok, resmen güreş eğitimi veriyorlar kızlara ve hayır, çamur güreşi falan değil hayvan evladım! Çık bakayım dışarı! Nereden girdin sen dergiye?
Arkadaş çıktığına göre devam edelim, siz de öyle her önüne gelene dergiyi omzunuzun arkasından okutmayın canım. Köşeyi kaynatmaya çalışıyor adam. Neyse, bu bilgiler ışığında sabahın kör karanlığında okul yollarına düşen gariplerimin söveceklerse Antik Yunan medeniyetine sövmeleri gerektiği de anlaşılmıştır. Bakın zil çalıyor, köşe bitti.