Kasım
sayımız çıktı

@devlet adlı kişi sizi engelledi

AK Parti ve MHP’nin “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak duyurduğu “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Teklifi” artık hayatımızda. Bilgi akışını kontrol altına almak için çok güçlü araçlar sunan yasanın yazılı ve görsel basının yanında, internet medyası ve sosyal medyada da ifade özgürlüğü bakımından endişe verici sonuçları olabilir. Özellikle basın özgürlüğü karnesi tarihten bu yana zayıflarla dolu Türkiye’de… Geçmişten örneklerle Türkiye’de basın hürriyeti, sansür ve iktidarla ilişkiler…

AK Parti ve MHP’nin “de­zenformasyonla müca­dele yasası” olarak du­yurduğu, muhalefetin ve basın meslek örgütlerinin “sansür yasası” olarak nitelendirdiği “Basın Kanunu ve Bazı Kanun­larda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Teklifi”, 13 Ekim’de TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Yasa değişik­liği görüşmeleri sırasında CHP milletvekilleri ayağa kalkarak 10 dakika boyunca alkışlar eşli­ğinde “Sansüre Hayır” ve “29’a hayır” sloganları ile teklifi pro­testo etti. HDP milletvekilleri “Gazetecilik suç değildir, özgür basın susturulamaz” pankar­tı açtı. CHP Muğla Milletvekili Burak Erbay bu yasanın gençle­rin özgürlüğünü ellerinden ala­cağını söyleyerek yanında getir­diği çekiçle Meclis kürsüsünde telefonunu kırdı. HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm ağ­zını bantlayarak kürsüye çıktı. Gazeteciler ise o sıralarda ay­lardır sokaklarda sürdürdük­leri eylemlerin yanında sosyal medya üzerinden de #BuSan­sürHepimize ve #SusmakYok etiketleriyle tepkilerini paylaşı­yorlardı.

Halkı yanıltıcı bilgi yayma suçunun belirsizliği

Yazılı ve görsel basının yanı­sıra sosyal medya ile internet medyasına da yeni düzenleme­ler getiren yasa, 40 maddeden oluşuyor. Tartışmaların odağın­da, Türk Ceza Yasası’na “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu”nun eklenmesini öngören ve “sansür düzenlemesi” olarak nitelendirilen 29. Madde ve bir haber veya sosyal medya pay­laşımının “dezenformasyon” amaçlı olduğuna hangi mercii­nin karar vereceği var. 29. Mad­de “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak sai­kiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis ceza­sıyla cezalandırılır. Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesin­de işlemesi hâlinde, birinci fık­raya göre verilen ceza yarı ora­nında artırılır” diyor.

Ancak “halkı yanıltıcı bilgi­yi alenen yayma” suçunun kap­samının tanımda verilmemesi nedeniyle, bu maddenin uygu­lamada nasıl kullanılacağıyla ilgili soru işaretleri sürüyor. Ya­sada “Dezenformasyon” içeren içeriklerle ilgili yaptırımlara, görevlendirilecek mahkemele­rin karar vermesi öngörülüyor ancak “yalan haber”, “dezenfor­masyon”, “asılsız bilgi” ve “tah­rif edilmiş bilgi” gibi kavram­ların hukuki tanımları yasada yer almıyor. “Güven­lik”, “kamu düzeni” ve “kamu barışı” gibi ne­rede başlayıp nerede bittiği belli olmayan kavramlar da muğ­laklık yaratıyor.

Yasa ile in­ternet haber siteleri Basın Yasası kapsamın­da “süreli yayın” olarak tanım­lanıyor ve çalışanlarının basın kartı almalarının yolu açılıyor. Haber sitelerinin de diğer yayın organları gibi Basın İlan Kuru­mu’ndan resmî ilan alabilmesi öngörülüyor. Şimdiye kadar in­ternet haberciliği “gazetecilik” olarak tanımlanmıyor, bu konu­da kanuni bir düzenleme bulun­muyordu. Basın örgütleri inter­net haberciliği ile ilgili bir dü­zenleme olmamasının ve basın meslek yasasına dahil edilme­mesinin çalışanlar açısından hak kaybı yarattığını belirtiyordu.

Meclise su­nulan yasa teklifi bu açıdan olumlu görünse de internet haberciliğinin basın kanunu kapsamına alınması, internet siteleri için davalara boğulma­larına neden olabilecek ağır yaptırımlara da kapı açıyor. Kişilik hakkının zedelenmesi şikayetiyle içerik kaldırma ka­rarı alındığında bu içerik artık her site ve platformdan çıka­rılmakla kalmayacak, ayrıca haber siteleri düzeltme ve ce­vaplarla ilgili tekzipleri, hiçbir düzeltme ve ekleme yapılmak­sızın, en geç bir gün içinde ay­nı puntolarla, ilk 24 saati ana sayfada olmak üzere 1 hafta boyunca yayımlamak zorunda olacak. İnternet sitelerindeki çok eski tarihli haberler için de suç ihbarı yapılabilecek.

Daha önce internet site­lerine erişimin engellenme­si ve içeriklerin kaldırılması 2007’de çıkartılan 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi” ka­nunu ile düzenleniyordu. Bu kanun ilk çıktığında ağırlıklı olarak çocukları koruma ama­cı taşıdığı söylenmişti. Suç olarak tanımlanan maddeler intihara yönlendirme, çocuk­ların cinsel istismarı, uyuş­turucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştır­ma, müstehcenlik ve fuhuştu. Şimdiyse yapılan eklemelerle Millî İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetleri ve personeline yö­nelik suç teşkil eden içerik­ler, katalog suçlar kapsamına alınıyor; yurtiçi-yurtdışı fark etmeksizin erişim engelleme kararları alınabiliyor. 2021 so­nu itibarıyla erişime engelli olan 5000’den fazla web sitesi ve alan adı ile 150 binden fazla haber ve içeriğe bakıldığında, yasanın ilk çıkarıldığı zaman söylenen amaçlardan oldukça farklı bir noktaya taşındığını görebiliriz.

Sosyal medya üzerinde artan baskılar

Yasanın bir başka tartışmalı kısmı, sosyal medya kullanıcı­larını yakından ilgilendiriyor. Sosyal medya platformlarına Türkiye’de temsilci bulundur­ma zorunluluğu 2020’de ge­tirilmiş, ancak şimdiye kadar bununla ilgili bir yaptırıma gi­dilmemişti. Artık bu temsilcile­rin Türkiye’de yerleşik Türki­ye vatandaşları olması şartı da eklendi ki çok daha hızlı hare­kete geçilebilsin. Ayrıca sosyal ağ sağlayıcılara “algoritmaların raporlanması zorunluluğu, içe­rik kaldırma, içerikler ve içerik oluşturana ilişkin bilginin yet­kili kolluk birimleriyle paylaşıl­ması, ek idari yaptırımlar” gibi düzenlemeler de getirildi. Bu şartların ardından hukuka aykı­rı içeriği en geç dört saat içinde kaldırmayan sosyal medya plat­formu, içerikten doğrudan so­rumlu olacak.

Artık kurallara uymamaları hâlinde, hiçbir yargı kararı ol­madan, Türkiye’deki gerçek ve tüzel kişilerin yurtdışı merkezli sosyal medya platformuna altı aya kadar reklam vermeleri ya­saklanabilecek. Bilgi Teknoloji­leri ve İletişim Kurumu (BTK), yükümlülüklerini yerine getir­meyen sosyal medya platform­larına, bir önceki takvim yılın­daki küresel cirosunun yüzde 3’üne kadar idari para cezası verebilecek; içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi ka­rarının yerine getirilmesine ka­dar, internet trafiği bant genişli­ği %90’a kadar daraltılabilecek, ki bu fiilen o platformu kapat­makla eşdeğer.

“Şebekeler üstü hizmet sağ­layacılar” olarak tanımlanan uygulamalar arasında telefon operatörleri ile Whatsapp, Sig­nal, Skype gibi anlık mesajlaş­ma uygulamaları da var. Ya­sanın 36. ve 37. maddelerinde bu uygulamaların da BTK’ya aktif kişi ve kurumsal kullanı­cı sayısı, sesli arama sayısı ve süresi, görüntülü arama sayısı ve süresi gibi bilgileri vermesi zorunlu hâle getirildi. Temmuz ayında Medyascope’tan Doğu Eroğlu, “Belgeleriyle BTK-Ga­te” başlıklı haberinde zaten gir­diğimiz internet sitelerinden WhatsApp’ta kimlerle yazıştı­ğımıza ve konum verilerimize birçok verinin internet servis sağlayıcıları tarafından her saat başı BTK’ya gönderildiğine dair belgeleri yayımlamıştı.

Tüm bu düzenlemeleri bir örnekle anlatmak gerekirse, ar­tık resmî rakamlara uymayan bir enflasyon oranıyla ilgili twe­et atıldığında, yetkililerin vere­ceği talimat ile o içeriğin 4 saat içinde kaldırılması gerekecek. Aksi takdirde platform idari yaptırımlarla karşı karşıya kala­cak. Bu tweeti yayımlayanın ya­nında yeniden paylaşanların da bilgileri bu platformdan istene­bilecek. Bütün bunların sosyal medya platformlarının Türki­ye’de faaliyete devam etmekle ilgili kararlarını yeniden gözden geçirmelerine neden olabileceği düşünülüyor.

Gözaltılar, tutuklamalar… CHP Milletvekili Utku Çakırözer’in hazırladığı rapora göre Türkiye’de 2022’in ilk 6 ayında gazeteciler 350 kez hakim karşısına çıktı, 56 gazeteci gözaltına alındı, 23 gazeteci ise tutuklandı.

Basın kartının keyfî dağıtımı

Yasayla, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı İletişim Başkanlığı’nın yönetmelikle uyguladığı “ba­sın kartı” ile ilgili düzenlemeler artık yasal hâle getirildi. Dola­yısıyla basın meslek örgütleri tarafından İletişim Başkanlığı aleyhine Basın Kartı Yönetme­liği nedeniyle açılmış davalar düşecek. Oysa meslek örgütle­ri, “basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunulması” id­diasıyla keyfî gerekçelerle basın kartı iptali kararı alınabilmesi­ne karşı çıkıyordu.

Yasadaki 14. maddeyle Ba­sın Kartı Komisyonu’nun üye sayısı 9 kişiden 19 kişiye çık­tı. Ancak Komisyon’un çoğun­luğunu İletişim Başkanı’nın belirlemesi dolayısıyla iktida­ra yakın isimlerden oluşturul­ması özelliği korundu. İletişim Başkanlığı’nın doğrudan seçtiği üye sayısı, 5 kişiden 12 kişiye yükseltildi. Belirli suçlardan hü­küm giyenler ve terör suçlarıyla medya dışında ticari faaliyette bulunanlara basın kartı veril­meyeceği belirtildi.

İletişim Başkanlığı’nın Dezenformasyon Bülteni

Yasayı Meclis’e getiren ikti­dar bloğu partileri, AK Parti ve MHP, bütün bu tepki ve çekin­celere rağmen yasanın “dezen­formasyon ve bilgi kirliliğiyle mücadele etmeyi” hedeflediğini, bir sansür yasası olmadığını, ga­zetecilik faaliyetlerinin yasanın kapsamı içinde değerlendiril­meyeceğini, benzer uygulamala­rın Batı’da da olduğunu söyleye­rek teklifi savunuyorlar. Yasayı savunan isimlerin başında ge­len Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, sosyal ve dijital medyadaki “kuralsız­lığın” demokrasiyi zehirlediğini ve toplumsal düzeni bozduğunu öne sürüyor. Altun, “Bu anla­yışla biz dijital evreni ‘siber va­tan’ olarak tanımlıyoruz. Nasıl ki gerçek dünyada bir egemen­lik mücadelesi veriyorsak siber dünyada da bir egemenlik mü­cadelesi veriyoruz” diyor; “Daha güvenli bir medya için çalışmak, esasında bizim hakikat müca­delemizin de bir parçasıdır. Bu aynı zamanda Sayın Cumhur­başkanımızın çağrısını yaptığı iletişim seferberliğimizin de bir cüzüdür” sözleriyle yasa teklifi­ni savunuyor.

İletişim Başkanlığı bu “ileti­şim seferberliği”nin bir parçası olarak yakın zamanda bir “De­zenformasyon Bülteni” yayım­lamaya başladı. Bu Bülten’de, İletişim Başkanlığı, basında ve sosyal medyada dolaşıma giren haberler arasında kendi açık­lamasıyla “Yalan Haber” olan söylemleri ifşa ediyor ve ardın­dan bu “yalan haberlerin”, kendi iddiaları çerçevesinde doğru­larını yazıyor. Bültenin ikinci sayısında Amasra’daki maden kazasına ilişkin “Sayıştay Ra­porlarındaki Öneriler Dikka­te Alınmadı İddiası”, “Soma ve Ermenek Kazalarından Sonra Gerekli İyileştirmeler Yapılma­dı İddiası”, “Kurum Degaj Yö­nergesi Uygulanmadı İddiası” “haftanın yalan haberleri” ola­rak sıralandı. Bültende Sayıştay raporlarının “yanlış okunduğu” iddia edilerek, “Öneriler dikkate alınmış, hatta mevzuatın gerek­tirdiğinden fazla tedbir alınmış­tır” denildi. Oysa bağımsız teyit platformu teyit.org, hükümet sözcüleri ve TTK’nın “dezen­formasyon” dediği Sayıştay’ın 2019’da madenle ilgili yaptı­ğı uyarıların ne anlama geldi­ğini incelediğinde, raporda iş güvenliği, kaza ve infilak riski konularında uyarılar yeraldığı­nı vurgulamıştı. Bu, asli göre­vi “bağımsız kamu denetimi” olan basının işlevi, denetlenme­si gereken kurumlar tarafından üstlenildiğinde ortaya çıkabi­lecek garipliklerin yalnızca bir örneği…

‘Siber Vatan’ anlayışı Yasayı savunan isimlerin başında gelen Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Nasıl ki gerçek dünyada bir egemenlik mücadelesi veriyorsak siber dünyada da bir egemenlik mücadelesi veriyoruz” diyor.

AB ve ABD örnekleri

İktidar bloğunun yasayı savu­nurken kullandığı bir başka ar­güman, benzer yasaların yurt­dışında da olduğu savı. TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında, AK Parti Kahraman­maraş Milletvekili Ahmet Öz­demir; Avrupa Birliği, ABD ve Venedik Komisyonu temsilcile­riyle yasayı görüştüklerini ifade etti. CHP ve İyi Partili millet­vekillerinin “İcazet mi aldınız” tepkilerinin ardından Özde­mir, “Onlar bizimle görüşmek istediler” sözlerini kullandı ve “Sonunda şunu söylediler, ‘Bi­zim dezenformasyon yasamızla sizin yasanız birebir örtüşüyor’ dediler” dedi. Özdemir konuş­masını “Niye bunu bizimle ko­nuşuyorlar? Çünkü dünyaya ör­nek olacak bir sistem hazırlıyo­ruz” diyerek noktaladı.

ABD’de benzer bir yasa bu­lunduğu iddiası daha sonra ABD Büyükelçiliği tarafından yalanlandı; ABD Dışişleri Ba­kanlığı’ndan bir sözcü, uygulan­ması hâlinde internet ve medya özgürlüğüne kısıtlama getirecek olan yasanın kabul edilmesin­den derin endişe duyduklarını söyledi. Ayrıca BM İnsan Hak­ları Yüksek Komiserliği Sözcü­sü Marta Hurtado, yasa değişik­liğine ilişkin “Uluslararası in­san hakları hukukuna göre ifade özgürlüğü ‘doğru’ bilgiyle sınırlı değildir, gerek çevrimiçi gerek çevrimdışında ‘her türden bilgi ve fikri’ kapsar. İfade özgürlüğü­ne kısıtlamalar sadece meşru ve gerekli durumlarda düşünüle­bilir” sözleriyle kaygılarını dile getirdi.

Temmuz 2010’da İstiklal Caddesi’nde düzenlenen “Sansürsüz İnternet” yürüyüşünden.

Gerçekten 40 maddelik yasa tasarısının bazı hükümlerinin, Avrupa içinde de tartışma ya­ratan Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) ile uyumluluk sağlamak için tasarlandığı görülüyor. Dezen­formasyon Yasası’nın Genel Gerekçe bölümünde de AB’nin Dijital Hizmetler Yasası örnek gösteriliyor ve ABD’de bu alan­da yeni regülasyonlar hazırlan­dığı vurgulanıyor. Ancak, tüm dünyanın mücadele etmek için düzenleme getirmeye çalıştığı dezenformasyonun “düzenlen­mesi” ile “kriminalize edilme­si” arasında ciddi bir fark var. Üstelik hapis cezası gibi ağır ce­zalar, yanlış bilgiyi ortadan kal­dırmakta başarılı da görünüyor. Rusya, Çin, Burkina Faso, Kam­boçya gibi “dezenformasyon ya­saları” olan ülkeler; ifade, basın özgürlüğü ve medya okuryazar­lığında öne çıkan ülkeler arasın­da anılmıyorlar.

AB’nin Dijital Hizmetler Yasası (DHY) ve Dijital Piyasa­lar Yasası (DPY) adlı iki yasayla kapsadığı interneti düzenleme çabası, aslında Avrupa Komis­yonu’nun Aralık 2020’de sahte ürünlerin satışı, nefret söylemi­nin yayılması, siber tehditler ve piyasa dengesizlikleri gibi çe­şitli zorlukların önüne geçmek üzere önerdiği geniş bir mevzu­atın parçası. Temmuz başında bu iki yasa, “Dijital Hizmetler Paketi” adı altında birleştirildi. “Antitröst yasa tasarısı” olarak da nitelendirilen düzenlemenin ana amacı, dijital dünya dışın­da yasal olmayan fiillerin dijital ortamda da yasadışı olmasını sağlamak, ayrıca internet şir­ketlerini daha sıkı denetlemek ve daha fazla sayıda tüketici­yi usulsüzlüklerden koruyabil­mek olarak belirtiliyor. Bunlar arasında AB’nin arama motoru pazar payının %92.04’üne sa­hip Google ve 309 milyon aktif kullanıcısı olan Facebook ilk sıralarda yer alıyor. Şirketlerin algoritmalarının nasıl çalıştığı­nı açıklamasını gerektiren mad­deler, DHY’yle Türkiye’nin “De­zenformasyon Yasası”nın ortak noktalarından.

İfade Özgürlüğü Derneği’nin “Üst Düzey Kamu Şahsiyetlerinin İncinen İtibar, Onur ve Haysiyet Yılı | EngelliWeb 2021” başlıklı raporuna göre erişime engellenen web siteleri ve erişime engellenen haberler…

Avrupa Komisyonu, ayrıca pandemi ve doğal afetler gibi olağanüstü durumlarda plat­formların dezenformasyon, al­datmaca ve manipülasyonlara karşı sorumluluğunu artırıl­masını öngörüyor. Ancak AB Komisyonu “Bu önlemler, ifade özgürlüğü kısıtlamalarına karşı dikkatli bir şekilde dengelenme­li ve bağımsız denetimlere tabi olmalı” diye de ekliyor. Bunun yanısıra şirketler; nefret söyle­mi, şiddet çağrıları ya da terör propagandası gibi yasadışı içe­rikleri kendilerine haber verilir verilmez kaldırmak zorunda. Hangi içeriklerin terörist içerik veya yasadışı nefret söylemi ol­duğu da AB yasaları düzeyinde tanımlanıyor.

Ancak önemli bir fark, AB düzenlemelerinde cezaların sosyal medya platformlarına verilmesine karşılık, Türki­ye’de cezaların yurttaşlara ve dolaylı olarak reklam veren ye­rel firmalara yönelik olması. Bu da “Dezenformasyon Yasası”­nın yurttaşları korumaktan çok cezalandırmayı hedeflediğini düşündürüyor. Ayrıca DHY’de yasadışı içerikle zararlı içerik birbirinden ayrılıyor. İfade öz­gürlüğünün korunması için kul­lanıcılar, doğrudan platforma itiraz edebiliyor; mahkeme dışı bir çözüm kurumunu seçebili­yor veya yargı önünde tazminat talep edebiliyorlar. Türkiye’de ise ifade özgürlüğünün korun­masına ilişkin bu tür önlemler öngörülmüyor.

ABD’ye gelince, politikacı­lar, bölünmeleri körüklediği ve zararlı içeriğin yayılmasını ko­laylaştırdığı gerekçesiyle sosyal medya şirketlerini uzun süredir eleştiriyor. Ancak bu eleştiriler, AB’nin aksine, tartışmanın öte­sine henüz geçmedi. İnternet siteleri ve platformlar, kullanı­cılarının yaptığı paylaşımlardan ya da ürettikleri içeriklerden sorumlu tutulmuyor.

Ancak Cumhuriyetçiler; özellikle eski ABD Başkanı Do­nald Trump’ın hesaplarının as­kıya alınmasının ardından, You­tube, Twitter ve Facebook gibi platformların, muhafazakar kul­lanıcıların hesaplarını haksız yere kapattığını ve liberal sesle­ri öne çıkarttığını öne sürerek düzenleme talep ediyor. Eski Facebook çalışanı Francis Hau­gen’ın ifşaları, Covid-19 pande­misinde öne çıkan aşı karşıtlı­ğı ve siyasi komplo teorilerinin yaygınlaşmasının ardından, De­mokrat Parti’de de düzenleme çağrıları kuvvetlendi. Ancak bu tartışmalar da ifade özgürlüğü­nün garanti altına alınması ile sosyal medya platformlarına karşı yurttaşları koruma amacı çerçevesine ilerliyor.

Gazeteciler ve basın meslek örgütlerinin yeni yasaya karşı tepkileri, özellikle 29. madde üzerinde yoğunlaşıyor. 29. madde “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” diyor.