AK Parti ve MHP’nin “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak duyurduğu “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Teklifi” artık hayatımızda. Bilgi akışını kontrol altına almak için çok güçlü araçlar sunan yasanın yazılı ve görsel basının yanında, internet medyası ve sosyal medyada da ifade özgürlüğü bakımından endişe verici sonuçları olabilir. Özellikle basın özgürlüğü karnesi tarihten bu yana zayıflarla dolu Türkiye’de… Geçmişten örneklerle Türkiye’de basın hürriyeti, sansür ve iktidarla ilişkiler…
AK Parti ve MHP’nin “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak duyurduğu, muhalefetin ve basın meslek örgütlerinin “sansür yasası” olarak nitelendirdiği “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Teklifi”, 13 Ekim’de TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Yasa değişikliği görüşmeleri sırasında CHP milletvekilleri ayağa kalkarak 10 dakika boyunca alkışlar eşliğinde “Sansüre Hayır” ve “29’a hayır” sloganları ile teklifi protesto etti. HDP milletvekilleri “Gazetecilik suç değildir, özgür basın susturulamaz” pankartı açtı. CHP Muğla Milletvekili Burak Erbay bu yasanın gençlerin özgürlüğünü ellerinden alacağını söyleyerek yanında getirdiği çekiçle Meclis kürsüsünde telefonunu kırdı. HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm ağzını bantlayarak kürsüye çıktı. Gazeteciler ise o sıralarda aylardır sokaklarda sürdürdükleri eylemlerin yanında sosyal medya üzerinden de #BuSansürHepimize ve #SusmakYok etiketleriyle tepkilerini paylaşıyorlardı.
Halkı yanıltıcı bilgi yayma suçunun belirsizliği
Yazılı ve görsel basının yanısıra sosyal medya ile internet medyasına da yeni düzenlemeler getiren yasa, 40 maddeden oluşuyor. Tartışmaların odağında, Türk Ceza Yasası’na “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu”nun eklenmesini öngören ve “sansür düzenlemesi” olarak nitelendirilen 29. Madde ve bir haber veya sosyal medya paylaşımının “dezenformasyon” amaçlı olduğuna hangi merciinin karar vereceği var. 29. Madde “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır” diyor.
Ancak “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun kapsamının tanımda verilmemesi nedeniyle, bu maddenin uygulamada nasıl kullanılacağıyla ilgili soru işaretleri sürüyor. Yasada “Dezenformasyon” içeren içeriklerle ilgili yaptırımlara, görevlendirilecek mahkemelerin karar vermesi öngörülüyor ancak “yalan haber”, “dezenformasyon”, “asılsız bilgi” ve “tahrif edilmiş bilgi” gibi kavramların hukuki tanımları yasada yer almıyor. “Güvenlik”, “kamu düzeni” ve “kamu barışı” gibi nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan kavramlar da muğlaklık yaratıyor.
Yasa ile internet haber siteleri Basın Yasası kapsamında “süreli yayın” olarak tanımlanıyor ve çalışanlarının basın kartı almalarının yolu açılıyor. Haber sitelerinin de diğer yayın organları gibi Basın İlan Kurumu’ndan resmî ilan alabilmesi öngörülüyor. Şimdiye kadar internet haberciliği “gazetecilik” olarak tanımlanmıyor, bu konuda kanuni bir düzenleme bulunmuyordu. Basın örgütleri internet haberciliği ile ilgili bir düzenleme olmamasının ve basın meslek yasasına dahil edilmemesinin çalışanlar açısından hak kaybı yarattığını belirtiyordu.
Meclise sunulan yasa teklifi bu açıdan olumlu görünse de internet haberciliğinin basın kanunu kapsamına alınması, internet siteleri için davalara boğulmalarına neden olabilecek ağır yaptırımlara da kapı açıyor. Kişilik hakkının zedelenmesi şikayetiyle içerik kaldırma kararı alındığında bu içerik artık her site ve platformdan çıkarılmakla kalmayacak, ayrıca haber siteleri düzeltme ve cevaplarla ilgili tekzipleri, hiçbir düzeltme ve ekleme yapılmaksızın, en geç bir gün içinde aynı puntolarla, ilk 24 saati ana sayfada olmak üzere 1 hafta boyunca yayımlamak zorunda olacak. İnternet sitelerindeki çok eski tarihli haberler için de suç ihbarı yapılabilecek.
Daha önce internet sitelerine erişimin engellenmesi ve içeriklerin kaldırılması 2007’de çıkartılan 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi” kanunu ile düzenleniyordu. Bu kanun ilk çıktığında ağırlıklı olarak çocukları koruma amacı taşıdığı söylenmişti. Suç olarak tanımlanan maddeler intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, müstehcenlik ve fuhuştu. Şimdiyse yapılan eklemelerle Millî İstihbarat Teşkilatı’nın faaliyetleri ve personeline yönelik suç teşkil eden içerikler, katalog suçlar kapsamına alınıyor; yurtiçi-yurtdışı fark etmeksizin erişim engelleme kararları alınabiliyor. 2021 sonu itibarıyla erişime engelli olan 5000’den fazla web sitesi ve alan adı ile 150 binden fazla haber ve içeriğe bakıldığında, yasanın ilk çıkarıldığı zaman söylenen amaçlardan oldukça farklı bir noktaya taşındığını görebiliriz.
Sosyal medya üzerinde artan baskılar
Yasanın bir başka tartışmalı kısmı, sosyal medya kullanıcılarını yakından ilgilendiriyor. Sosyal medya platformlarına Türkiye’de temsilci bulundurma zorunluluğu 2020’de getirilmiş, ancak şimdiye kadar bununla ilgili bir yaptırıma gidilmemişti. Artık bu temsilcilerin Türkiye’de yerleşik Türkiye vatandaşları olması şartı da eklendi ki çok daha hızlı harekete geçilebilsin. Ayrıca sosyal ağ sağlayıcılara “algoritmaların raporlanması zorunluluğu, içerik kaldırma, içerikler ve içerik oluşturana ilişkin bilginin yetkili kolluk birimleriyle paylaşılması, ek idari yaptırımlar” gibi düzenlemeler de getirildi. Bu şartların ardından hukuka aykırı içeriği en geç dört saat içinde kaldırmayan sosyal medya platformu, içerikten doğrudan sorumlu olacak.
Artık kurallara uymamaları hâlinde, hiçbir yargı kararı olmadan, Türkiye’deki gerçek ve tüzel kişilerin yurtdışı merkezli sosyal medya platformuna altı aya kadar reklam vermeleri yasaklanabilecek. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), yükümlülüklerini yerine getirmeyen sosyal medya platformlarına, bir önceki takvim yılındaki küresel cirosunun yüzde 3’üne kadar idari para cezası verebilecek; içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi kararının yerine getirilmesine kadar, internet trafiği bant genişliği %90’a kadar daraltılabilecek, ki bu fiilen o platformu kapatmakla eşdeğer.
“Şebekeler üstü hizmet sağlayacılar” olarak tanımlanan uygulamalar arasında telefon operatörleri ile Whatsapp, Signal, Skype gibi anlık mesajlaşma uygulamaları da var. Yasanın 36. ve 37. maddelerinde bu uygulamaların da BTK’ya aktif kişi ve kurumsal kullanıcı sayısı, sesli arama sayısı ve süresi, görüntülü arama sayısı ve süresi gibi bilgileri vermesi zorunlu hâle getirildi. Temmuz ayında Medyascope’tan Doğu Eroğlu, “Belgeleriyle BTK-Gate” başlıklı haberinde zaten girdiğimiz internet sitelerinden WhatsApp’ta kimlerle yazıştığımıza ve konum verilerimize birçok verinin internet servis sağlayıcıları tarafından her saat başı BTK’ya gönderildiğine dair belgeleri yayımlamıştı.
Tüm bu düzenlemeleri bir örnekle anlatmak gerekirse, artık resmî rakamlara uymayan bir enflasyon oranıyla ilgili tweet atıldığında, yetkililerin vereceği talimat ile o içeriğin 4 saat içinde kaldırılması gerekecek. Aksi takdirde platform idari yaptırımlarla karşı karşıya kalacak. Bu tweeti yayımlayanın yanında yeniden paylaşanların da bilgileri bu platformdan istenebilecek. Bütün bunların sosyal medya platformlarının Türkiye’de faaliyete devam etmekle ilgili kararlarını yeniden gözden geçirmelerine neden olabileceği düşünülüyor.
Basın kartının keyfî dağıtımı
Yasayla, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı İletişim Başkanlığı’nın yönetmelikle uyguladığı “basın kartı” ile ilgili düzenlemeler artık yasal hâle getirildi. Dolayısıyla basın meslek örgütleri tarafından İletişim Başkanlığı aleyhine Basın Kartı Yönetmeliği nedeniyle açılmış davalar düşecek. Oysa meslek örgütleri, “basın ahlak esaslarına aykırı davranışlarda bulunulması” iddiasıyla keyfî gerekçelerle basın kartı iptali kararı alınabilmesine karşı çıkıyordu.
Yasadaki 14. maddeyle Basın Kartı Komisyonu’nun üye sayısı 9 kişiden 19 kişiye çıktı. Ancak Komisyon’un çoğunluğunu İletişim Başkanı’nın belirlemesi dolayısıyla iktidara yakın isimlerden oluşturulması özelliği korundu. İletişim Başkanlığı’nın doğrudan seçtiği üye sayısı, 5 kişiden 12 kişiye yükseltildi. Belirli suçlardan hüküm giyenler ve terör suçlarıyla medya dışında ticari faaliyette bulunanlara basın kartı verilmeyeceği belirtildi.
İletişim Başkanlığı’nın Dezenformasyon Bülteni
Yasayı Meclis’e getiren iktidar bloğu partileri, AK Parti ve MHP, bütün bu tepki ve çekincelere rağmen yasanın “dezenformasyon ve bilgi kirliliğiyle mücadele etmeyi” hedeflediğini, bir sansür yasası olmadığını, gazetecilik faaliyetlerinin yasanın kapsamı içinde değerlendirilmeyeceğini, benzer uygulamaların Batı’da da olduğunu söyleyerek teklifi savunuyorlar. Yasayı savunan isimlerin başında gelen Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, sosyal ve dijital medyadaki “kuralsızlığın” demokrasiyi zehirlediğini ve toplumsal düzeni bozduğunu öne sürüyor. Altun, “Bu anlayışla biz dijital evreni ‘siber vatan’ olarak tanımlıyoruz. Nasıl ki gerçek dünyada bir egemenlik mücadelesi veriyorsak siber dünyada da bir egemenlik mücadelesi veriyoruz” diyor; “Daha güvenli bir medya için çalışmak, esasında bizim hakikat mücadelemizin de bir parçasıdır. Bu aynı zamanda Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısını yaptığı iletişim seferberliğimizin de bir cüzüdür” sözleriyle yasa teklifini savunuyor.
İletişim Başkanlığı bu “iletişim seferberliği”nin bir parçası olarak yakın zamanda bir “Dezenformasyon Bülteni” yayımlamaya başladı. Bu Bülten’de, İletişim Başkanlığı, basında ve sosyal medyada dolaşıma giren haberler arasında kendi açıklamasıyla “Yalan Haber” olan söylemleri ifşa ediyor ve ardından bu “yalan haberlerin”, kendi iddiaları çerçevesinde doğrularını yazıyor. Bültenin ikinci sayısında Amasra’daki maden kazasına ilişkin “Sayıştay Raporlarındaki Öneriler Dikkate Alınmadı İddiası”, “Soma ve Ermenek Kazalarından Sonra Gerekli İyileştirmeler Yapılmadı İddiası”, “Kurum Degaj Yönergesi Uygulanmadı İddiası” “haftanın yalan haberleri” olarak sıralandı. Bültende Sayıştay raporlarının “yanlış okunduğu” iddia edilerek, “Öneriler dikkate alınmış, hatta mevzuatın gerektirdiğinden fazla tedbir alınmıştır” denildi. Oysa bağımsız teyit platformu teyit.org, hükümet sözcüleri ve TTK’nın “dezenformasyon” dediği Sayıştay’ın 2019’da madenle ilgili yaptığı uyarıların ne anlama geldiğini incelediğinde, raporda iş güvenliği, kaza ve infilak riski konularında uyarılar yeraldığını vurgulamıştı. Bu, asli görevi “bağımsız kamu denetimi” olan basının işlevi, denetlenmesi gereken kurumlar tarafından üstlenildiğinde ortaya çıkabilecek garipliklerin yalnızca bir örneği…
AB ve ABD örnekleri
İktidar bloğunun yasayı savunurken kullandığı bir başka argüman, benzer yasaların yurtdışında da olduğu savı. TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Özdemir; Avrupa Birliği, ABD ve Venedik Komisyonu temsilcileriyle yasayı görüştüklerini ifade etti. CHP ve İyi Partili milletvekillerinin “İcazet mi aldınız” tepkilerinin ardından Özdemir, “Onlar bizimle görüşmek istediler” sözlerini kullandı ve “Sonunda şunu söylediler, ‘Bizim dezenformasyon yasamızla sizin yasanız birebir örtüşüyor’ dediler” dedi. Özdemir konuşmasını “Niye bunu bizimle konuşuyorlar? Çünkü dünyaya örnek olacak bir sistem hazırlıyoruz” diyerek noktaladı.
ABD’de benzer bir yasa bulunduğu iddiası daha sonra ABD Büyükelçiliği tarafından yalanlandı; ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir sözcü, uygulanması hâlinde internet ve medya özgürlüğüne kısıtlama getirecek olan yasanın kabul edilmesinden derin endişe duyduklarını söyledi. Ayrıca BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Marta Hurtado, yasa değişikliğine ilişkin “Uluslararası insan hakları hukukuna göre ifade özgürlüğü ‘doğru’ bilgiyle sınırlı değildir, gerek çevrimiçi gerek çevrimdışında ‘her türden bilgi ve fikri’ kapsar. İfade özgürlüğüne kısıtlamalar sadece meşru ve gerekli durumlarda düşünülebilir” sözleriyle kaygılarını dile getirdi.
Gerçekten 40 maddelik yasa tasarısının bazı hükümlerinin, Avrupa içinde de tartışma yaratan Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) ile uyumluluk sağlamak için tasarlandığı görülüyor. Dezenformasyon Yasası’nın Genel Gerekçe bölümünde de AB’nin Dijital Hizmetler Yasası örnek gösteriliyor ve ABD’de bu alanda yeni regülasyonlar hazırlandığı vurgulanıyor. Ancak, tüm dünyanın mücadele etmek için düzenleme getirmeye çalıştığı dezenformasyonun “düzenlenmesi” ile “kriminalize edilmesi” arasında ciddi bir fark var. Üstelik hapis cezası gibi ağır cezalar, yanlış bilgiyi ortadan kaldırmakta başarılı da görünüyor. Rusya, Çin, Burkina Faso, Kamboçya gibi “dezenformasyon yasaları” olan ülkeler; ifade, basın özgürlüğü ve medya okuryazarlığında öne çıkan ülkeler arasında anılmıyorlar.
AB’nin Dijital Hizmetler Yasası (DHY) ve Dijital Piyasalar Yasası (DPY) adlı iki yasayla kapsadığı interneti düzenleme çabası, aslında Avrupa Komisyonu’nun Aralık 2020’de sahte ürünlerin satışı, nefret söyleminin yayılması, siber tehditler ve piyasa dengesizlikleri gibi çeşitli zorlukların önüne geçmek üzere önerdiği geniş bir mevzuatın parçası. Temmuz başında bu iki yasa, “Dijital Hizmetler Paketi” adı altında birleştirildi. “Antitröst yasa tasarısı” olarak da nitelendirilen düzenlemenin ana amacı, dijital dünya dışında yasal olmayan fiillerin dijital ortamda da yasadışı olmasını sağlamak, ayrıca internet şirketlerini daha sıkı denetlemek ve daha fazla sayıda tüketiciyi usulsüzlüklerden koruyabilmek olarak belirtiliyor. Bunlar arasında AB’nin arama motoru pazar payının %92.04’üne sahip Google ve 309 milyon aktif kullanıcısı olan Facebook ilk sıralarda yer alıyor. Şirketlerin algoritmalarının nasıl çalıştığını açıklamasını gerektiren maddeler, DHY’yle Türkiye’nin “Dezenformasyon Yasası”nın ortak noktalarından.
Avrupa Komisyonu, ayrıca pandemi ve doğal afetler gibi olağanüstü durumlarda platformların dezenformasyon, aldatmaca ve manipülasyonlara karşı sorumluluğunu artırılmasını öngörüyor. Ancak AB Komisyonu “Bu önlemler, ifade özgürlüğü kısıtlamalarına karşı dikkatli bir şekilde dengelenmeli ve bağımsız denetimlere tabi olmalı” diye de ekliyor. Bunun yanısıra şirketler; nefret söylemi, şiddet çağrıları ya da terör propagandası gibi yasadışı içerikleri kendilerine haber verilir verilmez kaldırmak zorunda. Hangi içeriklerin terörist içerik veya yasadışı nefret söylemi olduğu da AB yasaları düzeyinde tanımlanıyor.
Ancak önemli bir fark, AB düzenlemelerinde cezaların sosyal medya platformlarına verilmesine karşılık, Türkiye’de cezaların yurttaşlara ve dolaylı olarak reklam veren yerel firmalara yönelik olması. Bu da “Dezenformasyon Yasası”nın yurttaşları korumaktan çok cezalandırmayı hedeflediğini düşündürüyor. Ayrıca DHY’de yasadışı içerikle zararlı içerik birbirinden ayrılıyor. İfade özgürlüğünün korunması için kullanıcılar, doğrudan platforma itiraz edebiliyor; mahkeme dışı bir çözüm kurumunu seçebiliyor veya yargı önünde tazminat talep edebiliyorlar. Türkiye’de ise ifade özgürlüğünün korunmasına ilişkin bu tür önlemler öngörülmüyor.
ABD’ye gelince, politikacılar, bölünmeleri körüklediği ve zararlı içeriğin yayılmasını kolaylaştırdığı gerekçesiyle sosyal medya şirketlerini uzun süredir eleştiriyor. Ancak bu eleştiriler, AB’nin aksine, tartışmanın ötesine henüz geçmedi. İnternet siteleri ve platformlar, kullanıcılarının yaptığı paylaşımlardan ya da ürettikleri içeriklerden sorumlu tutulmuyor.
Ancak Cumhuriyetçiler; özellikle eski ABD Başkanı Donald Trump’ın hesaplarının askıya alınmasının ardından, Youtube, Twitter ve Facebook gibi platformların, muhafazakar kullanıcıların hesaplarını haksız yere kapattığını ve liberal sesleri öne çıkarttığını öne sürerek düzenleme talep ediyor. Eski Facebook çalışanı Francis Haugen’ın ifşaları, Covid-19 pandemisinde öne çıkan aşı karşıtlığı ve siyasi komplo teorilerinin yaygınlaşmasının ardından, Demokrat Parti’de de düzenleme çağrıları kuvvetlendi. Ancak bu tartışmalar da ifade özgürlüğünün garanti altına alınması ile sosyal medya platformlarına karşı yurttaşları koruma amacı çerçevesine ilerliyor.