Aralık
sayımız çıktı

‘Devlet-i Ebed-müddet’ Osmanlı hanedanı ve sonun başlangıcı

Son cülus, son veliaht, son padişah cenazesi! Doğal ki o gün, bunların yakın tarihe birer “son” kaydıyla geçeceği bilinmiyor, “Devlet-i Ebed-müddet” denen Osmanlı varlığının sonsuzluğa kadar devam edeceği düşünülüyordu. Hanedana ve o günlere dair dönem gazetelerin yazamadıkları…

O tarihte dört yıldan beri süren Cihan Harbi, henüz bir ateşkese (Mondros-30 Ekim 1918) bağlanmamıştı ama, bu sözde barışın getireceği işgaller ve Osmanlı Hanedanı için kapanış ufukta idi. 10 Şubat 1918’de eski padişah (II) Abdülhamid, altı ay sonra da tahttaki kardeşi V. Mehmed Reşad (1909- 1918) vefat etti. Vefatının ertesi günü, yani 4 Temmuz 1918’de, Osmanoğulları tarihinde bir daha yinelenmeyecek“sonuncu sahneler” gündeme geldi: Son cülus, son veliaht, son padişah cenazesi! Doğal ki o gün, bunların yakın tarihe birer “son” kaydıyla geçeceği bilinmiyor, “Devlet-i Ebed-müddet” denen Osmanlı varlığının sonsuzluğa kadar devam edeceği düşünülüyordu.

O gün Topkapı Sarayı’nda, ölen padişahın cenazesi hazırlandı. Bu İstanbul’daki son padişah cenazesi olacaktı. Yine o gün, bu sarayın Divan meydanındaki kapı sayvanı altına kurulan altın tahta VI. Mehmed Vahideddin’in oturtuldu. Bu da son cülustu. Yeni padişahın ardılı konumundaki “erşed ve ekber” şehzade, Abdülaziz oğlu Abdülmecid Efendi de “Veliaht-ı saltanat” sanıyla cülus töreni boyunca tahtın yanında durdu.

Tahtın ihtilallerle el değiştirmesi sonucu yarı asırdır cüluslar bu avluda yapılmadığından, tören ve protokol yanlışlıkları yaşandı. Vahideddin de tören boyunca atalarının tahtının bir köşesinde “iğreti” oturmayı tercih etti.

Sultan Abdülmecid’den (1839-1861) sonraki 1861-1924 aralığında, adı geçenin kardeşi Abdülaziz ile oğulları V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad, VI. Mehmed Vahideddin’in cülus ve saltanatları, Abdülaziz’in oğlu Halife Abdülmecid Efendinin halifelik biatı sıralıdır. Bu 53 yıldaki saltanat ve halifeliklerde -biri hariç- intihar, hal’, tutukluluk, sürgün, kaçış olayları yaşanmıştır.

Osmanoğulları’nın bu son ‘6’lısından sadece 4’üncüsü, V. Mehmed Reşad (1909- 1918) cülusuyla ölümü arasındaki 9 yılı, sembolik Meşrutiyet padişahlığıyla geçirerek eceliyle ölmüştür. Onun için de bir sıradışılıktan söz edilebilir: Hanedanın bütün erkek bireyleri arasında şehzadeliği ve veliahtlığı Sultan Reşad’dan daha uzun süren yoktur. Sakal bırakmak, tahta geçenlerin ayrıcalığı sayıldığından da 65 yaşında “ihtiyar veliaht” iken “bıyıklı” şekilde tahta oturmuş, sonrasında sakal bırakma (tesrih-i lihye) duasıyla özlemine kavuşmuştu.

65’te gelen padişahlık

V. Mehmed Reşad, 65 yaşında en yaşlı şehzade olarak tahta geçmişti ve ardından 9 yıl padişahlık makamında bulunmuştu. Sultan Abdülaziz’den sonraki tüm padişahlar arasında eceliyle tahttan ayrılan tek padişahtı.

Sultan Abdülmecid oğullarının başka yazgı koşutluklarından da söz edilebilir: Baba padişahı ve ailesini kırıp geçiren verem, genç eşlerinden Abdülhamid’in annesi Tirimüjgân, Reşad’ın annesi Gülcemâl’i de aldığından adı geçenler öksüz büyümüşler, Vahideddin’in ise hem annesi Gülistû hem babası Abdülmecid o kundakdayken ölmüşlerdi. Şöyle de denebilir: Babasını tanımayan/hatırlamayan tek padişahtır Vahideddin.

İmparatorluğun son evresini temsil eden 5 padişah ve 1 halifenin saltanat, hilafet evreleri ve ölümleri de atalarının hayat ve saltanatlarından farklıdır: Abdülmecid’in kardeşi Sultan Abdülaziz tahttan indirilmiş, yaşamı da izleyen günlerde trajik bir ölümle kapanmıştı. Abdülaziz’in ardılı Abdülmecid oğlu V. Murad, üç aylık saltanattan sonra hal’edilince, tahta çıkan kardeşi Abdülhamid tarafından 28 yıl boyunca sıkı bir saray hapsinde tutulmuş, sağ mı ölümü anılması bile yasaklanmıştı. 1904’te öldüğünde cenazesi Yıldız sarayı hademelerince kaldırılıp Bahçekapı Hidayet Camii’nde namazı kılınarak yakındaki Valide Türbesi’nde annesi Şevkefzâ Kadın’ın yanına gömdürülmüştü. Bir padişah cenazesine reva görülen bu saygısızlığı yapan, kardeşi ve ardılı II. Abdülhamid’di.

Oysa Sultan Reşad, iki yaş büyüğü eski padişah Abdülhamid’i, kendisine reva gördüğü baskıyı unutmuş görünerek ölümünde padişah cenaze alayı tertip ettirerek, büyükbabaları Sultan II. Mahmud’un türbesine gömdürtmüştür.

Tahttan indirildikten sonra önce Selânik’te, sonra İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’nda gözaltında tutulan Abdülhamid’in 1918 yılı Şubat ayındaki ölümünden sonra tahttaki kardeşi Sultan Reşad’ın ölümü de, yine Cihan Harbi’nin yenilgilerle bitmek üzere olduğu o yılın 3 Temmuz’unda; Sultan Abdülmecid’in tahta çıkan dört oğlunun en küçüğü ve hanedanın da son padişahı VI. Mehmed Vahideddin’in cülusu da ertesi (4 Temmuz) gündür.

Son padişah

Son padişah V. Mehmed Vahideddin, 4 Temmuz 1918’den 1 Kasım 1922’ye kadar dört yıl, dört ay süreyle Osmanlı Devleti’ne padişahlık etmiştir.

Abdülhamid’in cenazesinde yaşanan ilginç bir “intak-ı hak”(Tanrı’nın bir gerçeği kuluna söyletmesi) tarihlere geçmiştir. Sultan Reşad’ın baş imamı Sûzî Efendi şom ağızlık yapmış, kabrin başında yaptığı duayı bağlarken “Abdülhamid” yerine sehven “Burada medfun olan Sultan Mehmed Reşad Han hazretlerinin ruh-ı şeriflerine el fâtiha” deyivermiş. Bu nahoş dikkatsizliğe Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi de imamın omzuna dokunup bir kahkaha atarak tüy dikmiş!

Bunu, Görüp İşittiklerim’de anlatan Ali Fuad (Türkkeldi), “Bu dil sürçmesinden altı ay sonra Sultan Reşad da öldü. Bu da ayrı bir tesir yaptı; onun ruhuna da fatiha okunması mukaddermiş” diye yazmış. Osmanlı tarihinde eski padişahla tahttaki ardılının altı ay arayla ölümlerini anımsatan başka bir yakın vade de yoktur.

Safiye Ünüvar da Saray Hatıralarım’da yaşından ve hastalıklarından kaygılanarak kendisine “Sizi kaybedersek bizi halimiz ne olur” diyen kadın efendilerini, Sultan Reşad’ın “Korkmayın, birader (Abdülhamid) hayatta iken ben ölmem!” diye avuttuğunu yazar. Bu da bir başka intak-ı hak olmalı ki sıralı ölmüşler!

Bu iki irtihalin arasındaki sayılı ay ve günlerde, Avusturya, Alman imparatorlarının İstanbul’a gelişleri ve başka resmî ziyaretler vardır. Yaşlı ve hasta Sultan Reşad’ın bu önemli konukları karşılaması, ağırlaması, törenler, kabuller, ziyaretler, ziyafetler görüşmeler, uğurlamaların onu ne denli yorduğu, durumunun kritikliği farkedilmemiş! En son Topkapı Sarayı’ndaki geleneksel Hırka-i Saadet ziyaretinde uzun süre ayakla kalınca şekeri yükselerek yarı baygın yere oturabilmiş; Yıldız Sarayı’na götürülmüş, tedavi önlemleri alınsa da kurtarılamamış.