Sözcükleri eksiltilemeyen, arttırılamayan ve yerleri değiştirilemeyen, biçim ve anlam olarak kalıplaşmış dil birliklerine deyim diyoruz. Bunlar “oldukları gibi” kullanılmalıdır; aksi takdirde anlatım bozukluğu olur. “Ekmeğine yağ sürmek” yerine “kazancına ekmek sürmek” veya “üzerine tuz-biber ekti” yerine “, üzerine tuz şeker ekti” denemez.
Yıllar önce bir magazin programında ünlü bir mankenin kıyafeti hakkında şöyle bir yorum yapılmıştı: “Ayakkabıyla uyumu yakalayayım derken evdeki bulgurdan olmuş.” Deyimin doğrusu, bilindiği gibi şöyledir: “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş.” Yine bir televizyon kanalının gündüz kuşağında, sunucudan şu deyim değişikliğini işitmiştik: “İstisnayı kaide bozmaz, derler.” Denilen, yine bilindiği gibi “istisnalar kaideyi bozmaz”dır.
Deyimler, sözcükleri eksiltilemeyen, artırılamayan ve yerleri değiştirilemeyen, hem biçim hem anlam olarak kalıplaşmış dil birlikleri olarak tanımlanır. Deyimlerde en az iki sözcük olur ve kendi temel anlamlarını kaybederek yeni ve soyut bir kavramı karşılarlar. Yani, deyimi meydana getiren sözcükler, asıl anlamlarına bir şekilde bağlı olmakla birlikte, o anlamları bütünüyle taşımazlar. Halk, anlam karşılığını bulamadığı soyut kavramları deyimler yoluyla dile dökmüştür. Deyim bir tür somutlaştırmadır. Deyimler önce kanaat önderleri ya da sözü dinlenen kişiler tarafından icat edilir. Beğenilip yaygınlaştıktan sonra halkın ortak sesine dönüşür. Davranış, duygu ya da durumu yansıtır. Deyimleri hiç değiştirmeden başka bir dile tercüme etmek mümkün değildir. Örneğin dilimizdeki “tarih atmak (koymak), tarih düşürmek, tarihe geçmek, tarihe karışmak” deyimlerini, sözcük sözcük başka bir dile çeviremeyiz.
Deyimi oluşturan sözcükler kendi anlamlarından uzaklaştığı için, o deyimi bilmeyen kişiler, sözcüklerden yola çıkarak deyimin asıl anlamını kavrayamaz. Radyo ve televizyonlarda bazı spiker ve sunucuların deyimleri sık sık bozduklarını veya deyimleşmiş birleşik fiilleri yanlış kullandıklarını gözlemliyoruz. Bu kişiler öğrenim süreçlerinde ve daha sonra, herhangi bir deyimin gerçek yapısını ve nerelerde kullanılabileceğini kavramamıştır. Oysa deyimler “oldukları gibi” kullanılmalıdır; aksi takdirde anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Örneğin, “ekmeğine yağ sürmek” gibi bir deyim, “kazancına ekmek sürmek” biçimine dönüştürülebilmiştir. Yine bir başka spiker, “bu son olay, üzerine tuz-biber ekti” diyeceği yerde, “bu son olay, üzerine tuz şeker ekti” diyebilmiştir!
Türkçe, deyimler bakımından zengin bir dildir. Öte yandan edebiyatta deyimlerin yapısı bilinçli olarak da bozulmuştur. İkinci Yeni şairleri, şiirin kendilerine verdiği yaratıcılık hakkı ve dili eğip bükebilme özgürlüğü ile şaşırtıcı sıfat ve isim tamlamaları geliştirmiş, yeni sözcükler türetmiş ve deyimlerin biçimsel yapılarını bozarak bunları bilinenden farklı kullanmıştır. Bu “deyim bozumu”nun özgün bir örneğine, Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri kitabında yer alan “Şiir” adlı şiirinde rastlarız:
“Güzinciğim ufak bir kadın bir öpüşlük canı var.
…
Şişeler de orda çuvalın üstünde
Elimle koymuş gibi biliyorum”.
TV kanallarında “deyim bozma”
Beş aşağı beş yukarı. (Y) / Üç aşağı beş yukarı. (D)
Şahsına münhasır bir kişisin. (Y) / Nevi şahsına münhasır bir kişisin. (D)
Bu ne biçim perhiz bu ne biçim turşu. (Y) / Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. (D)
Çarşamba’nın gelişi bir gün önceden belli gibiydi. (Y) / Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi. (D)
Yarın bakalım, gün ola hayrola. (Y) / Yarın bakalım, sabah ola hayrola. (D)
Kerevizin sapı, üzümün çöpü demeyin. (Y) / Armudun sapı, üzümün çöpü demeyin. (D)
Önüne gelen geçen şarkı söylüyor. (Y) / Önüne gelen şarkı söylüyor. (D)