Eylül 2024 Sayımız Çıktı

Eski âdetler ve tatlar gitti ‘cep’ten bayramlaşma geldi

RAMAZAN / ŞEKER BAYRAMI MÜBAREK OLSUN!

Bektaşî’nin nükteli bir yorumuna göre, “müminleri pek sevdiği için her yıl 11 gün daha önce gelen 11 Ayın Sultanı” Ramazan ve bayramı, eski renklerinden uzaklaştı, geleneklerini büyük oranda yitirdi. Artık bayram ziyaretleri ve yemekleri, bayrama özel giyim-kuşam yerine, telefon mesajlarıyla “cepten” bayramlaşıyoruz.

Ramazan, Türkler için sadece oruç ayı değildi. Ramazan’ın gelişi, günler öncesinden yapılan hazırlıklarla karşılanırdı. Mutfak işleri, ev te­mizliği, alışveriş, her Müslüman evinin mutat telaşıydı. Eğlence hayatı da Ramazan gecelerin­de hareketlenirdi. İstanbul’da Şehzadebaşı’ndaki Direklerarası, eğlence mekanlarının başında gelirdi.

Eski Ramazanlar davullar, toplar, kandillerle karşılanır ve yine davullar, toplar, kandillerle uğurlanırdı. Ramazan davul­cuları -ki çoğunlukla mahalle­nin bekçileriydiler- ayın 15’i ve bayram sabahları mahalleleri dolaşır, bahşiş toplardı. Davulcu­lara bey konaklarından verilen bahşişler, mutlaka bir mendil ya da kağıda sarılırdı. Davulcuların mahalleye girmesiyle, çoluk-ço­cuk pencerelere-kapılara koşu­şur, davulcuların söyledikleri mânileri dinlerlerdi.

Gundemin_Tarihi_1
1930’larda bir Ramazan Bayramı’nda İstanbul’da bahşiş toplamaya çıkan davulcu ve bekçiler

Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri isimli kitabında Ramazan davulcu­larını şu satırlarla anlatır: “Biri boynuna ufak boy bir davul asar, diğeri eline bir cam fener alır, mahalleleri dolaşır, büyük ev ve konak kapısı önlerinde durur, kendilerine has bir ritm içinde davul çalar, şiir okur, bahşiş beklerlerdi. Çocuklar da bunları çok sevdiğinden manzumelerini daha fazla dinlemelerini temin için bahşişler geç verilir, gere­kirse ayrıca ricada bulunulur, bu arada dinlemek isteyen herkes pencerelere koşardı.”

Gundemin_Tarihi_2
İstanbul’da Çemberlitaş civarındaki bayram yeri. Ramazan ve Kurban bayramlarında şehirde büyük eğlenceler düzenlenirdi.

Davulculara verilenler sadece parayla sınırlı kalmazdı. Bulgur, simit, pirinç, şeker gibi bahşiş­lerin yanında, kimi zaman evde hazırlanan kete ve katmer gibi yiyecekler de ikram edilirdi. 30 Ramazan akşamı ve bayramda da devam eden davul çalma gele­neği Türkler’e özgüydü.

Oruç ibadetinin bitimini izleyen ilk gün için, İslâm dininin tanımına göre zengin sayılanla­rın yoksullara vermesi vacip ve sevap olan sadakaya fitre, fıtır sadakası ya da fıtır zekatı denir. Ramazan Bayramı denen 1 Şev­val gününün doğru adı da Fıtır/ Fitre Bayramı, eski deyimle “iyd-i fıtır”dır. O sabah, kuşluk vakti camide topluca kılınan namaza başlarken imam ve cemaat “Fitre Bayramı namazı kılmaya” niyet ederler.

Oruç ayının sonunda tatlılara aşırı istek duyulduğu için bay­ram günlerinde baklava, kadayıf, şekerleme ikramları yapılır. Bun­dan dolayı Ramazan Bayramı’na halk arasında Şeker Bayramı da denilegelmiştir.

Bayramlarımızın geleneksel ikramlarından akide şekeri, as­lında bir Yeniçeri Ocağı geleneği­dir. 3 ayda bir, ulufe denen maaş­larını almak için saray avlusunda toplanan Kapıkulu askerlerine, Has Fırın’da pişirilen fodla (pide) ile saray mutfağında hazırlanan çorba, zerde ve pilavdan oluşan kuşluk yemeği dağıtılır; bu sırada askerin padişaha bağlılığının işareti olmak üzere bir de “akide merasimi” yapılırdı. Yeniçeri Ocağı’nın büyük subaylarından kul kethüdası ile muhzır ağa, Kubbealtı’na gelerek sadrazamın başkanlığındaki divan üyelerine ellerindeki tablalardan mangır (para) biçimindeki akide (bağlı­lık) şekeri sunarlardı. Bu, Ocaklı­lar’ın padişaha bağlı olduklarının kanıtı sayılır; Yeniçeriler’in bir taşkınlık yapmaksızın aylıklarını alıp gidecekleri anlaşıldığından divandakiler rahatlardı.

Bu ilginç saray geleneğinden konaklara, evlere, dükkanlara da akide şekerleri gider; herkes, Yeniçeriler’in bir eylem yapma­yacağını öğrenmiş olurdu. Bu gelenek nedeniyle bir bakıma huzurun, güvenliğin, ağız tadının simgesi kabul edilen akide şekeri, zamanla mevlit ve bayramların da ikramı olmuş; şekerciler, ağdaya zararsız boyalar, kokular, tarçın, karanfil, baharat katarak türlü akideler üretmişlerdir.

(ntv tarih’in 8. ve 31. sayıları ile #tarih’in 2. sayısındaki yazılardan derlenmiştir)

Gundemin_Tarihi_3
1931’de Mahmutpaşa’daki Şekerci Hafız Mustafa’dan bayram alışverişi yapanlar.

SARAYDA BAYRAMLAŞMA

‘Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!’

Fâtih Kanunnamesi’ndeki “Bayram­larda Divan Meydanı’na taht kuru­lup çıkmak emrim olmuştur” kuralı ge­reği, Ramazan ve Kurban Bayramı’nda, sabah namazından sonra, sarayın taht kapısı (Bâbüssaade) önüne mücev­herli altın bayram tahtı kurulur; sad­razam ve divan erkanı Kubbealtı’nda; ulema, ocak ağaları, kalemefendileri, hekimbaşıya kadar teşrifat defterinde yazılı olanlar da tören giysili olarak avlu revaklarının önünde el, etek, saçak öpmek için toplanırlar; Hasoda’da En­derun halkıyla bayramlaşan padişah Taht Kapısı’nda görününce çavuşlar topluca: “Aleyke avnullah, maşallah! Devletinle bin yaşa! Mağrur olma padi­şahım, senden büyük Allah var!” diye alkışta bulunurlardı.

Gundemin_Tarihi_Kutu
Sultan Abdülmecid ve bayramlaşma sırasında
önünde 3 defa diz çöken sadrazam.

Mehterhane’nin çalışı, donan­madan top ve tüfek atışları sürerken kutlamalar başlar; padişahın hocası, Kırım hanzadeleri, şeyhülislâm ve ule­ma, el öpmek için tahta yakın olurlar, ayağa kalkan padişahla musafaha ederlerdi. Bundan sonra teşrifatın alt sırasından yukarıya doğru, kapıcı­lar, mirahurlar, müteferrikalar, Birûn ağaları, kethüdalar etek öperler; en son Kubbealtı’ndan çıkan sadrazam ve divan erkanı, önlerinde çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdası, tahta yakla­şırlardı. En çarpıcı sahne, sadrazamın, 3’er adım arayla 3 defa diz çöküp yeri, sonra padişahın her iki ayağını öpmesiydi.

Muayede-i hümayun denen bu tören bitince Harem’e geçen padi­şah, ailesiyle de bayramlaşır; bayram namazı için hazırlanır, Harem Taşlığı’n­da murassa eyerli atına binerek Alay Meydanı’na çıkar, oradan da mevkib-i hümayun denen muhteşem kortejle namaz kılacağı camiye giderdi.