Osmanlı toplumunda musibet, kaynağını Tanrısal iradeden alır. Ondan kurtulmanın yolu Hakk’a sığınmak, ruh ve pirlerden medet ummak, adaklar adamak olduğu kadar bazen acımasızlığa varabilen maddi tedbirlerdir. Konyalı Kürt Kadı, Evliya Çelebi ve Tahir-Tayyib kafadarların hikayeleriyle felaketten sağ kurtulmak için izlenen yollar, geliştirilen metotlar…
Afet kelimesi, sözlükte, isabet ettiği şeyin faydalarını ortadan kaldıran durum, beklenmedik anda ortaya çıkan bela, musibet ve yıkım olarak adlandırılır. İslâm ve Hıristiyan teolojisinde kaynağını ilahi iradeden alır ve bazen kulların kabahatlerinin bir sonucu olarak belirir. Kur’an’da insanların musibetlerle sınandığı belirtilmiştir; Allah’a ait olduğunu ve ona döneceğini ikrar eden müminler mükafatlandırılır ve felaketler çoğunlukla kulların yaptıkları yüzünden başa gelir. İlk İslâm filozofu Yakub b. İshak el-Kindî’ye (öl. 866?) göre musibetler hayatın doğal bir parçasıdır; kaçınılmaz ve gerçektirler. Musibetlerin olmamasını istemek tabiattaki oluşma-bozulma kanununun ortadan kalkmasını dilemek olur ki bu da ihtimal dışıdır.
Büyük seyyah Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinin 2. cildinde anlattığına göre, büyük bir felaketin hayatta kalanıydı. Evliya, 1640 Mayıs’ında Kırım’daki seyahatinden dönmek üzere Ucalı Sefer Reis’in gemisine 350 yolcuyla beraber bindi. Ancak Karadeniz ortasında büyük bir fırtına başgösterdi ve gemi günlerce oraya buraya savruldu. Korkuyu yenip fazlalık eşyaları dışarı atmaya, geminin bazı direklerini kesmeye koyuldular. Yolcular gâh kusmada, gâh tövbe istiğfar edip sadaka ve adaklar adamadaydı. Yorgunluktan birer köşeye sinen gemiciler ve yolculara Seyyah, “Ey Allah’ın kulları” diye seslendi ve onları İhlas suresi okuyarak kurtuluş duası etmeye çağırdı.
Afetten koruyan pir
13. yüzyılda Mevlevi kaynaklarınca yazılan bir rivayete göre, Konya’dan Kürt bir kadı ticaret için deniz yoluyla İskenderiye’ye giderken gemisi girdaba tutuldu. Herkes kendi pirine adak adayıp kurtuluş dilemekteydi. Kadı da “Yâ Mevlana sen yetiş” diye yakardı ve o anda hazret peyda oldu (Sevâkıb-ı Menâkıb Tercümesi, minyatür Bağdatlı sufi nakkaşlara atfedilir, 16. yy. sonları, TSMK R. 1479).
Yakarış sonrası deniz biraz sakinleşse de sonra tekrar kudurdu, geminin direği sanki göklere değiyordu; dümen iğneciği kırılıp denize düşünce herkes birbirinden helallik almaya baktı. Nihayet büyük bir sağanak vurup gemiyi ikiye böldü; herkes tutunabildiği şeye tutunup denize atladı. Evliya bu sırada Yasin okuyordu, işini Allah’a ısmarlayıp kelime-i şehadeti diline doladı. O sırada 8 kâfir bir sandalı indirip kaçmayı başarmıştı. Evliya ve 7 adamı da bu sandala sığındı. Ancak diğerleri pek konuksever değildi; Evliya’nın dostu Ramazan Çelebi’yi hançerle yaraladılar. Dalgalar arasındaki küçük çarpışmadan Evliya ve adamları galip çıktı.
Sandala ulaşmaya çalışan Kıssahan Emir Çelebi’yi ve Kadı Ali Efendi’yi kolundan tutup yukarı aldılar ama kalabalık bir köle grubunu ağırlık yapacakları gerekçesiyle yanaştırmayıp kılıçla sandaldan uzaklaştırdılar. Bir yandan kavuklarıyla sandala dolan suları tahliye etmeye çalışıyorlardı. Bir gün bir gece aç biilaç gittikten sonra Emir Çelebi ve Ali Efendi zatülcenbe (akciğer zarı iltihabı) yakalanıp öldü; bedenleri denize koyuverildi.
Sonunda büyük bir dalga sandalı da alaşağı etti. Yüzmede usta Evliya, ziyaret ettiği kabirlerde yatan uluların ruhlarından medet dileyip rastgeldiği bir çam gövdesine yılan gibi sarıldı. Yoldaşlarını yitirmişti. Birazdan ağaç gövdesine beş kölenin de tutunduğunu görünce asabı bozuldu; “nasıl etsem de şunlardan kurtulsam” diye düşünmeye başladı. Kölelerden biri o sırada suya kapıldı. Neyse ki hava biraz ısınmaya başlamıştı; deniz duruldu; 3 günün sonunda nihayet kara göründü. Silistre kıyılarına yarı ölü varan Evliya ve yeni kölelerine bölge halkı yardım elini uzattı. Afetzede Seyyah tüm kışı hasta geçirecek ve İstanbul’a vardığında Eyüp Sultan türbesine gidip hatim okuyarak hak yoluna kurban kesecekti.
Evliya’nın öyküsü ne kadar gerçektir bilinmez ama, hayatta kalmak için başvurduğu yollar hem maddi hem manevi türdendir. Allah’a yakarışta bulunmuş, ruhlardan medet ummuş, kalabalığı duaya çağırıp topluluğun moralini diri tutmaya çalışmıştır. Sığındıkları sandala köleleri ağırlık olacakları gerekçesiyle yanaştırmayıp kovmaları ise acımasızlığa varan maddi bir çözümdü. Hayatta kalma şükrünü yaşamak için Seyyah gene kutsal bir mekan aramış ve soluğu Eyüp Sultan türbesinde almıştır. Sonuçta diğer vakalarla birlikte düşünüldüğünde, Osmanlıların afetleri ilahi iradeden bağımsız düşünmedikleri ve kurtuluşu hem maddi hem manevi olgulara bağladıkları söylenebilir.