Kasım
sayımız çıktı

Felaketten sağ çıkmak için duayı takiben ‘eylem’ şart

Osmanlı toplumunda musibet, kaynağını Tanrısal iradeden alır. Ondan kurtulmanın yolu Hakk’a sığınmak, ruh ve pirlerden medet ummak, adaklar adamak olduğu kadar bazen acımasızlığa varabilen maddi tedbirlerdir. Konyalı Kürt Kadı, Evliya Çelebi ve Tahir-Tayyib kafadarların hikayeleriyle felaketten sağ kurtulmak için izlenen yollar, geliştirilen metotlar…

Afet kelimesi, sözlükte, isabet ettiği şeyin fay­dalarını ortadan kaldı­ran durum, beklenmedik anda ortaya çıkan bela, musibet ve yıkım olarak adlandırılır. İs­lâm ve Hıristiyan teolojisinde kaynağını ilahi iradeden alır ve bazen kulların kabahatleri­nin bir sonucu olarak belirir. Kur’an’da insanların musibet­lerle sınandığı belirtilmiştir; Allah’a ait olduğunu ve ona döneceğini ikrar eden mü­minler mükafatlandırılır ve felaketler çoğunlukla kulla­rın yaptıkları yüzünden başa gelir. İlk İslâm filozofu Yakub b. İshak el-Kindî’ye (öl. 866?) göre musibetler hayatın doğal bir parçasıdır; kaçınılmaz ve gerçektirler. Musibetlerin ol­mamasını istemek tabiattaki oluşma-bozulma kanununun ortadan kalkmasını dilemek olur ki bu da ihtimal dışıdır.

Büyük seyyah Evliya Çele­bi, Seyahatnâme’sinin 2. cil­dinde anlattığına göre, büyük bir felaketin hayatta kalanıy­dı. Evliya, 1640 Mayıs’ında Kırım’daki seyahatinden dön­mek üzere Ucalı Sefer Reis’in gemisine 350 yolcuyla beraber bindi. Ancak Karadeniz orta­sında büyük bir fırtına başgös­terdi ve gemi günlerce ora­ya buraya savruldu. Korkuyu yenip fazlalık eşyaları dışarı atmaya, geminin bazı direkle­rini kesmeye koyuldular. Yol­cular gâh kusmada, gâh tövbe istiğfar edip sadaka ve adaklar adamadaydı. Yorgunluktan bi­rer köşeye sinen gemiciler ve yolculara Seyyah, “Ey Allah’ın kulları” diye seslendi ve onları İhlas suresi okuyarak kurtuluş duası etmeye çağırdı.

Afetten koruyan pir

13. yüzyılda Mevlevi kaynaklarınca yazılan bir rivayete göre, Konya’dan Kürt bir kadı ticaret için deniz yoluyla İskenderiye’ye giderken gemisi girdaba tutuldu. Herkes kendi pirine adak adayıp kurtuluş dilemekteydi. Kadı da “Yâ Mevlana sen yetiş” diye yakardı ve o anda hazret peyda oldu (Sevâkıb-ı Menâkıb Tercümesi, minyatür Bağdatlı sufi nakkaşlara atfedilir, 16. yy. sonları, TSMK R. 1479).

Yakarış sonrası deniz bi­raz sakinleşse de sonra tekrar kudurdu, geminin direği san­ki göklere değiyordu; dümen iğneciği kırılıp denize düşün­ce herkes birbirinden helallik almaya baktı. Nihayet büyük bir sağanak vurup gemiyi iki­ye böldü; herkes tutunabildi­ği şeye tutunup denize atladı. Evliya bu sırada Yasin oku­yordu, işini Allah’a ısmarlayıp kelime-i şehadeti diline dola­dı. O sırada 8 kâfir bir sanda­lı indirip kaçmayı başarmıştı. Evliya ve 7 adamı da bu sanda­la sığındı. Ancak diğerleri pek konuksever değildi; Evliya’nın dostu Ramazan Çelebi’yi han­çerle yaraladılar. Dalgalar ara­sındaki küçük çarpışmadan Evliya ve adamları galip çıktı.

Sandala ulaşmaya çalışan Kıssahan Emir Çelebi’yi ve Kadı Ali Efendi’yi kolundan tutup yukarı aldılar ama kalabalık bir köle grubunu ağırlık ya­pacakları gerekçesiyle yanaştırma­yıp kılıçla sandaldan uzaklaştırdılar. Bir yandan kavuklarıyla sandala do­lan suları tahliye etmeye çalışıyorlar­dı. Bir gün bir gece aç biilaç gittikten sonra Emir Çelebi ve Ali Efendi zatül­cenbe (akciğer zarı iltihabı) yakalanıp öldü; bedenleri denize koyuverildi.

Aşk ile kurtuluş:  Gizemli bir girdap Şair Nevîzâde Atâî’nin (öl. 1635) Hamse’sinde yer alan bir hikayeye göre bir zamanlar İstanbul’da Tahir ve Tayyib adında iyi eğitimli iki genç yaşardı. Varlıklı babalarını kaybeden gençler birden mirasyedi oldular; nerede akşam orada sabah, şuhlarla düşüp kalkar, har vurup harman savururlardı. Nihayetinde meteliksiz kalıp umudu Mısır’a varmakta buldular. Akdeniz’de gemileri fırtınaya yakalandı ve kayalara vurup parçalandı. İki kafadar bir tahta parçasına tutunup canlarından ümidi kestikleri sırada büyük bir kâfir savaş gemisine denk geldiler; ölümden korkup köle olmaya razı oldular. Gemideki beyzadelerden Sir Cano Tahir’i, Sir Con isminde olansa Tayyib’i buyruğu altına aldı. Bunlar iyi kalpli adamlardı ve gençler efendileriyle gönül ilişkisi yaşamaya başladı. 4 adam bağ ve bahçelerde iyi hoş geçinirken fesatçılar araya girip beyzadeleri zindana attırdı ve gençlerin boynunu vurdurmak istedi. Neyse ki halk araya girip kafadarların cezalarını kürek cezasına tahvil ettirdi. Gençlerin konuldukları gemi bir gün Türkler tarafından ele geçirildi ve kurtuldular. Bu sırada zindandaki beyzadeler kutlu bir rüya sonrası Müslüman olmuş, zincirlerinin kırılıp kafeslerinin açıldığını görerek bir sandala atlamıştı. Rastgele kürek çekerken âşıklarının bulunduğu gemiye denk geldiler. Düşman sanılıp vurulacakları an tutkunlar birbirini tanıdı ve kavuştular. Mesud ve Mahmud adını alan kâfirler sevgilileriyle beraber İstanbul’da mutlu mesut yaşadılar. Yazara göre asıl sevgi kadınlara karşı değil cinsel arzudan uzak olmak kaydıyla güzel civanlara duyulmalıdır ve bu hikayede de bir düşman eliyle bile olsa kahramanları felaketten kurtaran şey, aşkın gizemli girdabıdır (Nevîzâde Atâî, Hamse, 1721. Walters Sanat Müz., W. 666).

Sonunda büyük bir dalga sandalı da alaşağı etti. Yüzmede usta Evliya, ziyaret ettiği kabirlerde yatan uluların ruhlarından medet dileyip rastgeldi­ği bir çam gövdesine yılan gibi sarıldı. Yoldaşlarını yitirmişti. Birazdan ağaç gövdesine beş kölenin de tutunduğu­nu görünce asabı bozuldu; “nasıl et­sem de şunlardan kurtulsam” diye dü­şünmeye başladı. Kölelerden biri o sı­rada suya kapıldı. Neyse ki hava biraz ısınmaya başlamıştı; deniz duruldu; 3 günün sonunda nihayet kara göründü. Silistre kıyılarına yarı ölü varan Evli­ya ve yeni kölelerine bölge halkı yar­dım elini uzattı. Afetzede Seyyah tüm kışı hasta geçirecek ve İstanbul’a var­dığında Eyüp Sultan türbesine gidip hatim okuyarak hak yoluna kurban kesecekti.

Evliya’nın öyküsü ne kadar ger­çektir bilinmez ama, hayatta kalmak için başvurduğu yollar hem maddi hem manevi türdendir. Allah’a yaka­rışta bulunmuş, ruhlardan medet um­muş, kalabalığı duaya çağırıp toplulu­ğun moralini diri tutmaya çalışmıştır. Sığındıkları sandala köleleri ağırlık olacakları gerekçesiyle yanaştırma­yıp kovmaları ise acımasızlığa varan maddi bir çözümdü. Hayatta kalma şükrünü yaşamak için Seyyah gene kutsal bir mekan aramış ve soluğu Eyüp Sultan türbesinde almıştır. So­nuçta diğer vakalarla birlikte düşü­nüldüğünde, Osmanlıların afetleri ila­hi iradeden bağımsız düşünmedikleri ve kurtuluşu hem maddi hem manevi olgulara bağladıkları söylenebilir.