Amasya Oluz Höyük’te 2010’da keşfedilen mezarlık Anadolu’daki Türk-Müslüman varlığını 11. yüzyıldan 10. yüzyıla çekmişti. Fransa’da yeni bulunan Müslüman mezarları ise İslâmiyet’in Avrupa’daki mevcudiyetini Erken Ortaçağ’a indiriyor. 7-9. yüzyıllarda Nîmes’de yaşamış Kuzey Afrika kökenli Müslümanlar ile 9-11. yüzyıllarda İslâmiyet’i seçmiş Anadolu Oğuzlarının aradaki 3200 kilometreye rağmen aynı defin usullerinde buluşması, evrensel bir din temelinde oluşmuş güçlü gelenekleri gösteriyor.
Güney Fransa’da bir Ortaçağ kasabası olan Nîmes yakınlarında gerçekleştirilen kazılarda geçen ay açığa çıkan üç mezar ile iskeletlerin, Avrupa topraklarında bilinen en eski İslâmi gömüler olduğu anlaşıldı. Bir otopark inşaatı kazısı sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan iskeletler 7- 9. yüzyıllara tarihlendiriliyor. Bu kişilerin Halife Ömer dönemindeki Berberi askerler oldukları da kuvvetli ihtimallerden biri.
Türkiye’de 1930’larda üniversitelerde kurumsallaşan Önasya Kültürleri Arkeolojisi, Klasik Arkeoloji ve Prehistorya disiplinleri; Anadolu ve yakın çevresinin Türk-İslâm dönemleri arkeolojisine önem vermemiştir. Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Demir çağları gibi Protohistorik (Öntarih) dönemler ile Geometrik, Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma gibi klasik dönemler ayrıntılı bir şekilde araştırılırken, bunlarla ilgili nitelikli yayınlar üretilirken, bu alan ihmal edilmiştir. Kültürel anlamda kök aldığımız ve etki yaptığımız Türkiye topraklarının son 1000 yıllık sürecindeki Türk-İslâm arkeolojisi, ancak son yıllardaki kimi çalışmalarla günyüzüne çıkabiliyor.
Amasya yakınlarındaki Oluz Höyük’te 2010’da açığa çıkmaya başlayan Ortaçağ mezarlığı, Anadolu topraklarının erken Türk tarihi ile ilgili sakladığı önemli sırları öğrenmemizi sağlayan çok ciddi bir arkeolojik keşif oldu. Bu keşfin en çarpıcı yönü, Türklerin Anadolu’daki bilinen en erken biyolojik kanıtlarına ulaşmamızdır. Nîmes’de İslâmi gelenekleri uygulayan bir topluluğun varlığına işaret eden gömüler de, aynı Oluz Höyük’te olduğu gibi Erken Ortaçağ’a tarihleniyor. İskeletler üzerinde yapılan ileri araştırmalar, mezarlara gömülen bireylerin Avrupalı değil, Kuzey Afrika kökenli olduklarını kanıtlıyor.
Nîmes’deki Müslüman mezarlarının en temel özellikleri basit toprak gömüler olmaları. Başları batıda, ayakları doğu yönde olan iskeletlerin vücutları kısmen, yüzleri ise tamamen kıbleye dönük. Mezarlardan biri basit bir mimariye sahip olması ile diğerlerinden ayrılıyor. Mezar çukurunun çevresine büyük olasılıkla yakındaki yapılardan sökülmüş kaba yontu taşlarla belirleyici ve basit bir taş dizisi yapılmış.
Oluz Höyük Ortaçağ Mezarlığı kazı çalışmaları sırasında yapılan ilk arazi gözlemleri de, açığa çıkarılan bireylerin İslâmi geleneklerle gömülmüş olduklarına işaret etmişti. Basit çukurlara gömülmüş bireyler baş batıda, ayaklar doğuda olmak üzere elleri göbek hizasında birbirine bağlanmış ya da vücuda koşut uzatılmış biçimde gömülmüşlerdi. Yüzler ise daima kıbleye bakıyordu. Mezarların çatı kiremitleri, taşlar ve ahşaplarla farklı biçimlerde oluşturulmuş olması, sahiplerinin malzeme zafiyeti yaşayan insanlar olduğunu da kanıtlıyordu. Oluz Höyük dışından taşınmış ve mezarlarda kullanılmış Geç Roma Dönemi kiremitleri, mezarlık sahiplerinin yakın çevreyi iyi tanıyan, buna karşın ellerinde hazır gömü bulunmayan, yani göçebe insanlar olduğuna işaret etmekteydi. Oluz Höyük’te 2013’te antropoloji uzmanı Prof. Dr. Yılmaz Selim Erdal tarafından iki iskeletin yaş tayini analizleri yapılmış ve söz konusu bireylerin 1020 – 1077 tarihleri arasında ölmüş oldukları ortaya çıkmıştı. Ancak bu tarihler, Oluz Höyük’ü mezarlık olarak seçmiş bir göçebe grubun 1020 yılları yaşanırken en azından 100-150 yıldır Amasya bölgesinde bulunduğunu göstermektedir.
Anadolu’da 11. yüzyıldan itibaren hızlı bir şekilde gelişen öncü Türk (Oğuz/Türkmen) akınlarının varlığı, Ortaçağ tarihsel kaynaklarından iyi bir şekilde bilinmektedir. İlerleyen süreçte söz konusu akınların Anadolu’yu fetih hareketine dönüşmesi ise kültürel ve siyasi değişikliklere yol açtı. Oluz Höyük bulgularının Türk arkeolojisi ve tarihine yaptığı en önemli katkı, Oğuz göçlerinin 11. yüzyıl değil, 10. yüzyılda başlamış olduğunu kanıtlamasıdır. Buna ek olarak, Anadolu bütününde ilk defa Türk varlığı, arkeolojik ve tarihî kaynakların birlikte değerlendirilmesi ile bilimsel açıdan belgelendirilmiş ve 10. yüzyıl gibi erken bir tarihe taşınabilmiştir. Bu bağlamda Kuzey-Orta Anadolu’da öncü Türk grupların 10. yüzyılın başlarından itibaren dağınık da olsa görünmeye başladığı kanıtlanmıştır.
Oluz Höyük’ün en düşündürücü mezarını 6 yaşındaki bir kız çocuğuna ait iskelet ile buluntuları oluşturmaktadır. Söz konusu iskeletin kulak hizasında tunç küpeler, göğüs kısmının sağ tarafında ise tunç fibula (çengelli iğne) ele geçmiştir. Sol kulak küpesi basit bir halka şeklindedir. Sağ kulak küpesi diğerine benzer bir haklaya takılmış muska biçiminde, alt kısmında sarkaçları olan, ortası delik ve içi boş bir gövdeden oluşmaktadır. Döküm tekniğinde oluşturulmuş muska biçimli gövdenin yüzeyinde arabesk esintili yuvarlak hatlı motiflerle oluşturulmuş bezemeler vardır. Henri de Couliboeuf de Blocqueville’nin 1860’ta Harezm bölgesinde yaşayan Teke Türkmenleri’nin aile hayatı ve gelenekleri hakkında önemli bilgiler verdiği seyahatnamesinde çizimini yayınladığı 19. yüzyıl gümüş Türkmen küpesi ile Oluz Höyük 11. yüzyıl tunç küpesi arasındaki çarpıcı benzerlik, mezarlığın, İslâmiyet’e geçtikten sonra Türkmen olarak anılmış Oğuzlara aidiyetini şüpheye yer vermeyecek biçimde kanıtlamaktadır.
Küçük kızın cenaze töreni çerçevesinde incelenen arkeolojik veriler de, İslâmi gömü uygulamalarına belirgin şekilde işaret etmektedir. Yatış tarzı ve yönü ile kefenlenmiş olduğunu gösteren bulgular, mezardaki bireyin Müslümanlığına güçlü biçimde vurgu yapmaktadır. Buna karşın küpeler ile çengelli iğnenin (fibula) varlığı, İslâmi gömü gelenekleri ile uyuşmayan bir uygulamaya da işaret etmektedir. 920 yıllarında Hazar Gölü havzasına seyahat eden İbn-i Fadlan, henüz İslâmiyet’e geçmemiş olan Oğuzların cenaze törenleri hakkında çok değerli bilgiler vermiştir. İbn-i Fadlan, Oğuzlardan biri öldüğünde ev gibi büyük bir çukur kazıldığını, üzerinin tavanla kapatıldığını, mezarın üstünün kubbe biçiminde tümsek yapıldığını, cenazenin çukura elbise ve şahsi eşyaları ile konulduğunu aktarır. Oğuzların Anadolu’ya göç etmesinden kısa bir süre önce gerçekleşen ve bir kurganı tanımlayan bu gözlemler, Oluz Höyük’te açığa çıkarılan kız çocuğunun mezarındaki ziynetlerinin gelenek açısından nerden köken aldığını açıklamaktadır.
Batı Avrupa’daki Nîmes Müslüman mezarları ile Kuzey-Orta Anadolu’daki Oluz Höyük Türkmen Mezarlığı arasında 3200 kilometre olmasına karşın, İslâmi gömü gelenekleri temelinde çarpıcı benzerlikler bulunduğu gözlenmektedir. Her iki merkezdeki bireylerin yatış şekilleri, kıble ile olan ilişkileri ve mezar çukurunu çevreleyen taşların kullanımı neredeyse aynıdır.
İslâmiyet’e 7. yüzyılda geçmiş Kuzey Afrika halkı ile 9-11. yüzyıllarda Müslüman olmuş Anadolu Oğuzlarını cenaze defin noktasında buluşturan husus, binlerce kilometrelik mesafelere karşın evrensel bir din temelinde oluşmuş güçlü geleneklerdir. Fransa’da açığa çıkarılan üç mezar, İslâmiyet’in kıtadaki tarihsel kökeni noktasında büyük yankı uyandırmıştır. Özellikle kendilerini yaşadıkları ülkelerle bağlantısız hisseden Kuzey Afrika kökenli Avrupa Müslümanları, atalarının kıtadaki arkaik varlığı ile yakın gelecekte daha farklı düşünmeye başlayacaktır. Oluz Höyük’te keşfedilen ve sayıları 2015 kazı sezonu itibari ile 100’ü geçen Oğuz mezarları ise Türkiye Türklerinin arkeolojik bakımdan kayıp 1000 yılını doldurmaya başlayacak, 10 ve 11. yüzyıllardaki atalarını daha somut hissetmelerini sağlayacaktır.