Kasım
sayımız çıktı

Fransa’da ve Amasya’da aynı İslâmi gömü geleneği

Amasya Oluz Höyük’te 2010’da keşfedilen mezarlık Anadolu’daki Türk-Müslüman varlığını 11. yüzyıldan 10. yüzyıla çekmişti. Fransa’da yeni bulunan Müslüman mezarları ise İslâmiyet’in Avrupa’daki mevcudiyetini Erken Ortaçağ’a indiriyor. 7-9. yüzyıllarda Nîmes’de yaşamış Kuzey Afrika kökenli Müslümanlar ile 9-11. yüzyıllarda İslâmiyet’i seçmiş Anadolu Oğuzlarının aradaki 3200 kilometreye rağmen aynı defin usullerinde buluşması, evrensel bir din temelinde oluşmuş güçlü gelenekleri gösteriyor.

Güney Fransa’da bir Or­taçağ kasabası olan Nîmes yakınlarında gerçekleştirilen kazılarda ge­çen ay açığa çıkan üç mezar ile iskeletlerin, Avrupa toprak­larında bilinen en eski İslâmi gömüler olduğu anlaşıldı. Bir otopark inşaatı kazısı sırasın­da tesadüfen ortaya çıkarı­lan iskeletler 7- 9. yüzyıllara tarihlendiriliyor. Bu kişile­rin Halife Ömer dönemindeki Berberi askerler oldukları da kuvvetli ihtimallerden biri.

Türkiye’de 1930’larda üni­versitelerde kurumsallaşan Önasya Kültürleri Arkeoloji­si, Klasik Arkeoloji ve Prehis­torya disiplinleri; Anadolu ve yakın çevresinin Türk-İslâm dönemleri arkeolojisine önem vermemiştir. Neolitik, Kalko­litik, Tunç ve Demir çağları gi­bi Protohistorik (Öntarih) dö­nemler ile Geometrik, Arkaik, Klasik, Hellenistik ve Roma gibi klasik dönemler ayrın­tılı bir şekilde araştırılırken, bunlarla ilgili nitelikli yayın­lar üretilirken, bu alan ihmal edilmiştir. Kültürel anlamda kök aldığımız ve etki yaptı­ğımız Türkiye topraklarının son 1000 yıllık sürecindeki Türk-İslâm arkeolojisi, ancak son yıllardaki kimi çalışmalar­la günyüzüne çıkabiliyor.

İslamî geleneklerin erken evrenselliği Nîmes’deki Avrupa’nın en eski Müslüman mezarlarıyla
(en üstte), Oluz Höyük’teki Anadolu’nun en eski Türk- Müslüman mezarlarında (üstte), aralarındaki binlerce kilometre ve yüzlerce yıla rağmen, tıpatıp aynı İslamî gömü usüllerine rastlandı.

Amasya yakınlarındaki Oluz Höyük’te 2010’da açı­ğa çıkmaya başlayan Ortaçağ mezarlığı, Anadolu toprakları­nın erken Türk tarihi ile ilgili sakladığı önemli sırları öğren­memizi sağlayan çok ciddi bir arkeolojik keşif oldu. Bu keş­fin en çarpıcı yönü, Türklerin Anadolu’daki bilinen en erken biyolojik kanıtlarına ulaşma­mızdır. Nîmes’de İslâmi gele­nekleri uygulayan bir toplulu­ğun varlığına işaret eden gö­müler de, aynı Oluz Höyük’te olduğu gibi Erken Ortaçağ’a tarihleniyor. İskeletler üzerin­de yapılan ileri araştırmalar, mezarlara gömülen bireylerin Avrupalı değil, Kuzey Afrika kökenli olduklarını kanıtlıyor.

Nîmes’deki Müslüman me­zarlarının en temel özellikleri basit toprak gömüler olmaları. Başları batıda, ayakları doğu yönde olan iskeletlerin vücut­ları kısmen, yüzleri ise tama­men kıbleye dönük. Mezar­lardan biri basit bir mimariye sahip olması ile diğerlerinden ayrılıyor. Mezar çukurunun çevresine büyük olasılıkla ya­kındaki yapılardan sökülmüş kaba yontu taşlarla belirleyici ve basit bir taş dizisi yapılmış.

Oluz Höyük Ortaçağ Me­zarlığı kazı çalışmaları sıra­sında yapılan ilk arazi göz­lemleri de, açığa çıkarılan bi­reylerin İslâmi geleneklerle gömülmüş olduklarına işaret etmişti. Basit çukurlara gö­mülmüş bireyler baş batıda, ayaklar doğuda olmak üzere elleri göbek hizasında birbi­rine bağlanmış ya da vücuda koşut uzatılmış biçimde gö­mülmüşlerdi. Yüzler ise daima kıbleye bakıyordu. Mezarla­rın çatı kiremitleri, taşlar ve ahşaplarla farklı biçimlerde oluşturulmuş olması, sahip­lerinin malzeme zafiyeti ya­şayan insanlar olduğunu da kanıtlıyordu. Oluz Höyük dı­şından taşınmış ve mezarlarda kullanılmış Geç Roma Dönemi kiremitleri, mezarlık sahiple­rinin yakın çevreyi iyi tanıyan, buna karşın ellerinde hazır gö­mü bulunmayan, yani göçebe insanlar olduğuna işaret et­mekteydi. Oluz Höyük’te 2013’te ant­ropoloji uzmanı Prof. Dr. Yıl­maz Selim Erdal tarafından iki iskeletin yaş tayini analiz­leri yapılmış ve söz konusu bi­reylerin 1020 – 1077 tarihleri arasında ölmüş oldukları ortaya çıkmıştı. Ancak bu ta­rihler, Oluz Höyük’ü mezarlık olarak seçmiş bir göçebe gru­bun 1020 yılları yaşanırken en azından 100-150 yıldır Amas­ya bölgesinde bulunduğunu göstermektedir.

Hem kefenli hem küpeli Altı yaşındaki kızın yatış tarzı, yönü, kefenlenmiş olması, onun Müslümanlığına güçlü biçimde işaret ederken,
küpeleri ve fibulasıyla birlikte gömülmüş olması İslamiyet öncesi gömü adetlerinin sürdüğünü gösteriyor.

Anadolu’da 11. yüzyıldan itibaren hızlı bir şekilde geli­şen öncü Türk (Oğuz/Türk­men) akınlarının varlığı, Or­taçağ tarihsel kaynaklarından iyi bir şekilde bilinmektedir. İlerleyen süreçte söz konusu akınların Anadolu’yu fetih ha­reketine dönüşmesi ise kültü­rel ve siyasi değişikliklere yol açtı. Oluz Höyük bulgularının Türk arkeolojisi ve tarihine yaptığı en önemli katkı, Oğuz göçlerinin 11. yüzyıl değil, 10. yüzyılda başlamış olduğunu kanıtlamasıdır. Buna ek ola­rak, Anadolu bütününde ilk defa Türk varlığı, arkeolojik ve tarihî kaynakların birlikte değerlendirilmesi ile bilim­sel açıdan belgelendirilmiş ve 10. yüzyıl gibi erken bir tarihe taşınabilmiştir. Bu bağlamda Kuzey-Orta Anadolu’da ön­cü Türk grupların 10. yüzyılın başlarından itibaren dağınık da olsa görünmeye başladığı kanıtlanmıştır.

Oluz Höyük’ün en düşün­dürücü mezarını 6 yaşında­ki bir kız çocuğuna ait iskelet ile buluntuları oluşturmakta­dır. Söz konusu iskeletin ku­lak hizasında tunç küpeler, göğüs kısmının sağ tarafında ise tunç fibula (çengelli iğne) ele geçmiştir. Sol kulak kü­pesi basit bir halka şeklinde­dir. Sağ kulak küpesi diğeri­ne benzer bir haklaya takılmış muska biçiminde, alt kısmın­da sarkaçları olan, ortası delik ve içi boş bir gövdeden oluş­maktadır. Döküm tekniğinde oluşturulmuş muska biçimli gövdenin yüzeyinde arabesk esintili yuvarlak hatlı motif­lerle oluşturulmuş bezemeler vardır. Henri de Couliboeuf de Blocqueville’nin 1860’ta Ha­rezm bölgesinde yaşayan Teke Türkmenleri’nin aile hayatı ve gelenekleri hakkında önemli bilgiler verdiği seyahatname­sinde çizimini yayınladığı 19. yüzyıl gümüş Türkmen küpesi ile Oluz Höyük 11. yüzyıl tunç küpesi arasındaki çarpıcı ben­zerlik, mezarlığın, İslâmiyet’e geçtikten sonra Türkmen ola­rak anılmış Oğuzlara aidiyeti­ni şüpheye yer vermeyecek bi­çimde kanıtlamaktadır.

Küçük kızın cenaze töreni çerçevesinde incelenen arke­olojik veriler de, İslâmi gömü uygulamalarına belirgin şe­kilde işaret etmektedir. Yatış tarzı ve yönü ile kefenlenmiş olduğunu gösteren bulgular, mezardaki bireyin Müslü­manlığına güçlü biçimde vur­gu yapmaktadır. Buna karşın küpeler ile çengelli iğnenin (fibula) varlığı, İslâmi gömü gelenekleri ile uyuşmayan bir uygulamaya da işaret etmekte­dir. 920 yıllarında Hazar Gölü havzasına seyahat eden İbn-i Fadlan, henüz İslâmiyet’e geç­memiş olan Oğuzların cena­ze törenleri hakkında çok de­ğerli bilgiler vermiştir. İbn-i Fadlan, Oğuzlardan biri öldü­ğünde ev gibi büyük bir çukur kazıldığını, üzerinin tavanla kapatıldığını, mezarın üstü­nün kubbe biçiminde tümsek yapıldığını, cenazenin çukura elbise ve şahsi eşyaları ile ko­nulduğunu aktarır. Oğuzların Anadolu’ya göç etmesinden kısa bir süre önce gerçekle­şen ve bir kurganı tanımlayan bu gözlemler, Oluz Höyük’te açığa çıkarılan kız çocuğunun mezarındaki ziynetlerinin ge­lenek açısından nerden köken aldığını açıklamaktadır.

Oluz Höyük kazıları Anadolu’nun Erken Türk dönemi ile ilgili önemli sırları aydınlatan Amasya Oluz Höyük kazılarını NTV Tarih’in Ocak 2012 sayısında kapak konusu yapmış, 10-11. yüzyıllara ait göçebe Türk-Müslüman mezarlarının bulunuşunu duyurmuştuk.

Batı Avrupa’daki Nîmes Müslüman mezarları ile Ku­zey-Orta Anadolu’daki Oluz Höyük Türkmen Mezarlığı ara­sında 3200 kilometre olmasına karşın, İslâmi gömü gelenekle­ri temelinde çarpıcı benzerlik­ler bulunduğu gözlenmektedir. Her iki merkezdeki bireyle­rin yatış şekilleri, kıble ile olan ilişkileri ve mezar çukurunu çevreleyen taşların kullanımı neredeyse aynıdır.

İslâmiyet’e 7. yüzyılda geç­miş Kuzey Afrika halkı ile 9-11. yüzyıllarda Müslüman olmuş Anadolu Oğuzlarını ce­naze defin noktasında buluştu­ran husus, binlerce kilometre­lik mesafelere karşın evren­sel bir din temelinde oluşmuş güçlü geleneklerdir. Fransa’da açığa çıkarılan üç mezar, İslâ­miyet’in kıtadaki tarihsel kö­keni noktasında büyük yankı uyandırmıştır. Özellikle kendi­lerini yaşadıkları ülkelerle bağ­lantısız hisseden Kuzey Afrika kökenli Avrupa Müslümanla­rı, atalarının kıtadaki arkaik varlığı ile yakın gelecekte daha farklı düşünmeye başlayacak­tır. Oluz Höyük’te keşfedilen ve sayıları 2015 kazı sezonu itiba­ri ile 100’ü geçen Oğuz mezar­ları ise Türkiye Türklerinin ar­keolojik bakımdan kayıp 1000 yılını doldurmaya başlayacak, 10 ve 11. yüzyıllardaki atalarını daha somut hissetmelerini sağ­layacaktır.