Futbol tarihinin gördüğü en yetenekli oyunculardan biriydi Brezilyalı Socrates. Sadece bir yeşil saha yıldızı olsaydı, futbol tarihine geçmekle yetinebilirdi. Ancak o aynı zamanda Brezilya’nın demokrasi mücadelesinde ön saflarda yer alan bir aktivist, geniş halk kitlelerini etkileyen bir düşünür, sosyal projelerle toplumu ileriye taşıyan bir kültür insanıydı.
Brezilya’da devlet başkanlığı seçimlerini Jair Bolsonaro kazandı (bkz. sayfa: 18, Masis Kürkçügil’in yazısı). Söylemleri ve görüşleri nedeniyle Donald Trump’a benzetilen aşırı sağcı lidere ülkenin futbolcularının verdiği destek oldukça dikkat çekici. Ronaldinho, Kaka gibi zamanının en büyük yetenekleri, günümüzün en pahalı oyuncusu Neymar ve daha pekçokları daha birçokları başkanın arkasında duruyor. Oysa yarım ömür evvel yine aynı topraklarda bambaşka bir öykü yazılmıştı.
Adını Antik Yunan’dan alan bir futbolcu, en büyük zaferini sahada değil, sandıkta kazanmıştı. Zaman da farklıydı, oyun da…
4 Aralık 2011’de Brezilya’dan gelen bir haber, yeşil sahalarda kafasına göre takılmış sıradışı bir yıldızın son nefesini verdiğini söylüyordu: Socrates ölmüştü. Peki o sadece bir maestro muydu? Evet bir doktordu, evet unutulmaz bir futbolcuydu ama şüphesiz onlardan çok daha fazlasıydı. O aynı zamanda bir düşünür, bir aktivist, bir kültür insanıydı.
Kitapsever baba ve filozof ismi
Aslında her şey 19 Şubat 1954’te Belem’de başlamıştı. Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtığında kaderi çizilmişti adeta. Kitap okumaya meraklı babası, oğullarına Yunan filozoflarının adlarını koyarak onların yazgısının farklı olabileceğini öngörüyordu.
1964’te yönetime el koyan ordu Socrates henüz 10 yaşındayken evlerini “ziyaret edecek”, babasının gözü gibi baktığı bir kitabın yakılmasına şahitlik eden çocuk o anı asla unutmayacaktı. Sonradan oğluna Fidel adını koyacak kadar Castro hayranı olan Socrates, Che ve John Lennon’ın isimlerini de erkenden ezberlemişti. “Sadece onların posterini duvarına asarım” diyen delikanlı, bir yandan Riberiao Preto Tıp Fakültesi’ne gidiyor, boşta kalan zamanlarında da kentin takımı Botafogo’da top koşturuyordu.
20’sinde profesyonel olan Socrates’in 1.90’ı aşan boyuna oranla ayakları küçüktü. Ama o 40-41 numara pabuçlarına rağmen futbol kariyerinde çok canlar yakacaktı.
Büyük usta, sonradan mesleği hakkında şöyle konuşmuştu: “Ben futbolu sanat olarak görüyorum. Günümüzde birçokları futbolun bir yarışma, bir yüzleşme ya da iki rakip arasındaki bir savaş olduğunu düşünüyor. Ancak herşeyden önce futbol sanatın bir biçimidir. Bir grup ressamın stüdyoda aynı şeyi yapmaya çalışmasına benzer. Bazıları kendine has yetenekleriyle öne çıkarken diğerleri de başka yönleriyle dikkati çeker. Ancak sonuçta herkes sanat uğruna işini yapar ve seyirciler hem bu sanattan hem de fiziksel ifadesinden etkilenir. Futbolun en önemli özelliklerinden biri de eşitlikçi bir oyun olması ve her türden yeteneğe ya da yeteneksizliğe kucak açmasıdır”.
Yavaş yavaş parlayan “maestro” rakiplerini adeta büyülüyor, her geçen gün daha da büyüyordu. Fakat sigarasını tellendirmekten vazgeçmiyor, alkolden şaşmıyordu. Kendisine futbol endüstrisinin medar-ı iftiharı Pele’yi değil, onun tam zıttı olarak gösterilebilecek, hayatını kadınlara ve içkiye adayan, kuş meftunu olduğundan takma ismini saka kuşundan alan Garrincha’yı örnek almış olması kuvvetle muhtemeldi.
Sanatını göz kamaştırıcı bir ustalıkla icra eden ince uzun yıldız, takımını eyalet şampiyonluğuna taşıdıktan sonra, 24 yaşında Corinthians’a imza atmıştı. Artık bir destan yazılabilirdi.
“Doktor”, Brezilya’da işçi sınıfının kurduğu tek kulüpteydi artık. Ülkenin Flamengo’dan sonra en büyük ikinci takımındaydı. 23 defa fileleri havalandırarak gol krallığına ulaşacak, takımını zaferden zafere koşturacak, bir sene sonra Brezilya ulusal takımının formasıyla tanışacaktı.
Socrates, Brezilya’nın Flamengo’dan sonra en büyük kulubü olan ve işçi sınıfı tarafından kurulan Corinthians ile 1978’de, henüz 24 yaşındayken sözleşme imzalamıştı. Ünlü oyuncu, siyah-beyaz çubuklu formasıyla, bir sevinç anında.
‘Corinthians demokrasisi’
Tribünlerin gözbebeği olan Socrates sınır tanımıyordu. Ülkedeki cunta rejminin kulüplerde yaşanan yansımalarında rahatsız olan maestro, sihrini saha dışına taşımaya kararlıydı. Sol bek Wladimir ile kafa kafaya vererek tarih yazacaklardı.
İkili takımdaki herkesi örgütlemeye başarmıştı. Futbolcular kendilerini ilgilendiren konularda söz sahibiydi. Stada ne zaman gidileceğinden, eşleriyle ne zaman görüşeceklerine kadar her şey hakkında görüş bildiriyorlardı. Yöneticiler değil, artık futbolcular karar veriyordu. Antrenman saatlerinde, personel alımında söz sahibi olmak ustayı kesmemişti. Eylemlerini daha da büyütecek, taraftarları da işin içine çekmeyi başaracaktı. Tüm uyarılara rağmen, üzerinde “demokrasi” yazan formalarla sahaya çıktıklarında, ülkedeki cunta çoktan geri sayıma başlamıştı. Socrates, Wladimir ile birlikte “15’inde oy kullanın” çağrısını yaparak halkı adeta kış uykusundan uyandırmştı. 1964’teki darbeden 18 yıl sonra yapılacak ilk seçimlere yeşil sahalardan yapılan bu davet büyük ilgi görmüştü. Sanatçılar, entelektüeller “Corinthians demokrasisi”ne sahip çıkarken, rejim kulübü uyarmıştı. Spor siyasete nasıl müdahale edebilirdi ki? Socrates daha sonra o günleri şöyle anlatacaktı:
“Corinthians’ta yarattığımız momentum harikaydı. Futbol gerçekten popüler olduğundan ve sürekli gözönünde bulunduğumuzdan dolayı ülkede polemik yaratacak ve özgürlüklerle ilgili, işçi ve işveren olmakla ilgili her mecliste tartışılacak bir eylem yaratmayı başarmıştık. Oysa nüfusun büyük çoğunluğu için demokrasiden bahsetmenin tahayyül edilemeyeceği zamanlardı”.
Socrates ve arkadaşlarının aylar süren savaşı ülkedeki asıl büyük demokrasi savaşına eklendi ve toplumda yarattığı infial diktatörlüğün ipini çekti. Socrates, ilerleyen yıllarda Emekçiler Partisi’nin (PT) lideri ve Brezilya cumhurbaşkanı olacak olan zamanın sendika başkanı Lula’nın yanında yer almıştı. Başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesini isteyen ikili bu uğurda beraber çarpışmış, “Diretas Ja” sivil hareketinin önemli figürleri olmuşlardı.
Diktatörlere çalım
15 Kasım 1982’de Brezilya sandığa gittiği gün hayatının en büyük zaferini kazanan Socrates, aslında o yaz Dünya Kupası’nda savaş kaybetmiş bir kumandandı. İspanya’daki şampiyonaya şiir gibi başlayan Sambacılar, grupta üçte üç yapmıştı. Kaptan olarak sahaya ayak basan maestro, Sovyetler Birliği karşısında takımının eşitlik golüne imza atarken, galibiyeti sonradan hayali ihracat imparatorlarının Malatyaspor’a transfer edeceği Eder’in golü getirmişti. İskoçya ve Yeni Zelanda’yı dörtleyen Brezilya ulusal takımında, Zico ile Falcao da döktürmüştü.
İkinci grupta İtalya ile zirve mücadelesine giren Brezilya, 2-0 öne geçtiği karşılaşmadan boynu bükük ayrılmıştı. Oysa Socrates perdeyi nefis bir golle açmıştı. Taçtan topu alan yıldız, kendi sahasından hareketlenmiş, yıllar sonra Fenerbahçe’yi çalıştıracak Zico ile paslaştıktan sonra zarif bir şekilde Zoff’u kapattığı köşeden avlamıştı. Fakat o gün sahada esen Paolo Rossi fırtınası, Sambacıları küle çevirmişti. Dünya Kupası’nın en güzel futbolunu oynayan takım elenmişti, hem de şike yapmaktan üç yıl futboldan men edilen, teknik direktör Enzo Bearzot’un ricasıyla sonradan cezası iki seneye indirildiği için şampiyonanın yolunu tutan bir santrforun, Rossi’nin golleriyle.
Brezilya o gün sahada güzel bir oyun sergilemişti belki ama “güzel oyun” son nefesini vermekteydi. Socrates’in daha sonra o maç için söyledikleri manidardı: “Brezilya takımı idealizmi, bir yaşam türünü temsil ediyordu. İtalya ise verimliliği, etkin olmayı. En azından ideallerimiz için savaşırken kaybettik. O maçı bugünkü toplumla da kıyaslayabiliriz. Artık insanla bağını koparmış, sonuçlarla yönetilen bir futbol yaratıldı. İnsanlar maçlara tek önemli kıstasın kazanmak olduğu bir müsabaka izlemeye gidiyor. Benim için önce güzel oyun, sonra kazanmak gelir. Her şeyden önemlisi de zevk almaktır”.
1982 Dünya Kupası’nda gönüllerin şampiyonu olan Brezilya’nın kaptanı dimdik ayaktaydı. Ona göre savunma oyuncularına çalım atmak basitti, önemli olan diktatörlere çalım atmaktı! İşte 15 Kasım 1982’de onun ve arkadaşlarının da çabalarıyla rejime gol atılmıştı!
Doktor, 1984’te İtalya’nın yolunu tutmuştu. Tevatüre göre demokratik reform yasasına bağlamıştı kaderini. Kanun çıkmayınca o da Çizme’ye gitmişti. Maçlardan önce seks yasağı koyan Juventus’a “hadi canım” demiş, Fiorentina’ya imza atmıştı.
Doktor Socrates
Andrew Downie tarafından kaleme alınan Doktor Socrates isimli kitabın önsözünü bir başka futbol efsanesi Johann Cruyff yazmıştı.
30’unu deviren Socrates, artık fiziksel olarak yetersizdi. Fenerbahçe ile oynanan UEFA Kupası birinci tur ilk maçında İstanbul’u da ziyaret eden Socrates, Avrupa’da ancak bir sezon oynayabilmişti. 1986 Dünya Kupası çeyrek finalinde penaltılarla Fransa’ya elenen Brezilya’da atışlardan birini kaçıran da oydu. Milli takıma turnuva sonrası veda eden maestro, Flamengo, Santos, Botafogo derken 35’inde futbola nokta koymuştu.
Televizyonlarda kültürel içerikli programlar yapıyor, gazetelerde siyasi ve ekonomik yazılar yazıyor ve futbol için sosyal projeler üretiyordu. Pele gibi futbol elçisi olmayı, sanayileşmenin uşaklığı gördüğü için reddediyordu. Hiçbir zaman menajeri olmamış, çalan telefonuna hep kendisi cevap vermişti. Tüm tembelliğine, fosur fosur sigara içmesine rağmen yeryüzünün gördüğü en yetenekli oyunculardan biriydi Socrates. Alkolik olduğunu da itiraf etmişti. Zaten bizlerden de onu olduğu gibi kabul etmemizi istemişti: “Ben neysem oyum. 13 yaşından beri sigara içiyorum. Benim için tek felsefi mesele var o da şu: Neden olmadığım biri gibi görünmeye çalışayım? Sigara içiyorum. Akciğer kanseri ya da amfizemden gideceğim. İçmeden duramıyorum”.
Belki de büyük felsefeci Socrates’in adaşı olmanın da etkisiyle futbol dünyasında derin izler bırakmış, siyaseti çime indirmiş, farkındalıkları artırmış, tüm bunları yaparken hayattan keyif almaya bakmıştı. Antrenmanlara gelirken elinden düşürmediği kitaplarla beslediği bir aşkla demokrasi için çarpışmıştı. Yeşil sahaların en iyilerinden biriydi, fakat futbol tarihine geçmek ona yetmemiş, insanlık tarihine geçmeyi seçmişti.
Yandaş futbolcular çağı
Homofobik ve ırkçı yorumlarıyla da bilinen yeni Brezilya başkanı Bolsonaro, birçok konuda tartışmalı görüşleriyle biliniyor. Buna rağmen ona yeşil sahalardan çığ gibi destek yağdı. Bir dönem Galatasaray’da da top oynayan Felipe Melo, siyasetçiyle fotoğraf çektirirken, bir golünü de ona adadı. Unutulmaz yıldızlardan Ronaldinho’nun paylaştığı 17 numaralı fotoğrafı manidardı. Zira Bolsonaro’nun elektronik seçimlerde adaylık numarası 17’ydi. Sambacı, lideri “mutluluğu geri verecek biri” diye tanımlarken, yine Barcelona’nın unutulmaz futbolcularından Rivaldo da instagramdan açık destek mesajı veriyordu.
Tutucu başkanı sosyal medyadan “like”layanlar da dikkati çekiciydi. Liverpool’un file bekçisi Alisson Becker, Manchester City’nin forveti Gabriel Jesus beğenileriyle desteklerini esirgememişti. Dünyanın en pahalı oyuncusu Neymar ile sevgilisi Bruna Marquezine’in ayrılmasında da yine bu beğeni krizinin rol oynadığı iddia edilmişti. İddialara göre ikilinin arasını PSG’nin yıldızının Bolsonaro’nun instagram’daki bir paylaşımını beğenmesi bozmuştu. Aşırı sağcı politikacının görüşlerine muhalif olan aktris, sonradan dedikoduları yalanlasa da ilişkilerinin bittiğini açıklamıştı.
Atletico Paranaense bir maça lideri destekleyen bir tişörtle çıkarken, takımın oyuncularından sadece Paulo Andre bunu reddetmişti. Taraftar gruplarının Bolsonaro’ya destek vermemesi ise dikkati çekiciydi.
Bugün hayatta olsaydı, Socrates’in yeni başkanın ırkçı ve gerici çıkışlarına karşı sesini nasıl yükselteceğini tahmin etmek hiç de zor değil!