Bizim zenginden alıp arada fakire de pilav üstü birbuçuk ısmarlayan Robin Hood, karşılığında köylü tarafından hasımlarına karşı korunuyor. Halbuki Robin kendi dalgasına bakan, iktidara karşı başka bir iktidar için savaşan biri…
Organize suç, tanımı 19. yüzyılda yapılmış olsa da çağları aşan bir kavram. Kimse 19. yüzyılda durup dururken “Yav biz neden kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, en az üç kişi olmak kaydıyla biraraya gelip cürüm işlemiyoruz ki?” dememiştir. Zaten komşunun yontma taşını çalmak, kabilenin avladığı hayvanın butunu kendine saklamak gibiler dışında, ciddi bir suç için organize olmak şart. Tabii o ilk yıllarda suç da yok; zira kanunsuz suç ve ceza olmaz ama gel de bunu yontma taşını çaldığın komşuna anlat anlatabilirsen.
Yani önce yerleşik düzen gerekiyor ki suça ve organize suça imkan sağlansın. Yetkili bir abi olan Hammurabi’yi biliyoruz: Kanunlarında hırsızlık, kundakçılık, yolsuzluk, borcun üzerine yatma, çek-senet sahtekarlığı suçları tanımlandığına göre bu suçlar işleniyor demektir. E bunların da zaman zaman “en az üç kişi” biraraya gelerek işlendiğini tahmin etmek güç değil. Zaten gelişmekte olan bir ekonomi olan Babil ekonomisinde temerrüd faizi % 30’lara varıyor. O ortamda çek-senet mafyasının oluşmaması düşünülemez.
Ha tabii, “organize suç örgütü” tanımı, kendi içinde bir hiyerarşisi, stratejisi, pazar payı olan gruplar için kullanılıyor. Tarihte de mesela “hırsızlar loncası” gibi oluşumlardan, Binbir Gece Masalları’ndan Cervantes’e kadar birçok yerde bahsediliyor. Yahu hiç olmadı tee 11. yüzyılda Hasan Sabbah var; bundan daha net bir organize suç örgütü olabilir mi? Peki binlerce yıldır varolan bu organizasyonlar varlıklarını nasıl sürdürüyor? Hani bazıları ve bazen de kıymetli Yavuz Turgul ağabeyimiz, “racon kesen” bu tip oluşumları romantize ediyor ya: Mazlumun yanında, zalimin karşısında, garibana kol-kanat geren, onların çorbasını eksik etmeyen, mert, dürüst, aktif, dinamik, heyecanlı… Hah işte o sayede.
Kemal Tahir, eşkıyaların yani kırsal organize suç örgütlerinin Robin Hood’laştırılmalarına kızardı. Kaldı ki bu sorun, Robin Hood’ta da var: Zenginden alıp fakire veren, güçsüzü koruyan, mazluma sahip çıkan haydut mitinin arkasında; o haydutu, aslında etle tırnak gibi ayrılmaz olduğu otoriteye karşı bir figür olarak kurgulama arzusu yatıyor. Mültezimden sopayı yiyen köylü, esasen mültezimin ortağı olan eşkıyanın mültezimle düşman olduğuna inanmak istiyor. Bunları -çok da uzağa gitmeye gerek yok- Salako filmindeki eşkıya Hamido örneğinde gördük. Bizim zenginden alıp, arada fakire de pilav üstü birbuçuk ısmarlayan Robin Hood da, o pilav üstü birbuçuk karşılığında köylü tarafından saklanıyor, hasımlarına karşı korunuyor. Halbuki Robin kendi dalgasına bakan, iktidara karşı başka bir iktidar için savaşan, yendiğinde köylülerin üzerine vergiyi kendisi salacak olan hıyarın teki. Zenginden alıyorsa da rakibi olan zenginden alıyor; fakire veriyorsa da dediğim gibi anca binde birini veriyor; geri kalanını mesela bizim Aslan Yürekli Richard’ı tutsaklıktan kurtarmak için harcıyor (Şu Aslan Richard’ın aslen ne denli “keriz” olduğunu da Ocak 2018 sayımızda anlatmıştım). Gariban köylü, hayatında güleryüz mü görmüş? Robin Hood bunlara iki kıtır atınca dilden dile “Bu Robin eşkıyanın hası, hemi de sırf zenginden çalıp, çaldığının hepisini garibana dağıtan cinsinden!” diye yayılıyor işte.
Organize suç örgütlerinin gelir kaynaklarının önemli bir kalemini halktan topladıkları vergiler oluşturur. “Koruma parası” adı verilen bu paralar, aidatlar -adına ne derseniz deyin- en çok da bizzat o parayı toplayandan korunmanızı sağlayan bir tür feodal vergi. Bu örgütler de böyle deprem falan gibi hadiselerde aktif rol üstlenerek daha önce topladıkları ve daha sonra da toplamaya devam edecekleri “vergileri” haklı çıkartıyor. Zaten sürekli vergi verdiğiniz bir oluşumun, olağanüstü hâllerde yanınızda bulunmaması, size yardım, hibe vs. vermemesi düşünülemez. Nasıl ki Covid-19 pandemi sürecinde devletler, halktan topladıkları vergileri, hiç vakit kaybetmeden halka dağıttılarsa; organize suç örgütleri de bu tip durumları fırsat bilir, en çok böyle kara günlerinde insanlara yardım eder ki, zaten bunları “Baba” filminden de biliyorsunuz.
Zaten “Baba”da konu edilen New York mafya aileleriyle MÖ 7. yüzyılın Yunan şehir devletlerinin aristokrat aileleri arasındaki en temel benzerlik şiddet, hile ve desiseyle biriktirdikleri servetleri. İlk gruptakilere “hayırsever işadamı” falan diyoruz; ikinci gruptakiler aramızdan ayrılalı nereden baksanız bir 2500 yıl olduğu için “şerefsiz” diyoruz. Yani tamam, o dönemde olsak biz de kendilerini “hayırsever işadamı” olarak tanımlardık belki ama misal Solon abimiz açık açık söylüyor bunların ne mal olduğunu ve bildiğim kadarıyla da tarihin ilk “Temiz Eller Operasyonu”nu başlatıyor.
Ancak şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Özellikle Atina şehir devleti, o dönem dünyanın geri kalanına kıyasla istikrarlı, müreffeh bir devlet. Şimdi ben bizim Sakız adasının çocuğu Theopompos’un yalancısıyım; o dönemde de organize suç örgütleri fink atmaya devam ediyor. İşin ilginci, Antik Yunan’a dair mahkeme kayıtlarından falan anladığımız kadarıyla gayet kurumsallaşmış bir yapı, varlığını paravan şirketlerin arkasında sürdüren bir organize suç örgütlenmesi var. Yani efsanelerde, masallarda, romanlarda, atari oyunlarında karşımıza çıkan “hırsızlar loncası” hiç de öyle üfürme bir hadise değil.
Devlet de boş durmuyor. Misal Korint’te basbayağı bir “nereden buldun” yasası çıkartılıyor ve fakir-fukaradan olup da pahalı balık alanlar anında sorgulanıyor; alışverişi yaptıkları parayı nasıl kazandıkları konusunda tatmin edici bir açıklama getiremezlerse anında yargılanıyorlar. Ha tabii aslında bu bir yandan da devlet-organize suç ilişkisinin de en eski kanıtlarından biri: Zira suçu organize edenler, gemileri patlatanlar, haraç toplayanlar falan zaten fakir-fukaradan değil. Fakir- fukara anca işte üç-beş bir şey çalar da eline geçirdiği parayla bir balık yiyeyim derse yakalanıyor. Yani aslında izin verilmeyen şey organize olmayan gariban suçlar. Az çalan yanıyor, çok çalan zaten yakanlarla aynı yatakta.
Yani tanıma takılıp “üç kişiden fazla” ifadesine çok bakmamak lâzım. En nihayetinde büyük suçlular, işi o büyük suçluları yakalamak olanlar olmadan otobüse biletsiz binmeye bile cesaret edemiyor çoğu defa. Tarihte tabii, şimdi değil yahu. Bunlar hep geçmiş zamanın işleri. Bugünle ne ilgisi var!