Bugün geniş bir coğrafyada görülen “Kız Kulesi” motifi, hep kızları-kadınları koruma kaygısı çerçevesinde ve daha çok “oturak” yani yerleşik toplumlarda görülür. Aslında kadınlar ve kızlar, vahşi-zehirli hayvanlardan değil, diğer erkeklerden korunmaktadır. Göçebe halkların (Türk-Moğol) destanlarında ise kadınlara güç verilmiştir; onlar zayıf- naif-korunması gereken varlıklar olarak görülmezler.
Bizim için efsane ve destanın farkı, birinin gerçeküstü kişileri ve onlara bağlı olayları, diğerinin ise gerçekten olmuş olayları duygusal algılanış biçimleri içinde yansıtmasıdır. Kazak ve Kırgızlar arasında dolaşan W. Radloff, bu düşünceyi “destani şiirlerde tabiatüstü olaylar, korkunç bir masal dünyası tasvir edilmez, tersine ozan kendi duygularını, hayatını ve topluluğunun üyesi olan her ferdin eğilim ve hayallerini terennüm eder” diye ifade etmiştir.
Erken devir efsane ve destanlarına kadın tarihi açısından, kadın-erkek rollerinin toplumda algılanma biçimleri açısından bakınca, orada gerçeküstü ve gerçek ayrımının çok anlamlı olmadığı görülür. Öncelikle “İslâmiyet öncesinde kadının özgür olduğu düşüncesi” irdelenmek zorundadır; sanırım bu görüş kadınların at üstünde ve hareket halinde olmalarından kaynaklanır.
Öte yandan kadın-erkek eşitliği meselesi, Orhun yazıtlarında İlteriş Kağan ile eşi İl Bilge Hatun’un beraberce anılması veya Muhammed Harzemşah’ın annesi Terken Hatun’un siyasette etkin olması gibi bireysel hadiseleri genelleştirmemiz ile ilgilidir. Bahaeddin Ögel’in Türk Mitolojisi kitabının 2. cildinde, sayıları 30’u bulan destan motifleri içinde kadının yer almadığını görürüz.
Aslında “yaygın olarak bilinen destanlarda kadınlar görülmez” diyemeyiz; ancak onlar özel bir konumda ele alınırlar: Kadın ya korunur ya da anne-eş konumundadır; adları yoktur. Koruma meselesi de ilginçtir; kimi zaman korunan kızlar taştan bir kalede, kulede korunarak saklanır ama sonunda bütün gayret boşa çıkar. Yabancı bir varlık gelir ve kızı öldürür. Bu yabancı, genellikle çeşitli yerlerde saklanmış yılan şeklindedir ve iyi bildiğimiz “Kız Kulesi” motifini oluşturur. Bugün Tarım Havzası’ndaki Kuça şehri yakınlarındaki Mingöy (Bin Ev) harabelerinden İstanbul’a kadar geniş bir coğrafyada görülen “Kız Kulesi” motifi, hep kızları-kadınları koruma duygusu ve kaygısı çerçevesinde ve daha çok “oturak” yani yerleşik toplumlarda görülür.
Koruma içgüdüsü yalnız destanlarda değil tarihî kaynaklarda da vardır. Ancak yılan motifinden de anlaşıldığı gibi, korumanın olduğu yerde tehlike de bulunmaktadır. Aslında kadın ve kız vahşi-zehirli hayvanlardan değil, diğer erkeklerden korunmaktadır. Bu bakışaçısı da kızları-kadınları güçsüz gören bir anlayıştan kaynaklanır.
Göçebe halklar ise devamlı hareket halinde oldukları için, bu türlü kaleler-kulelerin onların kültüründe pek yeri yoktur. Ayrıca çok sert doğa koşulları içinde yaşayan göçebeler, korumaya-korunmaya nereden başlayacaklardır? Çevreleri zaten çeşit çeşit tehlike ile doludur. Onun için onların destanlarında bu güç şartlarla başa çıkabilecek nitelikte güçlü kadınlar görülür. Göçebe halkların (Türk-Moğol) destanlarında kadınlara güç verilmiştir; onlar zayıf-naif-korunması gereken varlıklar olarak görülmezler.
Bugün İstanbul’da İDO gemilerinin birinin adı olan “Erke”, doğu Türkçelerinde “güç” anlamındadır. “Erkelenme-şımarma”, “erkem-şımarttığım” anlamındadır. Bizde daha çok çocuk ve kadınlar için uygun görülen şımarık kelimesi; haddini aşan, olması gerekenden daha güçlü davranan anlamındaki beğenilmeyen bir davranış biçimi için kullanılır. Kadınların, kızların utangaç, pasif, itaatkar ve dolayısıyla korunması gereken varlıklar konumunda olmaları beğenilir. Halbuki kızlar-kadınlar, ancak kendilerini “erke” sahibi ve kendi kararlarını verecek güçte insanlar olarak yetiştiren anne-babalar ile onları kabul eden ve saygı duyan bir toplumun erkekleri arasında yer alabildikleri zaman bu korunma durumundan çıkarlar.
Bazen “erkek egemen” veya erkeğe değer veren toplum anlayışının Moğollardan geldiği görüşü ileri sürülürse de mesele o coğrafyada değil, bu coğrafyadadır.