İnsanoğlunun ortaya koyduğu en iyi şeylerden biri de, her ne kadar uymakta zaman zaman güçlük çekse de hukuk. Tabii ilk başta büyük zorluklar çekilmiş, kabul etmek lâzım. Misal, bizim bugün okullarda çocuklara ilk yazılı kanunlar diye öğrettiğimiz, derslerde kaytaranların da “Beyoğlu’ndaki börekçi değil mi o ya? Kapanmadı mı?” dediği Hammurabi kanunlarına bakacak olursak a kişisi b kişisinin gözünü çıkarırsa ceza olarak a kişisinin de gözü çıkarılıyor, ki geri çekilip düşünürseniz b kişisine zerre kadar hayrı olmayan bir ceza bu. Babaya kalkan el kırılıyor, gözünü çıkardığınız kişi köleyse sahibine kölenin yarı fiyatını veriyorsunuz falan. Çok öyle sofistike kanunlar yok, ne kadar aradıysam borsa manipülasyonu ya da devletin gizli istihbarat belgelerini spor programlarında açıklamanın cezasını bulamadım.
Tabii diğer yandan da, anladığım kadarıyla Hammurabi de bu işe çok kafa yormamış; kısası yapılabilecek bir şeyse, cezası kısas: Atıyorum adamın dişini kırdın, senin dişini kırıyorlar, adama küfrettin, sana küfrediyorlar falan. Ama adamın birine ev yaptın, ev yıkıldı; bunun kısası nasıl olacak? Adam da sana ev yapıp yıkacaksa, bence hem yeterince caydırıcı değil, hem de bence suçludan çok kurbanı cezalandıran bir tavır. İşte böyle durumlarda Hammurabi hop, hemen idam cezasını yapıştırmış. Zaten çok merak ederseniz gidip Arkeoloji Müzesi’nde de görebileceğiniz gibi iki cezadan biri idam.
Ha ama nedir, yine de niyet iyi: Yazılı, üzerinde uzlaştığımız ya da en azından hünkârımızın uzlaştığı bir kanun olsun, hepimiz hayatımızı buna göre yaşayalım, anlaşmazlık çıktığında, mesela birisi birisinin gözünü çıkardığında, koyununu çaldığında falan oraya bakıp ona göre karar verelim. Koyun kısmına takılmayın, antikiteden moderniteye hemen bütün kanunlarda koyun esaslı bir rol oynuyor. Zaten Hammurabi kanunlarında boşanmanın esasları falan da var ki en azından birkaç bin yıl önce bile Katolik Kilisesi’nden ileri olduklarını söylemek mümkün.
Ama özetle diyebiliriz ki, ne kadar kötü yazılmış olursa olsun yazılı kanunlara göre yaşamak, kanunu tanımadan ya da kanunları tanımayanların yönetiminde yaşamaktan çok daha iyi.
Halkın üzerinde uzlaştığı kanunları yazılı hâle getirme işine aklımda kaldığı kadarıyla kodifikasyon diyorlardı ve yine eğer yanlış hatırlamıyorsam Antik Yunan’da Kanunî Draco isimli bir hukukçumuz bu işin öncülerindendi. Kanunî Draco diyorum, zira bu arkadaşın lâkabı da Kanunî, zaten belki de o yüzden ecnebiler bizim Kanunî’ye muhteşem diyordur, şimdi orasını tam bilemiyorum.
Her neyse, bugün illa çok entelektüel görünmek istiyorsak kullandığımız drakonyan deyimi de, yine bu Draco arkadaş bir yandan kodifiye ettiği kanunları da harfiyen ve acımasızca uygulatmasıyla ünlü olduğu için kendisinin isminden üretilmiş. Tabii sadece Ahmet Hakan’ın programına çıkacak kadar entelektüel görünmek istiyorsanız “sosyoloji” kelimesi tek başına yetiyor ama o programda kullanıldığı hâliyle ne anlama geldiğini henüz bilmiyorum. Bu arada kanunları uygulama konusundaki bütün bu katılığına rağmen, aklımda kaldığı kadarıyla Draco halk tarafından çok sevilen bir hukukçu. Hatta o kadar çok seviliyor ki anlatılana göre bir oyun izlemeye gittiği tiyatroda halkın sevgi seline kapılarak ölüyor. Draco’nun tiyatroya geldiğini gören halk tezahüratlar eşliğinde sevgilerini göstermek için şapkalarını, eşarplarını falan Draco’ya atıyorlar. Koskoca Kanunî Draco, resmen Gülhane Parkı Halk Konseri’ne çıkan Küçük Emrah gibi çamaşıra boğuluyor ve nefessiz kalıyor ve nefessiz kalarak ölüyor. (Yalnız ben bunu size aktarırken bir daha düşündüm de, bu bizim Draco ilk hukuk şehidimiz de olabilir.)
Tabii tarih ve hukuk denince hem tarihçilerin hem de hukukçuların aklına gelen ilk şeylerden biri de Roma Hukuku, zira onu okullarımızda okutmaya hâlâ devam ediyoruz. Ha ama duyduğuma göre hukuk fakültelerimizde Roma Hukuku dersi zorunlu olmaktan çıkmış. Eh, sadece Roma Hukuku’nun değil, genel olarak hukukun sadece tarihin konusu olmaya başladığını düşünecek olursanız, buna da çok şaşırmamak lâzım.