Aralık
sayımız çıktı

‘3 harfliler’i betimleyen cesur nakkaşlarımız vardı

Cin inanışları Antik Yunan’dan Çin’e, Romalılardan Osmanlılara kadar pek çok toplumda kendisine yer edindi. Kimine göre dumansız ateşten türetildiler, kimine göre sürüngenlerin suretine bürünmüşlerdi. Ancak Osmanlı nakkaşları sürekli anlatılan ama neye benzedikleri bir türlü malum olmayan bu varlıkları tasavvur edip betimlediler.

Gûl, ifrit, peri, dev yahut cin. Hep­si, gözle görülmeyen yaratıkla­ra külliyen verilmiş birer isimdi. Kimilerine göre cin adı Latince “genius”­dan geliyordu. Çoğulu “cân”, tekili “cin­ni”. Hep tekinsiz bir mânâsı vardı, çünkü şeytan ya da melek gibi hangi safta ol­dukları aşikar bir tür değildi.

Eski Asurlular ve Bâbilliler kötü ruhlara ve cinlere inanırdı; kendisine yeterince takdim sunulmayan, ayin ya­pılmayan ruhlar geri döner ve insanla­ra tıpkı cinler gibi musallat olurdu. Eski Mısırlıların inanışlarında cinler yabani hayvanların, özellikle yılan ve kerten­kelelerin, bazen de insanların suretine bürünürdü ve Re’ye hasımlık ederlerdi. Antik dünyanın hemen tümünde delilik, cinnet, sara gibi hastalıkların sebebi sa­yılmış ve kâbuslar onlardan bilinmişti. Eski Yunan’da cine yakın “daimon” de­nen bir tür düşük dereceli Tanrılık sıfatı vardı ve bunlar iyisi de kötüsü de mevcut varlıklardı. Yeri gelir malı mülkü korur, yeri gelir insana bela olurlardı. Çin ina­nışlarında mezarları ve yol kavşaklarını mesken tutan cinler cehennemde ölüleri tekrar tekrar öldürür, göklerde süzülür, ata ruhlarıyla iletişime aracılık ederdi.

Periler toplantısı Cinler-periler, cenneti andıran bir yerde çalıp oynamaktalar. Fal amacıyla oluşturulan kitaptan bu falı çeken kişi devlet kapılarının yüzüne açılacağıyla müjdeleniyor. Minyatür, kendi bağlamı içerisinde olumlu bir cin algısına işaret etmektedir (Kalender Paşa, Falnâme, res. ?, 1614-16, TSMK H. 1703).

Türklerin İslâm öncesi inanışlarına göre dünya ruhlarla dopdoluydu; dağ­lar, göller ve ırmaklar nefes alıp verirdi. Bu ruhlar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılmıştı: İyiliğin hamisi Ülgen’in em­rindekiler iyi huylu, yeraltında oturan Erlik’in hizmetindekiler fena tabiatlıydı. Kötü ruhlar arasında daima çatışma ya­şanırdı ve hastalıklar onlardan doğardı. Şamanlar daima bu ruhları/cinleri illetli bedenlerden uzaklaştırmaya çalışır, cine güçleri yetmediğinde canlarını yitirirler­di. 921’de İdil Bulgar Hanlığı’na gönderi­len Abbasi elçisi İbn Fadlan, Türk ülke­lerinde birbirleriyle çarpışan mümin ve kâfir cin orduları gördüğünü hayretler ederek Seyahatnâme’sine kaydetmişti.

Hıristiyanlıktaki cin inanışı Yahudi­lik, Maniheizm ve gnostisizmin bir karı­şımıydı. Yeni Ahit’in ilk biçiminde cinler şeytani tabiatlı ruhlar olarak tanımlan­mıştı. Cahiliye Dönemi’nin Arap toplu­munda kimi zaman yeryüzündeki Tanrı­lar sayılarak bunlara tapınılırdı.

Kur’an’da 40’tan fazla yerde değini­len cinler de insanlar gibi Allah’a kulluk etsin diye ateşten yaratılmış varlıklardır. Onlara da peygamber gönderilmiş, kimi iman etmiş kimi kâfir olmuştur. Çeşit­li İslâmi inanışlara göre kısa zamanda uzun mesafeleri katedebilir, gaip derece­sinde olmayan her şeyi bilebilir, evlenip çoğalırlardı. Şeytan’ın hizmetine girebil­dikleri gibi insanın da hizmetine girebi­lirler; hatta ilmü’l-azâim denilen tılsım ilmi bu amaca matuftur. İbn Sina onları türlü şekillere girebilen şeffaf tabiatlı ve konuşan latif canlılar olarak tanımlar.

Osmanlılarda cin çağırmak acayip ve garip ilimler arasında sayılırdı. Bu alan­da Uzun Firdevsî’nin 1488’de 2. Bayezid için yazdığı Dâvetnâme en bilinenidir. Kanunî’nin Şeyhülislamı Kemalpaşazâ­de cinlere bile fetva veren bir âlim olarak tanınıyordu; lakabı “müftiü’s-sekaleyn” (insanların ve cinlerin müftüsü) idi. Ev­liya Çelebi Seyahatname’sinde cinlere hükmeden Süleyman Peygamber’den sıkça bahseder ve Kemalpaşazâde’nin Edirne’deki bir medrese odasını can alıcı cinlerden nasıl kurtardığını anlatır.

Uyurken basan ağırlık Ebussuud Efendi’nin öğrencisi Mehmed Suudî tarafından Sultan Murad için 1582’de yazılan bir astroloji ve fal kitabında yer alan bu minyatür Nakkaş Osman’ın eseridir. Tasvir, “insanı uyurken basan ağırlık tılsımı” başlığıyla sunuluyor. Osmanlı-İslâm dünyasında pek çok hastalık cinlere bağlandığı gibi karabasan kabusları da bu göze erişmez varlıklarla ilişkilendirilmiş olmalıdır. Osman bu eserde pek çok acayip ve garip melek suretine ve iblise de yer veriyor (Suudî, Metâliü’s-saâde, res. Osman, 1582, Fransa Ulusal Ktp. Supplément turc 242).