Kasım
sayımız çıktı

Harpte sırt sırta savaştılar sulhta eşit haklara ulaştılar

KADINLAR VE CUMHURİYET TÜRKİYESİ

Balkan Harbi, Cihan Harbi ve Milli Mücadele’yle devam eden uzun savaş yılları, kadınlar için yeni bir düzenin mecburi başlangıcı olmuştu. Çalışma hayatında, cepheye giden erkeklerin yerini dolduran kadınlar, savaş bittikten sonra geleneksel düzene dönüşü kabul etmemişlerdi. Cumhuriyet “yeni”yi arayan bu nesil için bir sıçrama tahtası olacaktı.

Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları’nda Sultanahmet Mitingi’ni (1919) şöyle anlatır: “Harp etmek eskiden erkekçe bir işmiş. Şimdi insanca bir iş … Kadınlar bizden daha iyi dövüşüyorlar. Miting yapıldığı zaman burada olup, Sultanahmet Meydanı’nı görmeliydiniz. Siyah çarşaflı bir kadın kalabalığı, memleketin üzerinde bir an, siyah bir bayrak gibi dalgalandı. ( … ) ‘Harpte değildim’ diye hiç üzülmeyin. ‘Sultanahmet Mitingi’ni görmedim’ diye üzülmelisiniz! Kadınlar, muhallebici dükkanlarında, tiyatrolarda, kendileri için gerilen kafesleri, tramvaylarda, vapurlarda çekilen perdeleri, bir yıkış yıktılar ki… O gün Nedime benden daha erkekti vallahi… O zamana kadar ‘erkek işlerine aklım ermez’ diyen bir kadın … Bu sözle biraz da övünen bir İstanbul hanımı … Şimdi, buraya geldikçe, bana mürekkepten, kağıttan, baskı fiyatlarından, bayi hesaplarından, dahası, dünya siyasetinden söz ediyor”.

Kadinlar_1
Cumhuriyetin kadın muallimleri, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda “Yaşa, Varol Cumhuriyet” yazılı bir panonun önünde… (CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ)

Mondros Mütarekesi’nin ardından başlayan işgallerle, özellikle de 15 Mayıs 1919’da
İzmir’de başlayan Yunan işgaliyle sarsılan, gururu incinen bir ülkenin başkenti; o gün ilk defa erkeklerle birlikte kürsüden binlerce kişiye hitap eden kadınlarla ayağa kalkmıştı. Üzerinde Wilson Prensipleri’nin Türk halkına “egemenliğini, yaşam güvenliğini ve özgürlüğünü” tanıyan 12. maddesi yazılı, siyah örtülü kürsüde sözalanlardan biri de Halide Edip’ti. Halide Hanım “Bu, kımıldanamayacak kadar sıkı olan kalabalıktan başka, camiin demir parmaklıkları, damlar, cami kubbeleri dahi insanla doluydu. Nasıl o kürsüye yaklaşabildim, farkında değilim. İki yanımda, iki önümde dört süngülü asker bana yol açıyordu. Bunların gösterdiği bir kardeş sevgi ve itinasını ömrüm oldukça unutamayacağım” diye yazacaktı sonradan. Tarihî konuşmasına ise topluluğa ettirdiği yemin damgasını vurmuştu: “Türkiye’nin istiklal ve hayat hakkını alacağı güne kadar hiçbir korku, hiçbir meşakkat önünden kaçmayacağız. 700 senelik tarihin ağlayan minareleri altında yemin ediniz!”

Kadinlar_2
Halide Edip (Adıvar), 23 Mayıs 1919’da Sultanahmet Mitingi’nde…

Savaşlar, getirdikleri tüm acı ve sefaletle birlikte toplumsal hayatta kadınların yeni bir rol benimsemelerine kapı açmıştı. 1912-1913 Balkan Harbi’yle başlayan uluslaşma süreci, kadın-erkek demeden topluma yeni bir ivme katmıştı. 1. Dünya Savaşı ise, erkeklerin cepheye gidişiyle kadınları çalışma hayatında onların yerini doldurmaya mecbur bırakmıştı. Türk kadını, artık geçimini sağlamak için ticaretten fabrikalara, yol yapımından sokak temizliğine kadar her alanda çalışıyordu. Beyoğlu’n-da, Sirkeci’de kadın berberlerin görülmeye başlaması “Erkekler, şimdiden sakallarını kadınların ellerine teslim etmeye başladı” yorumlarına neden oluyordu. Resmî daireler kadın memur çalıştırmaya başlamış; Galata rıhtımının arkasında, çevre illerden mal getiren kadınlar için bir “Kadın Tüccarlar Pazarı” bile açılmıştı.

Kadinlar_3
Cumhuriyetin ilk neslinden çıkan ve yüksek prestijli işlerde çalışmak üzere yetiştirilen kadın rol modeller silsilesi, onları takip eden gençler için ilham kaynağı oldu. (CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ)

Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyyesi aracılığıyla açılan darüssına-alarda (fabrika) çalışmak için onbinlerce kadın başvuruyordu. Yine cemiyet aracılığıyla 1. Ordu tarafından oluşturulan 1. Kadın İşçi Taburu’nda geri hizmette istihdam edilmeleri için kadınlara da alan açılmıştı. “Ehl-i namus ve iffet”ten olduğunu belgeleyen, “kucakta taşınır çocuğu olmayan” her kadın, gönüllü olarak cepheye gitmek için başvurabiliyordu.
Savaşın ardından terhis edilen erkeklerin işlerine geri dönmesiyle, bu kadınlar yeniden işsiz kaldı. Ancak artık geleneksel topluma geri dönüşü savunanların “kadınların genel ve siyasi görevleri ifaya ehliyeti olmadığı” tezini ispat için dayandıkları deliller geçersiz hâle gelmişti.
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da bir dönüşüm rüzgarı esiyordu. İngiltere’de süfrajetlerin mücadeleleri sonucunda 1902’de “kadınlık dolayısıyla her türlü ehliyetsizlik” kaldırılmıştı. İngiliz kadını yargı dahil her alanda kendini gösteriyordu. Finlandiya’ daki kadınlar 1906’dan bu yana oy hakkına sahipti; 1908’den beri meclistelerdi. Diğer Kuzey Avrupa ülkelerinde, İsviçre’de, Almanya’da, Avusturya’da, Polonya ve Çekoslovakya’da da durum benzerdi. ABD’de Wyoming eyaleti, 1894’te dünyanın dörtbir yanındaki parlamentolara gönderdiği bildiride; kadın oylarının cinayetlerle, yoksullukla mücadele etmede son derece olumlu rol oynadığını kaydetmişti. Kadınlar 1917’den sonra Bolşevik Rusya’da fiilen askerlik de yapıyorlardı.

Osmanlı ve erken cumhuriyet dönemi kadınları, yayın organları aracılığıyla bu gelişmeleri yakından takip ediyordu. 10 yılı aşkın süredir devam eden savaşlar geleneksel kültür kodlarını aşındırmaya başlamış, yerini “yeni”yi arayan genç bir nesle bırakmıştı. Özellikle kentli, eğitimli kadınlar arasında yükselen hak taleplerine, köstek olduğu kadar destek olan erkekler de vardı. Bu sayede Meşrutiyet yıllarında laikliğe doğru ilk adımlar atılmaya başlanmıştı.

1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi, Medeni Kanun’un habercisiydi.

Kadinlar_4
Mustafa Kemal ile birlikte yurt gezilerine çıkan Latife Hanım, Edremit yolu üzerindeki Ergama köyünde (8 Şubat 1923).

Cumhuriyet: Büyük sıçrama

Cumhuriyetin ilanı, Türk kadınlarının yasal eşitliğe ulaşması yolunda bir sıçrama noktası olacaktı. 1926’da İsviçre Medeni Kanunu’ndan esinlenen Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesiyle “çokkarılılık” yasaklanmış, kadınlara eşit boşanma ve velayet hakkı tanınmıştı. Medeni Kanun cumhuriyeti taçlandıran yasa olmuş, devrimlerin ve laik cumhuriyetin belkemiğini oluşturmuştu.

Cumhuriyet, kamusal alanda taassuptan yana olmadığını da her fırsatta sergiliyordu. Bu açıdan, kent ekseninde yeni bir kadın tipi oluşturmakta belki de savaş sonrası dünyanın en başarılı ülkesi olmuştu. “Kadınlık meselesinde bana yol gösteren annemdir” diyen, çocukluk yıllarından beri kadınlık meselesi üzerine düşünen Mustafa Kemal’in hayalindeki kadın modeli olan Latife Hanım’la evliliği de, ideal karı-koca ilişkisini topluma gösterme amacını taşıyordu. Kendisi de bir kadın hakları savunucusu olan Latife Hanım’la birlikte Anadolu’yu karış karış gezmeleri şaşkınlıkla karşılansa da amacına ulaşmıştı.

Latife Hanım’la başlayan, daha sonra Atatürk’ün manevi kızları Afet İnan ve Sabiha Gökçen ile devam eden kadın rol modeller silsilesi, yüksek prestijli işlerde çalışmak üzere yetiştirilen kentli kadınlar arasında çok etkili oldu. Bu örneklerin etkisi uzun vadede genç kuşaklara ilham vererek yayılırken; ulusal ekonomiyle bütünleşmesi daha zayıf kalan kırsal kesimde ise okuma-yazma çabalarına ağırlık verilmişti.

Öte yandan genç cumhuriyetin ciddi bir beşeri sermaye sorunu vardı. Savaşlar, hastalıklar ve yoksulluk, ülke nüfusunu kırıp geçirmişti. Kilometrekareye 17 kişi düşüyordu. Bu koşullarda, kadının toplumsal konumu öne çıkarılırken, biyolojik işlevinin geride bırakılması mümkün görünmüyordu. “Yarının gürbüz nesilleri”ni yetiştirecek kadınların yuva kurması, ulus-devletin inşaında kadının yeni ödevi olarak belirlenmişti. Atatürk’ün “Ev işleri kadının en ufak ve önemsiz görevidir. Kadının en büyük görevi analıktır” sözü, bu mecburiyetin sonucuydu.

Kemalist modernizasyon projesi, aile üzerine reformları, dönemin en etkin sosyalizasyon kurumları olan okul, ordu ve halkevleri aracılığıyla hayata geçirdi. Bu reformların ardında, nüfusun artırılması, toplumsal ödevlerine bağlı, kanunlara saygılı “iyi vatandaşların” yetiştirilmesi kadar; savaş döneminde çöküntüye uğramış ahlaki değerlerin yeniden inşa edilmesi hedefi de vardı.

Kadinlar_5
1930’da Sultanahmet Meydanı’nda seçme ve seçilme hakkını kutlayan kadınlar.

1930’larda okullarda okutulan Aile Bilgisi (İbrahim Hilmi, 1937) kitabında geçen “Aile küçük ölçüde bir hükümete benzer. Baba onun başkanı, ana Bakanı, çocuklar da tebaasıdır. Aile hükümetinde baba ve ana elbirliği ile çalışırlarsa, çocuklar da onlara karşı uysal olurlarsa işler yolunda yürür. Evkadını yaptığı işlerden kendisini mesul gören bir Bakan gibi, bir takım haklar ve ödevler taşır ve işlerini bunlar çerçevesinde başarır” cümlesi, cumhuriyet dönemi kadınları için biçilen “iyi vatandaş”lık rolünün özeti gibiydi.

Oysa kadınlar “iyi vatandaş” yetiştirme görevinin yanında, kendileri de yurttaşlık hakla-
rından yararlanmak, mesuliyetle birlikte yetki sahibi de olmak istiyordu. 2. Meşrutiyet yıllarından beri dillendirilen eşitlik özleminin, siyasal haklar olmadan hayata geçirilemeyeceği fikri güç kazanıyordu. Sabiha Zekeriya (Sertel), 1919’da yazdığı “Kadınlık Sahifesi: Kadınlar ve İntihâb” makalesiyle bunu ilk dile getirenlerden olmuştu. “Düne kadar ‘Türk feminizmi ne olabilir’ diye düşündüğüm zaman, kadının intihabata (seçimlere) iştirakini tasavvur bile etmiyordum. Henüz erkeklerimizin bile rüştlerini ıspat edemedikleri bir meseleye Türk kadınını da karıştırmayı muvafık görmüyordum. (…) Fakat bugün memleketin mukadderatı mevzu olduğu şu sırada, kadının niçin bu haktan mahrum edildiğini düşündüğüm zaman, mantıkî bir mazeret bulamıyorum. Türk kadını bu vatana erkekleri kadar, bilhassa bazı anâsırı (unsurlar) kadar merbut (bağlı) değil midir? Erkeğe bu hakkı veren sebepleri araştırırken, onları kadının fevkine çıkaran bir sebep bulamıyorum” diyordu.

15 Haziran 1923’te henüz ortada ne cumhuriyet ne de Cumhuriyet Halk Fırkası varken kurulan Kadınlar Halk Fırkası, bu talebi somutlaştırmıştı. Partileşme talepleri 8 ay sonra Dahiliye Vekaleti tarafından reddedilmişti. Ancak Türk Kadınlar Birliği adıyla Nezihe Muhiddin başkanlığında sürdürdükleri faaliyet, kadını entelektüel erkek sohbetlerinin sembolik nesnesi olmaktan çıkarıp, siyasi bir aktör olarak ortaya koymayı başarmıştı.
Kadın özgürlüğü meselesi, cumhuriyet için kendini Osmanlı Devleti’nden keskin bir çizgiyle ayrıştırmanın bir yoluydu. Eşit oy hakkı ise Atatürk’ün tek parti rejiminin, kendisini Hitler Almanyası ve Mussolini İtalyasının kadınlara biçtiği “çocuk, mutfak, kilise” sınırlamasından uzaklaştırmasına yol açmıştı.

Türk kadınları, bilindiği gibi 1930’da belediye seçimlerinde seçme hakkını, 5 Aralık 1934’te de milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde etti. 8 Şubat 1935’de ilk defa meclis seçimlerine katılan kadınlar 18 sandalye elde etti ve eşit vatandaşlık haklarına birçok Batılı ülkeden (örneğin Fransa’dan) önce ulaştı. Ancak bu tarihten sonra, bağımsız kadın hareketi yarım asır sürecek bir uykuya daldı. Türkiye kadınları, esaretten ve baskıdan kurtulmuş; ancak kendi özgür ve özgün seslerine ulaşma yolunda yeniden örgütlenebilmek için bir süre daha beklemek durumunda kalmışlardı.

(Zafer Toprak’ın Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm, 1908-1935 (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2014) ve Serpil Sancar’ın Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti (İletişim Yayınları, 2012) kitaplarından yararlanılmıştır.)