Mimar, yazar, gurme, kültür insanı bir beyefendi… Aydın Boysan’ın 96 yıllık ömrü, İstanbul’un tarihi kadar zengin ve benzersizdi. Eserleri, kişiliği ve ardında bıraktığı muazzam kişisel tarihiyle hatırlayacağız onu. Genç dostlarından, duayen gazeteci Nebil Özgentürk yazdı…
Daha birkaç ay önce bu sözleri bırakmıştı kayıtlara Aydın Boysan: “Ben… Şimdi… Doğduğumda Vahdettin padişahtı. Bugüne kadar yaşadım. Bin türlü karışık işin içinde de oldum; gazete yazılarından tutun da, mimarlar odası görevlerine kadar… Baştan aşağı karmakarışık işler yaptım. Ama deseniz ki “Bir daha dünyaya gelsen ne yaparsın?” Tıpatıp aynı hayatı yaşamak isterim, dakikasından vazgeçmem…”
Kelimenin gerçek anlamıyla “son İstanbul efendilerinden biri”ni kaybettik yakın zamanda. Cebinde kelimesi, kütüphanesi, bitirimliği ve nüktedanlığı hiç eksik olmayan bir İstanbul beyefendisini; Aydın Boysan’ı…
Evet, Aydın Boysan, şahane rakı içerdi, şahane sofra adamıydı ama sadece bu değildi ki; ne yazık ki bu dünyadan göçüp gitmesinin ardından, sosyal medya sakinlerinin pekçoğu paylaşımlarında (!) ağırlığı rakıya, kadehe verdi. Sanki başka işi gücü yokmuş gibi! Ama bilinmeli ki hayat ustasıydı o! O hayatın içinde elbette meyhane de gizliydi, tarih de saklıydı, kültüre de fazlasıyla bulanmıştı… Ve ülkenin yetiştirdiği en büyük mimarlarından biri olduğu kuşku götürmezdi. Şimdi dahi anıt gibi yükseliyor yaptığı, projesini yürüttüğü eserler, dev sanayi tesisleri…
Hatta bugünün mimarlarının şükran duyması gerekiyordu kanımca. Hatta şu anda her köşeyi tahrip eden kimi mimarlar ya da imarımızı kirletenler biraz ders almalı diye düşünüyorum bu “Aydın” ve “bilge” adamdan. Ve pekçoğumuz Aydın Abi’nin vicdan, adalet, sevgi, demokrasi kavramları üzerine gökyüzüne bıraktığı sözcükleri, kelimeleri başucu yapmalı…
Genç kuşaklar da serüven dolu hayatını defalarca okumalı, öğrenmeli.
Evet, Aydın Boysan’ın hikâyesinde de güç zamanlar, sıkıntılı günler, yoklukla geçen çocukluk yılları vardır elbet. Var olmasına vardır ama bu hikâyeleri dinlemek hüzünlendirmez insanı, hüzünlendiremez.
Hikâyenin anlatıcısı bizatihi Aydın Boysan ise eğer.
Hikâyede ne yaşanırsa yaşansın, hayata bir tebessüm gönderivermeniz de kaçınılmaz olur. Bilinir ki onun hikâyeleri hep neşeyle son bulur.
O, sık sık ruhunu geçmişin en zor, en dar, en sıkıntılı ama en mutlu olduğu günlere gönderir.
Ve öyle bir anlatır ki size Davutpaşa Çöp İskelesi, Davutpaşa Ispanak Viranesi, Samatya Narlıkapı Çıkmazı, Yeşilköy Bamya Tarlası hikâyelerini; yürüyüşe çıkarsınız Samatya sokaklarında. Onunla beraber karpuzu kuyuya sallandırarak soğutur, sandalla çıktıkları mehtaplı gecelerde siz de söylersiniz “Ay öperken suların göğsünü, sahilde yıkan” şarkısını… Arife günlerinde okulu asarak gidilen Gülhane Parkı’nda denizin dalgalarını birlikte dinler; jilete giden, dört direkli, incecik Gülcemal’in arkasından siz de ağlayıverirsiniz.
Özgentürk’ten
Boysan’a…
Gazeteci Nebil Özgentürk’ün hazırladığı Aydın Boysan belgeseli Boysan’ın ölümünün hemen ardından yayınlandı.
Yaşamına sahne olan her mekânı dostları arasına alıverir Aydın Boysan. İstanbul’u sokak sokak gezersiniz hikayelerinde.
Hayatını mekânlar ve insanlarla ören bir yaşam gurusudur sözünü ettiğimiz.
Narlıkapı’dan başlayıp Çiçek Pasajı’na ve Çiçek Bar’a uzanan zamanları anlatırken başrolü hep dostlarıyla paylaşır. Ayine gider gibi hissettiği muhabbet sofralarıdır onu genç kılan. Kaldı ki, tam bir muhabbet üstadıdır.
O değil midir, daha çok dostla buluşmak için balkonunun sınırlarını genişleten!
Ve “Aslolan arkadaşlıktır, hayatı paylaşmaktır” diyen adam.
Sofrasına konuk olmak, sohbetiyle buluşmak hayatla kaynaştırır, sorunlarla barıştırır. Memleket hallerini konuşmak isterseniz, cumhuriyetin her dönemiyle tanıştırır sizi. Yarım asrı aşan mimarlık sanatıyla, İstanbul’un kuytu köşelerini gezdirir. Son 50 yılı kendine has üslubuyla değerlendirir: “İstanbul ağaçlandırılmalı, son 50 yıldır yapılan yapılar sarmaşıklarla örtülüp kaybedilmeli”.
Sofra adabı ve balık konusu, birçok uzmanlık alanından sadece bir bölümü. Ne de olsa çocukluk yıllarında at kuyruğundan koparılan kıllarla avladığı balıkları, Güzel Sanatlar’da kalın sopaların ucuna bağladığı çatalla, mimarlık yıllarında Zap suyunda dinamitle avlayacak; balık konusundaki bilgilerinin temellerini böyle atacaktır.
Aydın Boysan’la dostları konuşmak ise hayatın her teline, her safhasına, her türünde dokunmak demektir biraz da… Vehbi Koç’tan Fethi Naci’ye, Haldun Taner’den Bedia Muvahhit’e, Neyzen Tevfik’ten Bedri Rahmi’ye, Kirpi Ziya’dan Zambik Ahmet’e, Müezzin Osman Efendi’ye…
O yüzdendir ki, 95’ine geldiği güne kadar bile neşeden, muhabbetten, dayanışmadan ve kadehten taviz vermeyecek bir dosttur o.
Yaşamı bir oyun sahnesi olarak tanımlamıştı hep Aydın Boysan; bu oyunu hakkıyla veren oyunculardandı zaten.
Hayatı tanıyan, her zerresini soluyan; sanatı ve birikimiyle ona katkıda bulunan başrol oyuncularından…
Öyleyse ne diyelim… Seninle aynı sahneyi paylaşmaktan mutluluk duyan tüm oyuncular adına; teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler Aydın Abi!
Veee… Son yıllarının en yakın tanıklarından, doğum günlerinde seni bizlerle buluşturmak için en çok çaba sarf edenlerden (kadim dostun Mustafa Alabora’nın da hayat arkadaşı) Banu Zeytinoğlu’nun dediği gibi:
“Bazı insanlar hayatını kaybetmez, hayat onu kaybeder”.
Hayat, Aydın Abi’yi kaybetti.
Seni çok özleyeceğiz Aydın Abi… Hiç unutmayacağız…
Kamerama kaydettiğim şu vasiyetini de unutmayacağız:
“Ve siz, benden çok sonra dünyaya gelmiş pırlanta insanlar, gençliğinizin kıymetini bilin! Gençliğinin kıymetini bil haa!”