Kasım
sayımız çıktı

Hayatını kaybetmedi hayat onu kaybetti…

Mimar, yazar, gurme, kültür insanı bir beyefendi… Aydın Boysan’ın 96 yıllık ömrü, İstanbul’un tarihi kadar zengin ve benzersizdi. Eserleri, kişiliği ve ardında bıraktığı muazzam kişisel tarihiyle hatırlayacağız onu. Genç dostlarından, duayen gazeteci Nebil Özgentürk yazdı…

Daha birkaç ay önce bu sözleri bırakmıştı ka­yıtlara Aydın Boysan: “Ben… Şimdi… Doğduğumda Vahdettin padişahtı. Bugüne kadar yaşadım. Bin türlü karı­şık işin içinde de oldum; gazete yazılarından tutun da, mimar­lar odası görevlerine kadar… Baştan aşağı karmakarışık işler yaptım. Ama deseniz ki “Bir da­ha dünyaya gelsen ne yapar­sın?” Tıpatıp aynı hayatı yaşa­mak isterim, dakikasından vaz­geçmem…”

Kelimenin gerçek anlamıyla “son İstanbul efendilerinden bi­ri”ni kaybettik yakın zamanda. Cebinde kelimesi, kütüphanesi, bitirimliği ve nüktedanlığı hiç eksik olmayan bir İstanbul be­yefendisini; Aydın Boysan’ı…

Evet, Aydın Boysan, şahane rakı içerdi, şahane sofra ada­mıydı ama sadece bu değildi ki; ne yazık ki bu dünyadan gö­çüp gitmesinin ardından, sos­yal medya sakinlerinin pekçoğu paylaşımlarında (!) ağırlığı rakı­ya, kadehe verdi. Sanki başka işi gücü yokmuş gibi! Ama bilin­meli ki hayat ustasıydı o! O ha­yatın içinde elbette meyhane de gizliydi, tarih de saklıydı, kültü­re de fazlasıyla bulanmıştı… Ve ülkenin yetiştirdiği en büyük mimarlarından biri olduğu kuş­ku götürmezdi. Şimdi dahi anıt gibi yükseliyor yaptığı, projesi­ni yürüttüğü eserler, dev sanayi tesisleri…

Hatta bugünün mimarları­nın şükran duyması gerekiyor­du kanımca. Hatta şu anda her köşeyi tahrip eden kimi mimar­lar ya da imarımızı kirletenler biraz ders almalı diye düşünü­yorum bu “Aydın” ve “bilge” adamdan. Ve pekçoğumuz Ay­dın Abi’nin vicdan, adalet, sevgi, demokrasi kavramları üzerine gökyüzüne bıraktığı sözcükleri, kelimeleri başucu yapmalı…

Genç kuşaklar da serüven dolu hayatını defalarca okumalı, öğrenmeli.

Evet, Aydın Boysan’ın hikâ­yesinde de güç zamanlar, sıkın­tılı günler, yoklukla geçen ço­cukluk yılları vardır elbet. Var olmasına vardır ama bu hikâye­leri dinlemek hüzünlendirmez insanı, hüzünlendiremez.

Hikâyenin anlatıcısı bizatihi Aydın Boysan ise eğer.

Hikâyede ne yaşanırsa ya­şansın, hayata bir tebessüm gönderivermeniz de kaçınılmaz olur. Bilinir ki onun hikâyeleri hep neşeyle son bulur.

O, sık sık ruhunu geçmişin en zor, en dar, en sıkıntılı ama en mutlu olduğu günlere gön­derir.

Ve öyle bir anlatır ki size Davutpaşa Çöp İskelesi, Davut­paşa Ispanak Viranesi, Samat­ya Narlıkapı Çıkmazı, Yeşil­köy Bamya Tarlası hikâyelerini; yürüyüşe çıkarsınız Samatya sokaklarında. Onunla bera­ber karpuzu kuyuya sallandı­rarak soğutur, sandalla çıktık­ları mehtaplı gecelerde siz de söylersiniz “Ay öperken suların göğsünü, sahilde yıkan” şarkı­sını… Arife günlerinde okulu asarak gidilen Gülhane Parkı’n­da denizin dalgalarını birlikte dinler; jilete giden, dört direkli, incecik Gülcemal’in arkasından siz de ağlayıverirsiniz.

Özgentürk’ten
Boysan’a…

Gazeteci Nebil Özgentürk’ün hazırladığı Aydın Boysan belgeseli Boysan’ın ölümünün hemen ardından yayınlandı.


Yaşamına sahne olan her mekânı dostları arasına alıverir Aydın Boysan. İstanbul’u sokak sokak gezersiniz hikayelerinde.

Hayatını mekânlar ve insan­larla ören bir yaşam gurusudur sözünü ettiğimiz.

Narlıkapı’dan başlayıp Çi­çek Pasajı’na ve Çiçek Bar’a uzanan zamanları anlatırken başrolü hep dostlarıyla paylaşır. Ayine gider gibi hissettiği mu­habbet sofralarıdır onu genç kı­lan. Kaldı ki, tam bir muhabbet üstadıdır.

O değil midir, daha çok dost­la buluşmak için balkonunun sınırlarını genişleten!

Ve “Aslolan arkadaşlık­tır, hayatı paylaşmaktır” diyen adam.

Sofrasına konuk olmak, soh­betiyle buluşmak hayatla kay­naştırır, sorunlarla barıştırır. Memleket hallerini konuşmak isterseniz, cumhuriyetin her dönemiyle tanıştırır sizi. Ya­rım asrı aşan mimarlık sanatıy­la, İstanbul’un kuytu köşelerini gezdirir. Son 50 yılı kendine has üslubuyla değerlendirir: “İstan­bul ağaçlandırılmalı, son 50 yıl­dır yapılan yapılar sarmaşıklar­la örtülüp kaybedilmeli”.

Sofra adabı ve balık konu­su, birçok uzmanlık alanından sadece bir bölümü. Ne de olsa çocukluk yıllarında at kuyru­ğundan koparılan kıllarla avla­dığı balıkları, Güzel Sanatlar’da kalın sopaların ucuna bağladığı çatalla, mimarlık yıllarında Zap suyunda dinamitle avlayacak; balık konusundaki bilgilerinin temellerini böyle atacaktır.

Aydın Boysan’la dostları konuşmak ise hayatın her te­line, her safhasına, her türün­de dokunmak demektir biraz da… Vehbi Koç’tan Fethi Na­ci’ye, Haldun Taner’den Bedia Muvahhit’e, Neyzen Tevfik’ten Bedri Rahmi’ye, Kirpi Ziya’dan Zambik Ahmet’e, Müezzin Os­man Efendi’ye…

O yüzdendir ki, 95’ine gel­diği güne kadar bile neşeden, muhabbetten, dayanışmadan ve kadehten taviz vermeyecek bir dosttur o.

Yaşamı bir oyun sahnesi olarak tanımlamıştı hep Aydın Boysan; bu oyunu hakkıyla ve­ren oyunculardandı zaten.

Hayatı tanıyan, her zerresi­ni soluyan; sanatı ve birikimiy­le ona katkıda bulunan başrol oyuncularından…

Öyleyse ne diyelim… Senin­le aynı sahneyi paylaşmaktan mutluluk duyan tüm oyuncular adına; teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler Aydın Abi!

Veee… Son yıllarının en ya­kın tanıklarından, doğum gün­lerinde seni bizlerle buluştur­mak için en çok çaba sarf eden­lerden (kadim dostun Mustafa Alabora’nın da hayat arkada­şı) Banu Zeytinoğlu’nun dediği gibi:

“Bazı insanlar hayatını kaybetmez, hayat onu kaybeder”.

Hayat, Aydın Abi’yi kaybetti.

Seni çok özleyeceğiz Aydın Abi… Hiç unutmayacağız…

Kamerama kaydettiğim şu vasiyetini de unutmayacağız:

“Ve siz, benden çok sonra dünyaya gelmiş pırlanta insanlar, gençliğinizin kıymetini bilin! Gençliğinin kıymetini bil haa!”