Son Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminin önde gelen edebiyat tarihçisi, müzeci ve mutasavvıf İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in yazma bir eseri ilk kez günışığına çıkıyor. Yazarın 50 yıla yakın yanında taşıdığı özel defter.
İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in basılmamış eserlerinden biri de Kemal ü’l-Letâif’dir. Tek nüsha olan bu yazmanın başlangıcında “bu Mecmua’nın tahririne 21 Şevvâl 1322//15 Kanunevvel 1320 Çarşamba günü mübâşeret (baş-lanmış) olunmuştur” denilmektedir. 28 Aralık 1904 tarihine denk gelen bu ifade, eserin yazılmaya başlanma tarihidir.
Eserin sonunda yazılı latifelerin bitişinde 1951/1952 tarihleri görülmektedir. Bundan dolayı İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in bu eserini yaklaşık 48 yıl yanı başından ayırmadığını, hoşuna giden veya yaşadığı latifeleri bu eserine yıllar boyu kaydettiğini anlıyoruz. 20×13 cm. ölçüsündeki eser 201 varaktır (402 sayfa). Son kısımda 11 varak (22 sayfa) boştur. 4a-18a varakları arasında 36 adet Nas-reddin Hoca fıkrası kayıtlıdır. Açık saçık fıkraların, galiz bazı ifadelerin de yer aldığı bu latife hazinesinden #tarih okurlarına bir seçki sunuyorum:
.Veliahd-ı Saltanat Abdülmecid Efendi bilmünasebe Maarif Nezaretine ta’yin olunan Doktor Nazım Bey’den bahs eylediği sırada “Doktorlar ya öldürür yahud diriltirler, Allah vere de bu nâzır Maarifi öldüren doktorlardan olmasın” dedi. Arz-ı takdirât ettim. 9 [zilkade] [13]36 / 16 Ağustos [13]34 / [16 Ağustos 1918] (Sayfa 108).
.Müessislerinden olduğum “Türk İslâm Eserleri Müzesi” müdiriyetinde bulundu-ğum esnâda benden şehâdetnâme istediler. Şöyle mukabelede bulundum: “Benim gibi Şark ve Garb’ta ma’ruf olan bir ademden ilim şehâdetnâmesi istemek ehli iffet bir kadından fahişe vesikâsı istemek kabilindendir.” 21 Teşrinsani 1939 (sayfa 196).
.Bir gece musiki meclisimize bir takım lüzumsuz eşhhas da gelmiş kımıldayacak yer kalmamış idi. Kâni nâmındaki hoşsada âmâ hafız gelince -mecliste bulunan- muharrir ve muallimlerden ve erbâb-ı musikiden Hakkı Süha Bey bana hitaben “Kâni geldi” dedi. “Gelen yalnız Kâni mi, Fuzulî de geldi” dedim. Nükteyi anla-yanlar münbasit oldu. 29 Teşrinsani 1954 (sayfa 201).
.Kör lakabıyla meşhur Mahmud Nedim Paşa’nın bira-deri Sağır Ahmed Bey’in oğlu Ali Haydar Bey Fuad Paşa’ya bir kaside-i medhiye takdim eder. Fuad “Aferin beyefen-di oğlum amca paşa hazretleri görse, peder beyefendi duysa elhak memnun olurlardı” der. Dersaadet gazetesi 14 Temmuz 1326.
.Mekteb-i Harbiye civarında Belvü Bahçesinde terennüm eden Deniz Kızı namıyla maruf Eftelya’yı bir gece dinlerken Reşid Paşazade Salih Bey “Dikkat buyurursanız sesi dalgalanıyor” demesiyle “deniz kızı olur da dalgalanmaz mı?” dedim. 1 Ağustos 1932.
.Diyojen’e “nerelisin?” demişler “Dünyalıyım” demiş.
.Galata Mevlevihanesi Şeyhi Ahmed Celâleddin Dede hastalık geçirdikten sonra ehibbasından biri “bize de geliniz” diye rica etmesiyle şeyh “kendime gelirsem size de gelirim” cevabını vermiştir. Ali Fuad Bey söyledi. 19 Eylül 1932 (sayfa 176).
.Şair Kazım Paşa, İsmail Paşa-zâde Şair Hakkı Bey’e “Senin yüzünü gördükçe karına acıyorum” demiş. Hakkı Bey de “Eğer karımı görsen bana daha ziyade acırsın” demiş. Beylikçi Tahir Bey söyledi. 4 Şevval [1]317.
.Kethüdazade Arif Efendi elinde baston olduğu halde sokakta gezerken bir zat tesadüf eder. O zaman İstanbul’da baston taşıyan nadir olmağla o zat kethüda-zadenin baston taşıdığına taaccüb edib “Efendi elinizde Frenk değneği ne geziyorsunuz” dedikte müşarûnileyh “Ben onu Osmanlı ettim de öyle kullanıyorum” demiştir (sayfa 75).
. Sultan Mahmud, İzzet Molla’ya “Molla Yesari-zâde’yi ne kadar seversin her yerde sizi yan yana görüyorum, bu ne kadar muhabbet” demiş. Molla da “Yesari-zâde dainiz güzel yazı yazar. Kulunuz da biraz medrese gördüm. İkimiz yan yana gelince okur-yazar bir efendi oluyoruz” demiş (sayfa 73).
. Akbaba gazetesi sahibi Yusuf Ziya, telefonla bir iş için görüştüğüm esnada Ada’da otururken avdet edip gazete idaresine kapandığından bahs ile ziyarette bulunamadığını söylediği sırada “Adalı idik, odalı olduk” dedi. Ben de derhal “o halde biz de sizi odalık! yaparız” dedim. 24 Eylül 1934 (sayfa 182).
Yeniçerinin biri ayvazın birine “Oğlan Müslüman olsan” diye zor ettikte ayvaz “Çeri efendi Müslüman olayım amma ne diyeyim de olayım” der. Yeniçeri “Vallah ne denileceğini ben de bilmiyorum” cevabını verir (sayfa 33).
Osmanlı kültürüne adanmış bir hayat
İbn’ülemin Mahmud Kemal İnal 1870 senesinde İstanbul Mercan’da doğmuştur. “Mühürdar” lâkabı ile
bilinen Emin Paşa’nın oğludur. İlk öğreniminden sonra bazı okullarda medrese derslerine devam etmişse de asıl öğrenimi özel öğretmenlerdendir. Merakı ve özel çalışmalar ile kendi kendini yetiştirmiştir. Çok
genç yaşında gazete ve mecmualara yazılar yazmaya ve Babıâli kalemlerine devama başlamıştır. Sadaret
Mektubî Kalemi Müdürü iken Meşrutiyet’ten (1908) sonra Eyâlât-ı Mümtaze Kalemi müdürü olmuş ve 13 sene bu vazifede bulunmuştur. Müdevvenat-ı Kanuniye ve Takvim-i Vakayi Müdürlüklerini de bu göreve ilâve olarak yapmıştır. Bir zaman sonra Babıâli’nin en önemli vazifelerinden biri bulunan Divan-ı
Hümayûn Beylikçiliği’ne tayin edilmiştir.
Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nin (şimdi Türk-İslâm Eserleri Müzesi) idare meclisi üye ve başkanlığını, Vesâik-i Tarihiye Tasnif Heyeti Reisliği ve Türk Tarih Encümeni üyeliği yapmış ve son görevi olan Evkaf-ı İslamiye Müzesi Müdürlüğü’nden emekliye ayrılmıştır. 25 Haziran 1957’de yaşama veda etmiş, Merkez Efendi Mezarlığı’ndaki aile kabrine gömülmüştür.
Eşsiz yazma kitaplarla dolu kütüphanesi, kıymetli yazı koleksiyonlarıyla evi ve bizzat kendisi canlı bir müze sayılan merhumun 40’a yakın basılmış ve basılmamış eseri mevcuddur. Bütün kütüphanesi ve hat koleksiyonu vasiyeti gereği İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır.
Eserlerinden bazıları şunlardır: Son Asır Türk Şairleri, Son Sadrazamlar, Son Hattatlar, Hoşsada, Şeyhülislam Yahya Efendi Divanı Mukaddemesi, Leskofçalı Galib Divanı Mukaddemesi, Evkaf Nezareti Tarihçesinde Nazırların Hal Tercümeleri, Yusuf Kemal Paşa’nın Sadareti ve Konak Meselesi, Kemal-ül Hikme, Kemal-ü’l İsme, Tuhfe-i Hattatin Mukaddemesi, Sabih (Roman).