1. Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasındaki Almanya, Rus Devrimi’nin dünyaya açılacağı kapı olarak görülüyordu. Ancak komünistlerin yanı sıra, Alman ulusunun yeniden inşaına talip olan başka bir grup daha yükseliyordu: Naziler. 1923’ün Ekim ayı bir devrim girişimine, Kasım ayı ise Hitler’in başarısız Birahane Darbesi’ne sahne olacaktı.
Jean Jaurès’in (1859-1914) Fransız Devrimi’ni Avrupa devriminin başlangıcı olarak görmesi gibi; Lenin de Petrograd’a vardığı andan itibaren Rus Devrimi’ni dünya devriminin başlangıcı olarak selamlamıştı. Tabii o günlerde “dünya”dan kastedilen esas olarak Almanya’ydı.
Savaş öncesinde en güçlü sosyal demokrat parti ve sendikalar Almanya’da kurulmuştu. Spartaküs Ayaklanması’nda (1919 başı) ilk deneme başarısızlığa uğramış olsa da devrim beklentisi 1923’e kadar devam edecekti. Ancak Alman imparatorunun Kasım 1918’de devrilmesiyle başlayan devrimci sürecin doruk noktası “Alman Ekimi” ciddi bir şekilde başarısız olmuştu.
O güne kadarki hazırlıklar, Rusya’daki Ekim Devrimi’nden alınan derslerin tekrarı gibiydi. Çok daha gelişkin bir işçi sınıfına sahip Almanya’nın, Rus Devrimi’ni tecritten kurtaracağına inanılıyordu. Bu bakımdan Almanya’daki bir devrim Almanlara bırakılamayacak kadar hayati görülüyor ve Sovyetler tarafından merkezden yürütülüyordu.
Komünist Enternasyonal Başkanı Grigori Zinovyev, “Alman Devrimi’nin problemleri”ne ayrılan 8 makalelik bir dizi hazırlamıştı. Bunların 6’sı, Komünist Parti Merkez Komitesi’nin resmî yayın organı Pravda’da yayımlanmıştı. Ancak Alman Komünist Partisi (KPD) yöneticilerinin ayaklanma kararını geri çekmesiyle bu yazılar havada kalmıştı. Geri çekilme kararından zamanında haberdar olmayan Hamburg şehri, trajik bir ayaklanmanın merkezi olacaktı.
Ocak 1923’te Fransa ve Belçika, savaş tazminatı olarak Almanya’nın Ruhr havzasını işgal etti. 1. Dünya Savaşı yenilgisinin ardından gelen siyasi istikrarsızlığa, işgalle birlikte işsizlik ve enflasyon da eşlik etti. Savaş arifesinde 1 Dolar, 4.20 Mark’a denk gelirken, Ocak 1923’te 17.972 Mark, Ağustos’ta 4.620.455 Mark, Eylül’de ise 98.980.000 Mark’a yükseldi. 15 Kasım’a gelindiğinde 1 Dolar, 4.2 milyon Mark’a karşılık geliyordu. Temmuz’dan Aralık’a işsizlik oranları %3.5’tan %28.2’ye çıkmıştı. Sendika üyelerinin dörtte biri işsiz kalmış, yarısı da ancak yarı zamanlı işlerde tutunabilmişti. 1923 boyunca 1.8 milyon işçi greve girmişti. Hamburg’ta tersaneler felç olmuş, kentlerde silahlar patlamaya başlamıştı.
KPD’nin 29 Temmuz 1923’te düzenlediği büyük anti-faşist eyleme, parti dışı birçok militanın yanında Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) üyeleri de katıldı. 11 Ağustos’ta 20.000 işyeri konseyini temsil eden 2.000 delege, taleplerini karşılayacak bir işçi hükümeti kurmak için oybirliğiyle 3 günlük genel grev başlatma kararı aldı. Grev çağrısı kısa sürede bütün Almanya’da karşılık buldu. İşgal altındaki Ruhr bölgesinde 200 bin maden işçisi, ücretlerin artırılması için iş yavaşlatmaya gitti ve sonunda 12 Ağustos’ta Cuno hükümeti çekildi. Saksonya, Türingiya gibi eyaletlerdeki komünistler, sosyal demokratlarla birlikte hükümet kurdular.
Henüz birkaç yıllık bir parti olan KPD, Moskova’da Sovyet liderlerle birlikte “Alman Ekimi”ni nasıl hayata geçireceklerinin hesabını yaparken, Alman genelkurmayı da yükselen işçi hareketini bastırmak için fırsat kolluyordu.
KPD’nin programına göre 21 Ekim 1923 Pazartesi günü bütün ülkede genel greve gidilecekti. Salı günü özel müfrezeler eyleme geçecek, birkaç saat içerisinde de ayaklanma başlayacaktı. Partinin öngörüsü, kendileri dışındaki Sol partilerden işçilerin de onlara katılacağı yönündeydi. Ancak 21 Ekim’de bu olmadı ve yönetim geri çekilme kararı aldı.
Saksonya üzerine kurulan plan çökerken, bugün bile tam olarak aydınlatılamayan bir durum yaşandı. Geri çekilme kararının ulaşmadığı Hamburg’ta yerel örgüt harekete geçti. 23 Ekim’de sabaha karşı iletişimi engellemek için telefon kablolarını kesmeye başladılar. Saat 05.00’te banliyölerdeki karakollara saldırarak buradaki silahlara elkoymaya çalıştılar. Genel ayaklanma kararından vazgeçildiğini öğrenmelerinin ardından geri çekilen işçi kitleleri, 24 Ekim’de çok büyük kayıp vermeden hareketi sonlandırdı. Geride 24 ölü, 175 yaralı ve 200 tutuklu kaldı. Çatışmalarda 17 polis de hayatını kaybetti.
26 Ekim’de Berlin’de bütün grevler yasaklanmıştı. Kentteki yaklaşık 14 bin KPD üyesinden yalnızca birkaç yüz kişi silahlı mücadeleye katılmıştı. Orta sınıfın da dahil olduğu geniş çaplı sempatiye rağmen katılımın düşük kalması, silahların yetersizliğine ve yerel tecrit altında bir ölüm-kalım mücadelesine girme riskine bağlıydı.
Hamburg’un ardından Altona ve Stormarn bölgelerinde de ayaklanmalar başlamıştı. Bramfeld ve Billstedt’teki polis karakolları saldırıya uğramış; Bad Oldesloe, Ahrensburg ve Rahlstedt’te barikatlarla karayolu ve demiryolu trafiği engellenmişti. Bargteheide’de belediye başkanı kaçırılmış ve “Stormarn Sovyet Cumhuriyeti” ilan edilmişti. Barmbek-Süd, Eimsbüttel ve Schiffbek bölgelerinde isyan birkaç saat sonra bastırılmıştı. .
Etkin bir devlet aygıtına sahip olan burjuvazi daha örgütlü ve hızlıydı. Hükümet, Reich genelinde sıkıyönetim ilan etti ve Saksonya’yı işgal etti. Bir kez daha tereddüte düşen KPD, savaşmadan geri çekilmeye karar verdi. 23 Kasım’da yasaklanmasının ardından da yenilmiş bir parti olarak yeraltına çekildi.
1924’e gelindiğinde Alman burjuvazisi, Amerikan sermayesinin (Dawes Planı) desteği, ama her şeyden önce komünistlerin başarısızlığı sayesinde durumu istikrara kavuşturdu. Böylece Rus Devrimi kalıcı şekilde izolasyona mahkum edildi.
Almanya 1929’da bir başka ekonomik krizle çalkalanmaya başlayacak; Hitler’in partisi oylarını 1928’deki %2.8 seviyesinden 1932’deki %37.3’e çıkaracaktı. Hücum kıtaları da 400 bin kişiye kadar yükselecekti.
Naziler tarih sahnesinde
Savaş ve ardından gelen kargaşa, karşı-devrimci güçleri kendi milis teşkilatını kurmaya yöneltmişti. Berlin’e ve Yahudilere karşı düşmanlık, Bavyera’yı ayrı bir merkez olarak öne çıkarıyordu. Bavyera’daki Yurttaş Savunma Gücü’nün (Einwohnerwehr) elinde 400 bin milis ve 2.5 milyon silah vardı.
1920’den itibaren, kısaca SA olarak bilinen Sturmabteilung (Fırtına Bölüğü) adlı paramiliter örgüt öne çıkmaya başladı. Hitler’in başında olduğu Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin de (NSDAP) 1921’de 2.000 olan üye sayısı, 20.000’e yükseldi.
Bu arada Mussolini’nin İtalya’daki iktidar yürüyüşü, Hitler taraftarlarını umutlandırıyordu; Hitler, “Almanya’nın Mussolini’si” olarak takdim ediliyordu.
Kasım 1922’den itibaren Hitler’in bir darbe hazırlığı içinde olduğu söylentileri başladı. Ocak 1923’te Ruhr’un işgal edilmesinin ardından darbe söylentileri iyice yayıldı. Aynı yıl Nazi Partisi üye sayısını 35.000’den 55.000’e çıkardı. Bu üyelerin üçte biri işçilerden oluşuyordu. İşgalle birlikte ordu da yasaklı karşı devrimci Freikorps birliklerini el altından desteklemeye girişmişti.
1-2 Eylül 1923’te Nürnberg’de, 1870 Fransa-Prusya Savaşı’nın anısına yapılan gösteride Hitler, General Ludendorff ile birlikte podyumdaydı. Böylece yarı-resmî bir hüviyet kazanmaya başladı.
Hitler hakkında önemli biyografi kitaplarından birinin yazarı olan Ian Kershaw’ın söylediği gibi “Krizler Hitler’in oksijeniydi.” Gerçekten de Almanya’da siyasal ve toplumsal kriz derinleştikçe karşı devrimin ihtiyaç duyduğu “lider” de önlenemeyen yükselişine devam ediyordu. Ancak Nazi hareketi, kırılgan bir görüntü sergiliyordu. Eğer ciddi bir eylemde bulunmazlarsa, tabanlarını kaybedebilecekleri söyleniyordu.
Birahane Darbesi
7 Kasım’da karar alındı. Bir gün sonra Kasım Devrimi’nin 5. yılı için Münih’te bir birahanede anma düzenlenecekti. Toplantıya Fırtına Birlikleri’yle birlikte gelen Hitler, tabancasını sallayarak “Ya Alman devrimi bu gece başlayacak ya da şafakta hepimiz öleceğiz” dedi. Göring de eylemin polise ve Reichswehr’e değil, “Berlin Yahudi hükümetine ve 1918 Kasım suçlularına” karşı olduğunu söyledi.
Ancak darbeciler ne ordudan ne de polis kuvvetlerinden destek bulamadı. Nazilerin, kışlaları ve hükümet binalarını kontrol altına alacak örgütlenme becerisinden yoksun olmaları, işleri tersine çevirdi. Geceyarısı itibarıyla darbe girişimi başarısızlığa uğramıştı. Buna rağmen Hitler, kentte bir yürüyüş yaparak güç gösterisine girişti. Çıkan çatışmalarda 14 darbeci ve 4 polis öldü. Hitler az farkla kurşun yemekten kurtulsa da yakalanıp hapse atıldı. Stefan Zweig şöyle yazacaktı: “1923’te gamalı haçlar ve Fırtına Birlikleri ortadan kayboldu ve Adolf Hitler ismi neredeyse unutuldu. Artık hiç kimse onun iktidara gelme şansı olduğunu düşünmüyordu.”
Ancak Hitler, hükümete ihanet ve 4 polisin öldürülmesinden yargılandığı mahkemeyi “siyasi bir karnaval”a döndürdü; 5 yıllık cezası da 9 aylık hapse çevrildi. 1925’te yayımlanacak ünlü eseri Mein Kampf’ı (Kavgam), son derece konforlu koşullarda hapishanede kaleme alacaktı.