Kasım
sayımız çıktı

Küçük balık büyük balığı nasıl yedi?

Sadece benim değil, her­halde ilkokuldan liseye kadar Milli Tarih ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri almış her arkadaşımızın aklına her öğrenim yılı yeniden ve ye­niden kazındığı üzre, ‘Türkle­rin İslamiyetle tanışması Talas Savaşı’yla başlar’. Ne var ki bu savaşın ne olduğu, ne için veril­diği, arka planı ve hatta tarafları bile doğru dürüst anlatılmaz da, insanların bilhassa ilk gençlik dönemlerinde yaşadığı ve pek de hatırlamak istemediği bir anıdan bahsetmek zorunda kaldığında yaptığı gibi, “Ya işte o da öyle bir dönemdi,” diye geçiştirilir.

Şimdi öncelikle okudukla­rımdan aklımda kaldığı kada­rıyla bu bir savaş değil muhare­be ve bir insan topluluğunun bir muharebe sırasında başka bir dini nasıl tanıma fırsatı bulduğu benim aklımın çok da almadığı bir konu. Ne bileyim, başınızın üzerinde vızır vızır oklar uçuşu­yor, toz duman, atlılar koşturu­yor ama sen de o sırada yepyeni bir dinle tanışıyorsun, valla helal olsun:

“Abi Çinli atlıları güneyden saldırıyor, siz ne yapıyorsunuz?”

“Öğle namazını eda edece­ğiz.”

“Tengri Tengri, o nasıl olu­yor?”

“Tengri değil Allah. Bak şim­di günde beş kere…”

Ha nedir, Talas Muharebe­si’nin sonrasında Orta Asya’da İslam kısa süre içinde yaygınla­şıyor mu yaygınlaşıyor. Ama bu ‘kısa süre’ tabii insanlık tarihi için kısa bir süre ve bu topluluk­ların İslamiyeti kabul etmesi bir iki-üç yüzyıl sürüyor, o da ayrı mesele. Yani ne bileyim, Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyan­lıkla tanışması ve Hıristiyanlı­ğı kabul etmesi arasında geçen süre de aşağı yukarı bu kadar zaten.

Her neyse, isterseniz gelin bu ‘gizemli’ muharebenin önce­sine bir bakalım. Efenim, o yıl­larda Çin’de hâkim olan Tang hanedanı, Çin’i batıdaki en geniş sınırlarına ulaştırmış, bunu da büyük oranda Göktürk Devle­ti’ni hâkimiyeti altına alarak ba­şarmıştı diye biliyorum. Ayrı bir, hatta iki Göktürk devleti var, var olmasına da, bize okul kitapla­rında “Çinli prensesler yöneti­cilerin aklını aldı,” diye aktarı­lan hadise aslında bildiğin Tang hanedanının, özellikle doğu ve batıya ayrılmış iki Göktürk dev­letini hâkimiyeti altına aldığının nişanesi. İkinci Göktürk devleti Çin’den daha bağımsız bir kültür yaratmak istemiş diye hatırlıyo­rum. Yine de öyle kanlı-bıçaklı değiller ama ansızın yıkılmaları­nın Tang hanedanının arka çık­tığı Uygurlar yüzünden olduğu­nu da eklemek gerek.

İşte tam da bu Talas Muha­rebesi’nden aşağı yukarı on yıl önce falan Göktürk hâkimiyeti altında yaşayan Uygurlar; Kar­luklar ve Basmiller’le beraber Göktürk Devleti’ni yıkıyor. Bu sı­rada Karluklar hiç öyle “yapma­yın, etmeyin,” demiyor. Artık ya­zıyorlar mı bilmiyo­rum ama Uygurlar, Göktürkleri yıktık­tan hemen sonra yanlarındaki “fayda­lı ahmaklar” Basmilleri de yok ediveriyor. Karluklar yine hiç oralı olmadıkları gibi, Basmille­ri yok ederken Uygurlara yardım bile ediyorlar. Sıra Karluklara geldiğinde zaten “yapmayın, et­meyin,” diyecek kimse kalmıyor ve bir şiir bile bırakamadan ye­rinden yurdundan oluyor.

Ha o oraya gidiyor, bu bura­ya gidiyor, bu bunu deviriyor, o onun yerine geçiyor falan ama tıpkı günümüzde olduğu gibi bütün bu küçük devletçikler et­raflarındaki daha kuvvetli dev­letlerin etkisi altındalar. Nasıl ki bugün dünyadaki küçük dev­letler, dünyadaki birkaç büyük devletin bilgisi dışında öyle çok hareket edemiyorsa Uygurlar da, Karluklar da esasen Tang ha­nedanına tâbiler. Hatta açıktan vergi ve gerektiğinde asker de verdiklerini düşünecek olursak bu bağımlılık daha iyi anlaşı­lır. Günümüzde biliyorsunuz bu vergiler dış ticaret ve döviz kuru, askerler de koalisyon adı altında kimsenin gururunu incitmeden veriliyor ve sıklıkla, bir devletin egemenliği altında yaşayan top­luluklar, eğer ezildiklerini, zulme uğradıklarını falan düşünürler­se savaş sırasında bile olsa başka hâmiler tanımaya ya da bağım­sızlıklarını ilan etmeye elverişli olabiliyorlar.