Şubat
sayımız çıktı

Kudüs: Geçmişten bugüne sürekli ‘baş alan’ bir başkent

ROMALILAR, HAÇLILAR, ARAPLAR, TÜRKLER VE YAHUDİLER

Yahudilerin Kudüs üzerindeki iddiaları, Kananitler ve Mısırlılardan sonra, yaklaşık 3 bin yıl önce bu bölgeye yerleşmeleriyle başlar. Romalılardan bu yana yaklaşık 1.000 yıllık tarihte ise Doğu ile Batı arasındaki mücadelenin odak noktasında hep Kudüs var. Şehrin yağma ve katliamlarla örülü tarihi, bugün İsrail devletinin terörü ile devam ediyor.

Bütün İbrahimî dinler tarafından kutsal kabul edilen Kudüs, çağlar boyunca sonu gelmez mücadelelere sahne oldu. Şayet Pompei tarafından MÖ 62’de fethedilmesini başlangıç olarak alırsak bu mücadele Romalılardan bu yana 20 asırdır sürüyor; ama öncesi de vardır. Haçlılar tarafından 1099’da ele geçirilmesini temel alsak bile 925 yıl diyebiliriz.

SavasTarihi-1
MÖ 500’lerde Kudüs’ü ele geçiren Babilliler bölgedeki Yahudi halkı sürgüne göndermişti. Yahudi ressam Eduard Bendemann’ın hadiseyi tasvir eden çizimi.

5 bin yıllık bir şehir olan Kudüs birçok kavmin yönetimi altında kaldı, sayısız savaşa, kuşatmaya ve isyana sahne oldu. Bunların çoğunda yıkım ve katliam yaşandı. İskender’den Pompei’ye, Haçlılardan Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye, Yavuz Sultan Selim’den Napoléon’a kadar birçok hükümdar bu kenti aldı veya almaya çalıştı. Daha niceleri bunu hayal etti.

2 . Wilhelm, Abdülhamid’in davetlisi olarak bölgeye geldiği sırada (1898) önce Selâhaddîn’in Şam’daki türbesine bronz bir çelenk koydu; sonra onu taklit ederek Kudüs’e bir fatih gibi aynı yerden at üzerinde girmeyi istediyse de, surların yıkılması gerektiği için bu mümkün olmadı. Siyonizmin babası sayılan Theodor Herzl bu ziyaret sırasında Wilhelm ile 3 defa görüştü ama ondan istediği desteği alamayınca yüzünü İngiltere’ye çevirdi. 1917’nin Aralık ayında Gazze’den ilerleyen İngiliz Generali Allenby, Kudüs’ü Osmanlılardan aldı; bu tarihten sonra Yahudiler burada devlet kurma çabalarına hız vereceklerdi.

1918’de Osmanlı tarihinin son meydan muharebesi de, Kudüs’e sadece 63 kilometre mesafedeki Nablus’ta oldu. Osmanlı birlikleri en büyük ve nihai yenilgilerini Filistin’de yaşadı. Bundan sonrası Araplar ile Yahudiler arasında yapılan savaşlar ve katliamlarla günümüze uzanan bir süreçtir. Kudüs’te hiçbir baskı ve mücadele, son 100 yıldır görülen kadar uzun süreli ve sistemli olmadı. Ne var ki sözkonusu tarih olunca, ne kadar eskiden bakmaya başlarsak meseleleri o kadar iyi anlayabiliriz.

Kudüs tarihte önemli bir yer tutar; çünkü Doğu ile Batı arasındaki mücadelenin odak noktasında olmuştur. Ortaçağ’ın başında dünyanın minicik bir parçasına sıkışıp kalmış olan Hıristiyanların Avrupa’dan taşmaları Kudüs için yapılan Haçlı Seferleri’yle başlamış; bunların başarısızlığından sonra doğuya denizlerden ulaşmaya çalışırken küresel hakimiyetin ilk adımlarını atmışlardır. Batı Asya’nın Doğu Akdeniz’deki bu kenti, bir anlamda dünyanın odak noktalarından biridir. Yahudilerin ve Hıristiyanların hakimiyet için her şeyi yapmaya hazır oldukları bu kent, Mekke’den önce Müslümanların kıblesiydi. Hıristiyan Batı dünyasının bu kenti Yahudilere teslim etmesi de modern tarih içinde önemli, bir yer tutar.

Yahudilerin Kudüs üzerindeki iddiaları, Kananitler ve Mısırlılardan sonra, yaklaşık 3 bin yıl önce bu bölgeye yerleşmeleriyle başlar. Daha sonra Babilliler şehri ele geçirip halkını sürgün olarak götürdüler. Persler Babil’i alınca, Yahudilerin dönmesine izin verdi. MÖ 332’de İskender Persleri yenilgiye uğratıp Doğu Akdeniz kentlerini birer birer alarak Mısır’a ilerlerken Kudüs de Helenistik yönetim altına girdi. İskender’in bizzat Kudüs’e girip girmediği tartışmalıdır ama bölgenin kaderini değiştirdiği kesindir. İlerleyen yıllarda Makedonyalılar zayıflarken Romalılar Akdeniz’e egemen oluyor ve bu arada şehirdeki isyan geleneği sürüyordu.

MÖ 62’de Romalılar Kudüs’ü fethettikten sonra da ayaklanmalar artarak sürdü. 70 yılında imparator Titus zamanındaki bir isyandan sonra ise şehir büyük bir yıkıma uğradı ve Yahudilerin şehre girmeleri, ölüm cezası yaptırımıyla yasaklandı. Burada Jupiter adına büyük bir tapınak inşa edildi (bu arada Roma’ya karşı Yahudi isyanlarının “Ben Hur” filminde olduğu gibi Hollywood sinemasının favori temaları arasına alınması dikkatlerden kaçmamalıdır).

ŞEHİR MÜSLÜMANLARA GEÇİYOR

Roma’nın bölünmesini takiben Filistin, Doğu Roma egemenliğine girdi. Hıristiyanlığı devletin resmî dini yapan Konstantin, Kudüs’e önem verdi; kent ihya edildi, bir dizi kilise yapıldı ve bir piskoposluk ihdas edildi. Jüstinyen devrinde şehirde imar faaliyetleri artarak devam etti. Batı Roma’nın yıkılıp Hıristiyanlığın genel bir zaaf içerine girdiği dönemde ortaya çıkan İslâm devleti bu durumdan istifade ederek son derece hızlı bir yayılma gösterdi. 636’daki Yarmuk Muharebesi’nde Bizans kuvvetlerinin kesin bir yenilgiye uğratılmasını takiben, 637-38’de Kudüs Arapların eline geçti. Şehre gelen Halife Ömer camilerin yapımına önem verdi, ama diğer dinlerin ibadethanelerine saygılı davranmaya özen gösterdi. Emevî yönetiminin sonlarında meydana gelen bir isyandan sonra, bu ayaklanmaların tekrarlanmasını önlemek amacıyla şehir surları yıkıldı.

(Venice) La distruzione del tempio di Gerusalemme -Francesco Hayez - gallerie Accademia Venice
MÖ 62’de Romalılar Kudüs’u fethettikten sonra yaşanan isyanlarda şehir büyük bir yıkıma uğradı. İtalyan Ressam Francesco Hayez’in “Kudüs Tapınağı’nın Yıkılışı” isimli eseri, 1867, Gallerie dell’Accademia di Venezia.

Bunu izleyen Abbâsîler ve Fatimîlerin dönemlerinde Bizans imparatorları, uzlaşma ortamı sağlayarak kiliselerin bir kısmını restore etmek için izin kopartmıştır. Bu dönemden sonra (11. yüzyıl) Türkler devreye girecektir. 1055’te Selçuklular Filistin’de Fatimî egemenliğine son verirken, komutanlarından Atsız 1070’te Kudüs’ü aldı.

Bundan sonraki 29 yıl isyanlar ve Fatimîlerle mücadele içerisinde geçti. Fatimîler 1096’da Kudüs’ü tekrar ele geçirdiler ama bu sadece 3 yıl sürdü; Haçlılar 1099’da şehri kuşatıp Müslümanların hakimiyetine son verdi.

VE HAÇLILAR SAHNEDE

Haçlıların şehre girişi son derece büyük katliamlara ve yağmaya sahne oldu. Kudüs’teki bütün camiler kiliseye çevrildi. Aksa Camii, yeni düzenlenen Templar Şövalyeleri’ne verildi. Yine bu sırada kurulan St. Jean Şövalyeleri tarikatı, Hıristiyanların korumasını üstlendi. Hospitaller Şövalyeleri olarak da bilinen bu tarikat, daha sonra Rodos’a yerleşerek Fatih ve Kanunî’ye karşı savaşacaktı. Rodos’tan da kovulmaları üzerine Malta’ya taşınmaları, Osmanlı denizciliği üzerinde yıkıcı bir etki yaptı; Osmanlıların bu adaya yaptıkları çıkarma ve kuşatma harekatının yenilgiye uğramasını sağlayarak Akdeniz’deki hakimiyet mücadelesinde kritik bir rol oynadılar. Turgut Reis jeostratejik olarak çok merkezî konumdaki Malta’da, kuşatma sırasında hayatını kaybetti. Gene Kudüs’te öne çıkan Töton Şövalyeleri ise daha sonra Baltık kıyılarında Alman varlığı için savaşarak Prusya’nın nüvesini teşkil edecek oluşumlara katkıda bulunacaklardı.

SavasTarihi-3
637-38’de Kudüs Müslümanların eline geçti. 2. Halife Ömer’in Kudüs’e girişini tasvir eden Charles Henry Granger’ın gravürü, 19. yüzyıla tarihleniyor.

1. Haçlı seferinde Hıristiyanlar, kendi askerî becerilerinin yanı sıra Bizans ve Ermenilerden yardım alarak başarılı oldu. Ne var ki Bizans’a verdikleri sözleri tutmadılar ve araları bozulunca Kudüs’ün yanı sıra Urfa, Antakya, Trablus’da kurdukları küçük devletler hasım bir coğrafyada desteksiz kaldı ve denizden gelecek yardıma daha muhtaç duruma geldi. Bu arada kendi aralarında da gerilimler yükseldi. 2. ve 3. Haçlı seferleri, Haçlı liderliğindeki bölünmüşlüğü iyice ortaya çıkardı; ancak İtalyan filolarının yardıma gelmesiyle Akka başta olmak üzere Filistin’de kıyı kalelerinin çoğunu ve Kıbrıs’ı ele geçirdiler. Bu durum Arapların da bu büyük tehdit karşısında toparlanmalarına yol açtı. Nureddin Zengi 1144’te Urfa Kontluğu’na, Selâhaddîn-i Eyyûbî de 1187’de Kudüs Hıristiyan Krallığı’na son verdi. Ancak Kudüs’e girerken Hıristiyanlara karşı son derece yumuşak bir tutum aldı. Katliam ve yağmayı engelledi. Hıristiyanların Müslümanların alicenaplığını görmelerini istediğini söyledi. Müslüman yönetimi altında Hıristiyanların Kudüs’te belli sayıda kilise ve hastaneyi tutmalarına izin verildi ve gelen Hıristiyan hacılar da özel bir zorluk çekmedi.

E8F8GJ
Haçlılar 1099’da Kudüs’ü kuşatıp Müslümanların hakimiyetine son verdi. Dominique-Louis Papety’nin 1845 tarihli çizimi, Le Collections du Château de Versailles.

Hıristiyanlar Kudüs’ten sonra diğer kaleleri de sırayla kaybetti ve 1291’de Akka’nın düşmesiyle Haçlıların Filistin’deki askerî ve siyasi varlıkları sona ermiş oldu.

Asırlar sonra, Napoléon Bonaparte Mısır seferi sırasında Akka’yı alarak Kudüs’e ve oradan daha kuzeye yürümek istedi ama başaramadı (Bu sırada esir aldığı 2 bin Türk askerini ve ayrıca binlerce sivili öldürerek büyük bir savaş ve insanlık suçu işlediğini belirtmeden geçmeyelim).

Rus çarlarının da Kudüs’ü güneye ilerleme emellerinin bir parçası hâline getirdikleri, Ortodoks hacıları koruma bahanesiyle burada manastırlar inşa ederek bölgeye yerleşme çabaları da ayrı bir olgudur. Ancak Rus Yahudileri de bölgeye göç etmişler ve 1878’de Filistin’deki ilk köylerini kurmuşlardı. Fransızların ve Rusların Suriye ve bölge üzerindeki etkinlik çabaları 20. yüzyılda da sürmüş olup günümüzde de devam etmektedir.

Haçlıların Filistin’deki varlıklarının sona ermesindeki en büyük faktör, burada önemli bir nüfuslarının olmamasıydı. 12. yüzyılda buradaki Frankların nüfusu 120 ila 150 bin arasında olup, sahaya ancak 600 şövalye ve 5. bin piyade çıkarabiliyorlardı. Şövalye tarikatları çok daha disiplinli olup ayrıca 6 bin şövalye ve bir miktar piyade askerle savaşa katılarak Hıristiyanların önemli gücünü oluştursa da, bunlar uzun vadede yeterli değildi.

SavasTarihi-5
Selâhaddîn-i Eyyûbî 1187’de Kudüs’ü Hıristiyanlardan aldı. Ancak Kudüs’e girerken Hıristiyanlara karşı son derece yumuşak bir tutum almış, katliam ve yağmayı engellemişti. David Aubert’in 15. yüzyıla tarihlenen Chronique des empereurs isimli elyazması eserinde şehir Eyyûbî’ye teslim ediliyor.

4. Haçlı Seferi’nde İstanbul’un Latinler tarafından fethi ve yağmalanması, Katolikler ile Ortodokslar arasındaki bölünmeyi derinleştirdi. Haçlı Seferleri, Hıristiyan güçlerin bölgeyi tutmalarına yetmedi; buna Haçlıların Anadolu’dan geçerken büyük kayıp vererek insan gücü yitirmelerini de eklemek gerekir. Özellikle Eskişehir yakınlarındaki bir muharebede Selçuklular Haçlılara büyük kayıp verdirmişlerdir. Öte yandan, Filistin’den kovulmalarından sonra Haçlı Seferleri’nin hedefi Osmanlı Devleti hâline geldi ki, bunlar başta Niğbolu olmak üzere bir dizi muharebede büyük ölçüde imha edildiler.

SİYONİZM DÖNEMİ

19. yüzyılın sonlarında Yahudiler Filistin’de bir devlet kurmayı akıllarına taktıktan sonra, Osmanlı yönetiminin engelleme isteklerine rağmen burada toprak almaya ve yerleşmeye başladılar. Bu, siyonist politikanın temel hedefi oldu. Her ne kadar Filistin fikri daha önceleri gündeme gelmiş olsa da, bu girişimin babası Avusturyalı bir Yahudi olan Theodor Herzl’di.

19. yüzyıl Avrupa’sı Yahudilerin büyük baskı altında yaşadıkları, toplumdan dışlandıkları, bazı ülkelerde şehirlere bile ancak hayvanlarla aynı kapıdan girebildikleri bir yapıdaydı. Zengin Yahudiler biraz daha rahattı ama Yahudi düşmanlığı genelleşmişti. Yahudi mahallelerinin yağmalanması (pogromlar), Dreyfus davası ve 20. yüzyılda devam eden katliamlar hatırlardadır. Bu koşullarda Herzl, anti-semitizmden kurtulmanın tek yolunun bir Yahudi devletinin kurulması olduğunu savundu. Bunun için Afrika’da Mozambik gibi bazı yerler bir ara tartışılsa da, Filistin hedefinden vazgeçilmesi sözkonusu olamazdı. Siyonistler o sırada Osmanlı egemenliği altında olan Filistin’de, toprak karşılığında bütün Osmanlı borçlarını ödemeyi teklif etti; ne var ki Abdülhamid bunu reddetti. 1881’de Hıristiyan ve Yahudilerin Filistin’de toprak almaları yasaklandı. Ancak Osmanlı başkentinden uzaktaki bu yasaklar fazla etkili olmadı; 1904-1914 arasında 40 bin kadar Yahudi daha Filistin’e göç etti.

SavasTarihi-6
İngiliz Ordusu 1917’de Kudüs’ü ele geçirdi. General Allenby, Kudüs’e bir “fatih” edasıyla at üzerinde değil, yaya olarak girmiş ve kutsal şehre saygısını bu şekilde göstermişti.
SavasTarihi-7
The Daily Mirror’ın, 11 Aralık 1917 tarihli sayısı, Kudüs’ün İngilizler tarafından ele geçirildiği manşetiyle çıkmıştı.

1917’de İngilizler Balfour Deklarasyonu adı verilen ve siyonist liderlerden Rotschild’e hitap eden bir mektupta Yahudilerin Filistin davasını desteklediklerini açıkladı. Bunu, savaş sürerken Osmanlı topraklarını Fransa ile paylaşmayı hedefleyen Sykes-Picot Antlaşması’na dayanarak yapmışlardı. Hemen akabinde İngiliz Ordusu Kudüs’ü ele geçirdi. Ancak Yahudi faaliyetlerinin artması Arap nüfusun tepkisine yol açınca silahlı çatışmalar başladı. Yahudiler de buna karşı İngilizlerden örtülü bir destek alan savunma örgütü Haganah’ı kurdu. 1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler için yaptıkları casusluk çalışmaları ve yardımcı birlik olarak faaliyet göstermiş olan Yahudi Lejyonu da bu gelişmeyi kolaylaştırmıştı.

Filistin’de Yahudilerin ilk önemli silahlı örgütlenmesi 1920’de faaliyete geçti. Böylece Arapların 1921, 1929 ve 1936’da başlayan saldırılarını savuşturmayı her seferinde başardılar. İngilizler Arap dünyasını karşılarına almamak için Yahudileri açıkça desteklemedilerse de, el altından yardımı sürdürdü. İlk yıllarda Jabotinky tarafından başlatılan Yahudi örgütlenmesi, aynı zamanda önemli bir askerî teorisyen olan Yitzak Sadeh tarafından geliştirildi ve 1936-39 çatışmaları sırasında gayrınizami savaş uzmanı olan İngiliz Orde Wingate ile ortak çalıştılar. Sadeh daha sonra İsrail Ordusu’nun kuruluşunda da çok önemli bir rol oynayacaktı. Özellikle Irak’tan Hayfa’ya giden İngiliz petrol boru hattını korumak için geceleri İngiliz birlikleri Haganah ile devriye atıyor, sabah olunca sözde illegal olan Haganah evlerine dağılıyordu.

İngilizler 2. Dünya Savaşı sırasında, İskenderiye yakınlarına kadar ilerleyen Almanların Filistin’e gelme olasılığına karşı Yahudilerle birlikte Karmel ve Batı Galile’nin dağlık bölgelerinde direniş planlamışlardı. Bunlara rağmen savaş sürerken İngilizlerin Araplar ile iyi geçinme politikası ve yeni göçmenlerin gelmesini engellemesi, kimi Yahudileri manda yönetimine karşı terör ve yıldırma kampanyasına yöneltti. Bunların en bilineni, savaştan sonra İngiliz subaylarının kaldığı King David Oteli’nin havaya uçurulmasıdır. Bu çerçevede Yahudilerin İrgun ve Stern terör örgütleriyle İsrail Ordusu’nun nüvesini teşkil eden Haganah’dan dönüştürülen Palmach güçleri arasında çatışmalar oldu ama, ordu kurulurken sözkonusu küçük örgütler kendilerini lağvederek IDF’ye (İsrail Savunma Kuvvetleri) katıldılar.

Yasağa rağmen 1945’ten itibaren 10 binlerce kaçak Yahudi göçmen bölgeye geldi ve bunlar yerleştirilerek koruma altına alındı. Bu karmaşa karşısında savaş yorgunu İngilizler, konuyu Birleşmiş Milletler’in kucağına bırakarak çekilmeyi tercih etti. Palmach bu arada güçlerini toparlayarak 10 tabur kurdu.Bunlar kısa sürede kurulan 11 tugayın çekirdeği olacaktı. Ancak belki de daha önemlisi, sivil milisler ile tüm sınıflardan destek birliklerinin oluşturulmasıydı.

MÜLTECİ KAMPLARINDA KATLİAM

Nüfusları Araplardan az olan Yahudiler, İngilizlerin yönetimi bıraktığı gece derhal inisiyatifi ele alarak taarruza geçtiler ve Arap kuşatmalarını kaldırdılar. O günlerde Deir Yasin köyünde kadın ve çocuklar dahil 200 sivili katletmeleri, Arapları kaçmaya yönlendirerek büyük mülteci sorununu başlattı. Bağımsızlığın ilan edildiği 1948’deki savaşlarda İsrail güçleri, yerel Arapların yanısıra, Mısır, Irak ve Suriye’den gelen orduları da durdurmayı başardı. Bu onların yoğun Batı desteği almaları ve yüksek bir eğitim düzeyine sahip olmaları sayesindeydi. Sürgüne giden Filistinliler ise kısmen Suriye ve İran gibi ülkelerin denetimine girdi, kısmen de dünyanın diğer taraflarına dağıldı. Bu arada Ürdün’de 1970’teki “Kara Eylül” günlerinde ve Lübnan’da Tel Zataar’da ve ayrıca Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) korumasını yitirdikten sonra Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında Hıristiyan milislerin rol aldığı büyük katliamlara uğradılar. Filistinliler buna rağmen Lübnan’da giderek artan bir etkinlik kurdu.

İsrail’in Araplar karşısında 1956, 1967 ve 1973 savaşlarındaki başarıları, Filistin direnişinin gayrınizami bir mücadeleye evrilmesiyle sonuçlandı. FKÖ ilk dönemde önemli bir güç hâline gelerek Lübnan’ın güneyinde bir ordu oluşturmaya başladı. Bununu üzerine İsrail, Lübnan’a karşı 1978’deki “Litani Operasyonu” ile başlayan bir dizi saldırı gerçekleştirdi. Buna rağmen FKÖ’nün güçlenmeyi sürdürmesi üzerine İsrail Ordusu 1982’de daha büyük bir güçle Lübnan’a girdi. Hadise Suriye birlikleriyle çatışmaya da döndü ama, bu arada FKÖ çok büyük kayba uğrayarak gücünü yitirdi. Bu sırada Lübnan’a gelen BM askerleri de barışı sağlayamadı.

İsrail başarılarına rağmen istediği sonucu alamayınca, 1985’te Lübnan’dan çekildi; ama 1993’te “Accountability”, 1996’da “Gazap Üzümleri” adı verdikleri operasyonlar düzenledi. Bu sözkonusu büyük operasyonlar arasında, 1987’den 1993’e kadar süren bir zaman diliminde Filistin direnişi “İntifada” adı verilen yeni bir şekil aldı. Burada Filistinliler Yahudilere her fırsatta ve her yolla itaatsizlik yapıyor, taş atıyor, trafiği engelliyor, polis ve İntifada için seferber edilen 80 bin askerle çatışıyordu. Bu uzun mücadele sırasında Filistinli çocukların 10 binlercesinin yaralandı ve yüzlercesi hayatını yitirdi; ancak İsrail de çok yoruldu ve özellikle uluslararası itibar kaybı büyüktü.

D592-095
İsrail’in Araplar karşısındaki başarıları, Filistin direnişinin gayrınizami bir mücadeleye evrilmesiyle sonuçlanacaktı. 1967’deki 3. Arap-İsrail savaşı…

FKÖ’nün dağılmasıyla 2006’da itibaren Lübnan’da Hizbullah ve Gazze’de Hamas örgütleri öne çıkmaya başladı. Radikal Müslümanlar, laik kesimin yapamadığına talip oldu ve onları ikinci plana itti. Ne var ki Filistinliler Gazze ve Batı Yakası’na sıkıştırılıp yoksunluk içerisinde yaşamaya mahkum edilirken; Yahudiler Filistin topraklarını işgal ederek yeni yerleşimler kurmaya devam ediyordu. 1948’de İsrail bağımsızlığını ilan ederken, Filistin’de 120 bini Kudüs’te yaşayan 600 bin Yahudi vardı. 250 bin kişi de 1909’da kurulan Tel Aviv kenti ve havalisinde yoğunlaşmıştı. Zamanla Filistinlileri sürerek ve ağır zulüm altında tutarak nüfuslarını ve işgal ettikleri arazileri büyüttüler, 8 milyonu aşan bir nüfusa ulaştılar. Kudüs’ü başkent ilan ettiler ve buradaki Araplar üzerindeki baskıyı sürekli arttırdılar. ABD Başkanı Trump, 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı. Bu İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı giriştiği 2014’teki büyük operasyondan 3 yıl sonraydı ama, İsrail’in 2023’de başlatacağı dev operasyonun yanında çok küçük kalmaktaydı.

SavasTarihi-9
7 Ekim 2023’te başlayan İsrail-Filistin çatışmasını kapağa taşıdığımız 107. sayımızda; siyonizmin ortaya çıkışı, son 100 yılda İsrail’de güç ilişkileri ve Filistin ulusal mücadelesinde FKÖ’den Hamas’a giden süreci ele almıştık.

Araplar ve Yahudiler birlikte yaşamayı kabul etmedi; 1920’den itibaren çatıştılar. Ancak İsrail Devleti, İngiltere’nin sağladığı bir kuvözde doğum yaparak gelişti; sonrasında da özellikle ABD’den ve dünya Yahudilerinden inanılmaz miktarda yardım aldı. Araplar ise bir yandan kendi aralarında çatışırken sürekli askerî yenilgilere uğradılar. Ancak daha temel sorun şuydu: Araplar için her dönemde amaç Filistinlilerin başarısı değil, onların kendi çıkarları için kullanılmasıydı. Arap devletleri ve İran, kendilerine bağlı grupları bu çerçevede yönlendirdi ve çıkarları çerçevesinde kısıtladı. Bu, Filistinlilerin en büyük trajedisidir.

Filistinliler Gazze ve Batı Şeria’da sıkışmış olarak veya komşu ülkelerde veya mülteci kamplarında son derece dayanılmaz koşullar altında yaşamak zorunda kaldı. Kudüs’ün Arap ahalisi ise sürekli polis baskısı altında nefes almaya çalıştı, çalışıyor. Direnişleri İsrail tarafından suikastlar, hapis, ambargolar ve yokluğa mahkum edilerek bastırılmaya çalışılıyor. 2023’te başlayan son savaş, İsrail’in Filistin yerleşimlerinin büyük kısmını bombalayarak veya buldozerle yok etme ve hayatta kalabilenleri sürme operasyonu şeklini alarak sürüyor. İsrail, Arapsız bir Filistin için adım adım ilerliyor ve dünya bunu seyrediyor.