Kült kelimesi çok basit olarak “gelenek dışı ya da gerçek olmayan dinî inanç sistemi” anlamına geliyor ki bu da bizi hayli güç bir durumda bırakıyor doğrusu. Zira bu ayrımın nasıl yapılacağına dair hiçbir nesnel çerçeve yok: Bugün tarikat, din, ya da “yeni din” olarak adlandırılan ve “kült”lerden farklı bir yere konumlandırılan akımların, ortaya çıktıklarında basbayağı kült olduklarını söylemek mümkün. “Ne zaman kült olma özelliklerini yitiriyorlar, ne zaman bunlara kült demek ayıp oluyor?” diye soracak olursanız onun da cevabı yok.
Mesela bugün başta Birleşik Devletler, bazı ülkeler tarafından bir “din” olarak kabul edilen, hani şu Tom Curise, John Travolta gibi ünlülerin adeta birer sözcüsü gibi çalıştığı sayntoloji (scientology), bazı ülkelerde de bir kült olarak kabul ediliyor ve din olarak tanınmak için yaptıkları başvurular reddediliyor. Örneğin Alman Federal Cumhuriyeti sayntolojiyi ayrıca ulusal bir tehdit olarak da görüyor. Sayntoloji de, eğer aklımda yanlış kalmadıysa, intergalaktik bir imparatorluğun dünyamızı kötü ruhlar için bir hapishane olarak kullandığını ve yaşadığımız bütün dert ve sıkıntıların o intergalaktik imparatorluğun dünyamıza hapsettiği ruhlar yüzünden yaşandığını savunuyor.
Yani sevgilin terk etti, işten kovuldun, araba çarptı diye mutsuz olduğunu zannediyorsun ama aslında o mutsuzluğunun nedeni intergalaktik imparatorluğun dünyamıza hapsettiği o ruhlar işte. Afrika’da iki ülkenin birbiriyle savaşmasının, Suriye’de milyonlarca insanın ya canından ya yurdundan olmasının, Asya’daki toplumlararası çatışmaların, Güney Amerika’daki yoksulluğun, Kuzey Amerika’daki gizli yoksulluğun, Avrupa’da yükselen ırkçılığın ve elbette şanlı Eskişehirspor’umuzun küme düşmesinin kapitalizmle de, gelir dağılımı adaletsizliğiyle de, kötü top oynamakla da hiçbir ilgisi yok: Eğer Ortadoğu’da kartlar her gün yeniden dağıtılıyor, insanlar pey olarak ortaya sürülüyorsa, bunun sorumlusu hain intergalaktik imparatorluğun dünyamıza hapsettiği ruhlar.
Kötü bir bilimkurgu romanı gibi durabilir. Ama aklımda kaldığı kadarıyla sayntoloji de zaten kitapları satmayan bir bilimkurgu yazarının “Abi boşuna uğraşıyoruz, asıl para dinde, din sektörüne girersek parayı götürürüz” demesiyle kurulan bir “din”. Sayntolojiye girince kademe kademe yükseliyorsunuz; her kademede birkaç bin dolar vermeniz gerekiyor; sadece bin dolar farkla yükselebiliyor musunuz bilmiyorum ve tıpkı Candan Erçetin’in de isabetle söylediği gibi “ve daha bir sürü şey”. Elbette bunları okuduktan sonra Almanların sayntolojiyi din olarak kabul etmemesine hak da verebilirsiniz ama, işte orada çözümü zor bir durum var. Neticede din olarak kabul edilmenin kriterlerini bilemiyoruz: Muhtardan ikamet mi getiriliyor, dinin kurucusu noter huzurunda havada mı duruyor? Neden o sahte din? Diğer dinleri ışığa tuttuğumuz zaman Atatürk mü gözüküyor, içlerinde telleri mi var?
Sayntoloji mesela basbayağı şantajla, tehditle, rüşvetle; kafa göz yara yara kendisini kabul ettirdi Amerikan devletine. Sayntolojiyi soruşturan resmî görevliler, hakkında haber yapan gazeteciler politik ayak oyunlarıyla görevlerinden alındı, haklarında iftira kampanyaları düzenlendi ve kimileri şaibeli şekillerde öldü. “Sayntoloji Kilisesi” kendilerine karşı gelenlere yönelik her eylemi caiz gördüğü politikasına “fair game” diyor. Bir yerlerden tanıdık geldi mi?
Gözümüzün önünde ortaya çıkan, mesihliğini ya da mehdiliğini iddia eden ve her nedense illa ki cinsellikle de kafayı bozmuş oluşumlara hiç düşünmeden “kült” etiketini yapıştırıveriyoruz. Ama bu oluşumların bir süre sonra devletlerce tanınan ve vergiden muaf dinlere dönüşmeyeceğini söylemek zor anlayacağınız. Bu durum, bugün “ehehe kedicik, dans ediyor, mehehe robot dansı yaptı” diye dalga geçtiğimiz oluşumlar için de, “abi çok büyük hizmetleri oldu, dünyaya adımızı duyurdu, tam bir hizmet ordusu” diye övülenler için de geçerli.