Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Teŋri oglı: Göklerin oğlu 7. yüzyıldan sesleniyor…

23 Ağustos 2022’de, 2019’dan beri Nomgon vadisinde yürütülen ortak kazı çalışmalarında 2. Köktürk Kağanlığı’nın kurucusu Ėltėriş Kağan’ın anıt kompleksinin bulunduğu duyuruldu. Türkçe (Runik harfli), Sogdca (Sogd harfli) ve henüz hangi dille yazıldığı bilinmeyen Brahmi harfli metinler içeren buluntular, henüz araştırmalar sürmekle birlikte Türklerin tarihi için çok önemli.

HATİCE ŞİRİN

Orhon Yazıtları denilince Türklerin Moğolistan’da kurduğu ikinci büyük devletin (2. Köktürk Kağanlı­ğı) resmî kronikleri sayılan Bil­ge Kağan, Kül Tigin ve Tonyu­kuk anıtları akla gelir. Bunların dışındaki yazıtlarla, uzmanlar dışında spesifik olarak ilgilenen olmaz. Orhon’un, Moğolistan’da­ki 4.000 ırmaktan en uzununun adı olduğu, Bilge Kağan ve Kül Tigin anıtlarının Orhon vadisin­de bulunmasından ötürü böyle adlandırıldığı ve bu ırmağın geç­tiği “aymag”larda (Moğolca idari bölge) en az 50 Türkçe yazıt da­ha keşfedildiği de pek bilinmez.

Moğolistan genelinde son 10 yılda 90 civarında yeni yazıt bulunmuş; böylece daha önce­ki bulgularla ülke sınırlarındaki Türkçe yazıt sayısı 200’e ulaş­mıştır. Güney Sibirya’nın Tuva, Hakas ve Altay, Özbekistan’ın Fergana, Kırgızistan’ın Talas ve Çin’in Doğu Türkistan bölgele­rinde bulunanlarla birlikte ka­dim Türk dönemine ait 500’ün üzerinde Türkçe yazıt olduğunu belirtelim. Üstelik bunların ço­ğu, üç ünlü kağanlık yazıtı gibi salt savaşların ve siyasi mani­festoların konu edildiği metinle­ri içermez; içlerinde “ölümüyle eşinden ve çocuklarından ayrıl­manın teessürünü haykıran bir koca”nın mezartaşından tutun da sevgiliye ithafen yazılmış ka­ya grafitilerine kadar konu çe­şitliliğini haiz yazıtlar bulunur. Yazıtların çokluğu ve çeşitliliği­ne dayanan A. N. Bernştam, S. E. Malov, D. D. Vasilev gibi Rus bili­minsanları, eski Türkler arasın­da okuryazarlık oranının yüksek olduğu, hatta 2. Köktürk çağında çeşitli runik yazı ekol merkez­lerinin kurulduğu yorumunu yaparlar. Yazının imtiyazlı aris­tokrat ve ruhban sınıfının teke­linde tutulduğu Batı dünyasının aksine, Bozkırlı Türkler yazıt­larını yalnızca Tanrı’ya ithafen veya soylular için değil, geniş okuyucu çevreleri için de yaz­mışlardır. S. Frederick Starr’ın sözleriyle “Erken dönemlerde göçebe Türkler arasındaki okur­yazarlığın seviyesini saptamak olanaksız olmakla birlikte, günı­şığına çıkan bulgular seviyenin hiç de düşük olmadığına işaret etmektedir”.

2019’dan beri Moğolistan’daki Nomgon vadisinde yürütülen ortak kazı çalışmalarında, 2. Köktürk Kağanlığı’nın kurucusu Elteriş Kağan’ın anıt kompleksinin bulunduğu duyuruldu.

Kamuoyunun pek ilgisine mazhar olmayan bu tür küçük yazıtların tek satır, hatta tek sözcük içeren metinlerinden, çığır açıcı linguistik ve kültürel sonuçlara ulaşılabilir. Örneğin, yakınındaki dağın adıyla anılan Tevş Yazıtı, Rus ve Moğol arke­ologlar A. P. Okladnikov ve N. Ser-Odjav’ın başkanlığındaki bi­lim heyetince 1949’da bulunma­saydı, Türkçe “tugrag” (tuğra) sözcüğünün en eski kaydı Dîvâ­nu Lugâti’t-Türk olarak kala­caktı. Bu yazıtın keşfi, sözcüğün tarihini 300 yıl geriye götürdü­ğü gibi, Türklerde devleti temsil eden hükümdarlık alametinin 8. yüzyıldan bu yana kullanıldı­ğını kanıtlar. 8. yüzyılda tugrag urmak (‘tuğra vurmak’) olarak kullanılan ibarenin Osmanlı dö­neminde yerini tuğra çekmek’e bırakması, urmak ‘yazı yazmak’, çekmek ‘yazıya işaretler koy­mak’ anlamları da taşıdığından tesadüfi değildir.

Bu türden küçük yazıtların içerikleri gibi, bulunuş öyküleri de insanlarda pek merak uyan­dırmaz. Bu durum, geçici de olsa şöhret yakalayıp adını duyur­mak isteyen bir takım kişiler­ce farkedilmiş olacak ki son yıl­larda sosyal medya aracılığıyla, tarihte derin iz bırakmış bir hü­kümdarın mezarını veya büyük bir yazıt kompleksini tek başına bulduğunu duyuranları görmeye başladık. Bunlar arasında Antik dönem Anadolu petrogliflerin­deki bazı sembolleri Eski Türk­çeye göre okuduğunu, hatta epik bir hükümdar karakterinin “me­zarı”nı bulduğunu iddia edenlere bile rastlamaktayız. Bu denli ka­rışık bir durumda gerçek bilgiyi ayıklamak ve kamuoyunu doğru bilgilendirmek, biliminsanları­nın işini zorlaştırmaktadır.

Nomgon’da bulunan ve basına “Elteriş (Kutlug) Kağan Yazıtı” olarak tanıtılan anıt, kazı ekibinin verdiği bilgilere göre Türkçe (Runik harfli), Sogdca (Sogd harfli) ve henüz hangi dille yazıldığı bilinmeyen Brahmi harfli metinler içeriyor.

İşte bu ciddi çalışmalardan birinin sonuçları, geçen ay Mo­ğolistan’dan geldi. 23 Ağustos 2022’de merkezi Kazakistan’da olan Uluslararası Türk Aka­demisi ve Moğolistan Bilimler Akademisi Arkeoloji Enstitü­sü’nce 2019’dan beri Nomgon vadisinde yürütülen ortak kazı çalışmalarında, 2. Köktürk Ka­ğanlığı’nın kurucusu Ėltėriş Ka­ğan’ın anıt kompleksinin bulun­duğu duyuruldu. Bu konu Ulus­lararası Türk Akademisi’nin 2016’da Şiveet Ulan’da kazılar yapıp toprak altında kalan bazı bulguları günışığına çıkarmak suretiyle önemli bir çalışmaya imza atması ile başlamıştı. As­lında Moğolistan’ın Bulgan ay­magındaki Şiveet Ulan, ilk defa Ağustos 1912’de Finlandiyalı Türkolog G. J. Ramstedt’in keş­fedip bilim dünyasına duyurdu­ğu büyük bir anıt kompleksiy­di. Nomgon anıt alanındaki yeni kazı çalışmaları da daha önce Moğol arkeolog Dovdoyn Bayar tarafından 2007’de başlatılmıştı. Bayar’ın 2010’daki ani ölümün­den sonra, çalışmalarını Türk Akademisi ve Moğolistan Arke­oloji Enstitüsü devraldı.

Nomgon kompleksinin bu­lunduğu Arhangay aymagda, da­ha önce 1. Türk Kağanlığı’na ait bir yazıt, Bozkır Uygur Kağan­lığı’na ait üç yazıt ve dönemle­riyle ilgili tartışmaların sürdüğü 20’den fazla yazıt keşfedilmişti. Bunlardan en eskisi Bugut (584- 587), Erken Orta Asya’nın lingua franca’sı Sogd alfabesiyle, Sogd­ça ve Brahmi hece yazısıyla Mo­ğolca yazılmış iki dilli bir yazıt; en yenisi 1. Karabalgasun (yak­laşık 821) ise Türkçe, Sogdça ve Çince metinler içeren üç dilli bir yazıttır.

Nomgon’da bulunan ve bası­na Ėltėriş (Kutlug) Kağan Yazıtı olarak tanıtılan anıt da kazı eki­binden Napil Bazılhan’ın verdiği bilgiye göre Türkçe (Runik harf­li), Sogdca (Sogd harfli) ve henüz hangi dille yazıldığı bilinmeyen Brahmi harfli metinler içermek­tedir. Ėltėriş (Kutlug) Kağan’a ait olduğu iddiası, Darhan Kıdı­rali başkanlığındaki kazı ekibi tarafından birkaç nedene dayan­dırıldı. Birincil kanıtlar, Türk­çe ve Sogdca metinlerde “kutlug kagan” ibaresinin yer alması ve kazılardan bir sunak taşının çık­ması olarak sunuldu.

Napil Bazılhan, anıt komp­leksindeki balballar (öldürülen düşmanları temsil eden taş sü­tunlar) üzerine nakşedilmiş 5 adet Aşina (Köktürk hanedanlı­ğının soy adı) damgasını da ikin­cil kanıt olarak sundu. Yaklaşık yüzde 60’ı kazılan 49×41.5 met­relik alandan, Ėltėriş’e ait oldu­ğu düşünülen başı gövdesinden ayrılmış bir heykel; karnında iki yavru olan bir aslan heykeli; 48 balbal; kırık koç heykelleri; üze­rinde figürler bulunan keramik parçaları; yazıtın kaidesi olan kaplumbağa heykeli ve nihayet bir yazıtın tepelik kısmı çıkarıl­dı. Toprak altından çıkan kısmın en az iki katı büyüklüğünde ol­duğu tahmin edilen yazıtın ana gövdesi ise henüz bulunamadı.

Kırık parçanın tepelik kıs­mında lotus çiçeği, dikdörtgen prizma biçimli alt kısmında da 19 satırlık Runik alfabeli Türk­çe metin saptandı. Runik Türk yazısı uzmanı Napil Bazılhan, bilimsel yayın çalışmalarının sürdüğünü belirterek, 19 satırlık metnin 12 satırını kamuoyu ile paylaştı. Okunan kısımda tam bir cümle yoktu.

Nomgon anıt kompleksinin Elteriş Kağan’a ait olduğuna dair sunulan kanıtlardan… Karnında iki yavrusuyla aslan heykeli (üstte), sunak taşı (üstte, sağda). Aşina hanedanlığının dağ keçisi damgası (altta).

Metinde ud yıl tokuzunç ay (sığır yılı dokuzuncu ay), teŋri oglı (göğün oğlu), kutlug kagan türük…, tümen tümen… (onbin­lerce, sayısız), işig küçüg bėr…. (hizmet et…) gibi bölük-pörçük ifadeler bulunuyordu.

Yazıtın bize anlattıkları Sunak taşı ve kaplumbağa kaide, kağan için düzenlenmiş anıt komplekslerinde bulunduğu için, alanın bir Türk kağanına ait olma ihtimali çok yüksek. Başı gövdesinden ayrılmış heykelin büst kısmı ve başlık özellikleri Höşöö Tsaydam’da bulunan Kül Tigin’in büstünü andırmaktadır. Yazıtın tepelik kısmında Budizmin kutsal çiçeği lotus figürü yer alır. Kaynaklardan, 1. Köktürk kağanlarından Tatpar’ın (Bumın’ın oğlu) Budist olduğunu, 2. Köktürk kağanlarından Bilge Kağan’ın ise Budizmi yücelttiğini öğrendiğimize göre, böyle bir sembol şaşırtıcı değildir. Çin İmparatoru Wudi 574’te Budizmi yasakladığında, Budist üstat Jinagupta ve başka Budist keşişlerin 1. Köktürk Kağanı Tatpar’ın himayesine girip burada 10 yıl geçirmesi, Kapgan ve Ėltėriş döneminde Türklerin Budizme en az 100 yıldır aşina olduklarını gösterir.

Peki fragman hâlindeki bir metinde geçen “kutlug kagan tü­rük” ifadesine dayanılarak, anıt alanının Ėltėriş Kağan’a ait oldu­ğu kesinlikle söylenebilir mi? Bir yazıt uzmanı olarak bu iddia için çok erken olduğu kanaatinde­yim. Üstelik daha önce „Kutlug“ anısına dikildiği öne sürülen başka yazıtlar da oldu. Bunlar­dan biri 1891’de Orhon Yazıtla­rı’nın 160 km güneyinde bulu­nan Ongin’di. İddianın dayanağı, yazıtta geçen “Kapgan ve Ėltėriş Kağan ülkesinde doğdum” cüm­lesi; iddianın sahibi Vasiliy V. Radloff’tu. Radloff 1899’da bu yanlışını düzeltti, ama Ongin Ya­zıtı 1960’lı yıllara kadar bazı aka­demik çevrelerde “Ėltėriş Kağan yazıtı ve bilinen en eski tarihli Türkçe metin” ününü korudu. Dolayısıyla Nomgon Yazıtı’ndaki “kutlug kagan” ibaresi de yanıltı­cı olabilir.

“Kut” sözcüğü Batı dillerin­deki “charisma”, Osmanlı döne­mindeki “sahib kıran” gibi “Tan­rı tarafından bahşedilen erk, güç ve yetenek”i karşılar. Günü­müzde „kutlu“ olarak kullanı­lan „kutlug“ ise kadim Türklerde üst düzey bir sandır ve hüküm­dar elkaplarında yer alır. Tıpkı 2. Köktürk Devleti’nin kurucu kağanı gibi, Bozkır Uygur Ka­ğanlığı’nın da birçok hükümda­rı (Kutlug Kül Bilge Kagan, Alp Kutlug Bilge Kagan, vd.) bu un­vana sahipti. „Kutlug“un ayrı­ca, bir generalin (Kutlug Tarkan Seŋün), bir mahkeme başkanı­nın (kutlug yargan), soylu ka­dınların (yeŋgem kutlug tegin, anam tuglug kutlug aga gibi), hatta Budist Uygurca metinlerde Buda’nın (Kutlug Burhan) ve Bo­dhisattva’nın (Kutlug Bodisatv) ad ve unvanlarında yer aldığını görürüz.

Bir başka problem, elimizde­ki kadim Türkçe yazıtların hiç­birinde Ėltėriş Kağan’ın „Kut­lug“ unvanıyla anılmamasıdır. Bilge Kağan, Kül Tigin, Tonyu­kuk, Ongin ve Çoyr yazıtların­da ondan hep „Ėltėriş“ olarak sözedilir. „Kutlug“, Çin kaynak­larında geçer (Aşina gutulu=Aşi­na Kutlug). Kül Tigin Yazıtı’nın Çince yüzünde Ėltėriş’in baba­sının „guduolu xiejin“ (kutlug ėrkin) olarak kaydedilmesinden yola çıkan Şanghay Jiao Tong Üniversitesi’nden Chen Hao, „kutlug“un ad değil, babadan oğula geçen bir unvan olduğunu söyler.

Bir Türk hakanının taşa kazınan izleri Sunak taşı (üstte) ve kaplumbağa kaide (altta), kağan için düzenlenmiş anıt komplekslerinde bulunduğu için, Nomgon anıt kompleksinin bir Türk kağanına ait olma ihtimali çok yüksek.

İlginç olan noktalardan biri de „Ėltėriş“in ölümünden sonra tahta çıkan kardeşi Bügü’nün de (Kapgan) Çin kaynaklarındaki elkaplarından birinin „guduolu“ (kutlug) olmasıdır. 2. Köktürk Devleti kurulduktan sonra Aşina „Kutlug“, „Ėltėriş“ unvanını; kar­deşi Bügü ise « Kapgan“ (kapan, yakalayan) unvanını alır. „Ėltė­riş“ iki sözcükten oluşur. İlki „ėl“ günümüzde il (vilayet) olarak kullandığımız, kadim Türkçe­de „ülke, memleket“ anlamı­na gelen sözcüktür. İkincisi ise, kökü „çiçek dermek“ ifadesinde kalan „düzenli biçimde birara­ya getirmek“ anlamlı fiilin türe­vidir. „Ėltėriş“in literal karşılığı „ülkeyi biraraya getiriş“tir. Şayet Nomgon’daki anıt alanının kesin olarak „Ėltėriş“ anısına yapıldı­ğı kanıtlanırsa, burada bulunan yazıt, „Ėltėriş“in kutlug sanıyla kaydedildiği yegane metin ola­rak tarihe geçecektir.

Yazıt metnindeki „teŋri og­lı“ tamlaması “Tanrı oğlu” değil, “göğün oğlu” anlamındadır ve Çince „tianzi“den anlam tercü­mesidir. „Tianzi”, Zhou Hane­danlığı’ndan (MÖ 1046-MÖ 771) itibaren Çin imparatorlarının hükümdarlık unvanıdır. 6. yüz­yılda Japon imparatorlarının da Çinceden alıp kullanmaya baş­ladıkları “göğün oğlu” unvanı, Türkolog Alexander Vovin’e gö­re, Asya Hunları adıyla bilinen Xiong-nu liderleri tarafından da benimsenmişti.

İsenbike Togan’ın, “göğün oğlu (tianzi) ve onun yeryüzün­deki temsilcisi olan hükümdar, bütün ‚göğün altındakiler’i, yani yerli ve yabancıları ahenk için­de tutamazsa, ‚göğün vekaleti’ni kaybetmiş olurdu. Bu da hakim sülalenin meşruiyetini temelden tehdit eden bir tehlikeydi” söz­leri, bu unvanın kapsamını an­lamamızı sağlayabilir. Bu arada Çince „tianzi“ sözcüğü, Tonyu­kuk yazıtında dönemin Türkçe­sine uyarlanmış „tėnsi“ biçimiy­le geçer ama burada unvan değil, bir dağın adıdır.

Sosyal medyada bu yazıtın „Türk“ adının geçtiği ilk Türkçe metin olup olmadığı yönünde bir polemik de sürmektedir. Kadim Türk yazıtlarında Türk sözcüğü­nün geçtiği en eski metin, Tat­par Kağan anısına dikilen Bugut yazıtının (584-587) Sogdca yü­züdür. Bugut’taki kaydı, Sogd­ca ve diğer İrani diller uzmanı Yutaka Yoshida’nın çevirisine göre “Bu yasa taşını Türklerin Aşina soyundan olan kağanlar dikti” cümlesinde yer alır. Tarihi net olarak saptanabilen Türk­çe yazıtlarda ise Türk etnonimi ilk defa 732 tarihli Kül Tigin’de görülür. Nomgon vadisi yazıtı, gerçekten de “Ėltėriş“e aitse, ya­zıt metninde geçen „ud yıl“ (sığır yılı) 689’a tekabül eder. Ancak bu tarihin ne vesileyle verildiği­ni bilmiyoruz. Bu ya bir savaş ya bir ölüm ya da yoğ (cenaze töre­ni) tarihidir. Bundan sonraki sı­ğır yılları 701 ve 713’tür. „Ėltėriş“ 691’de öldüğüne göre, onun ölüm veya yoğ töreni tarihi olamaz. Çin kaynaklarında 689’un doku­zuncu ayına ilişkin önemli bir bilgi yoktur; ama 701’e tekabül eden sığır yılının sekizinci ayın­dan 702’nin ikinci ayına kadar Türklerin Çin sınırındaki bölge­leri yağmaladıkları, Tibetliler­le koalisyon kurup Longyou’da onlarca kaleyi ve Liang vilayetini kuşattıkları kayıtlıdır. Bahsedi­len sığır yılının 701, hatta 713 ol­ması durumunda, Türk etnoni­minin geçtiği en eski Türkçe ya­zıt olma ihtimali yüksektir.

Nomgon yazıtının kimin anısına dikildiğinin net olarak belirlenmesi, Sogd ve Brahmi yazılı kısımların çözülüp karşı­laştırılmasına ve ana gövdenin bulunmasına bağlıdır. Yazıt iddia edildiği gibi Ėltėriş Kağan’a ait olabileceği gibi, „Ėltėriş“in ölü­münden sonra tahta çıkan (692) ve 24 yıl hüküm süren kardeşi Kapgan için de dikilmiş olabilir.

UZMAN GÖRÜŞÜ

Moğolistan coğrafyasında Türklerin izlerini aramak…

… ancak ve ancak hem devletimizin hem de üniversitelerimizin destek ve çabalarıyla mümkün. Yaklaşık 100 yılı aşkın süredir devam edegelen saha çalışmaları yeterli değildir. Bundan sonraki arkeolojik ve bilimsel araştırmalar, Türklerin tarihine ilişkin çok daha fazlasını ortaya koyacaktır.  

Moğolistan coğrafyası, Hun, Köktürk ve Uygurlar başta olmak üzere pek çok Türk devlet ve topluluğuna evsahipliği yap­mış önemli bir merkezdir. Bilim dünyasının bu coğrafyaya duy­duğu ilgi Rus Coğrafya Cemiyeti tarafından 1889’da Orhun vadisine araştırma için gönderilen Mihayloviç Yadrintsev başkanlığındaki heyetin Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarını keşfetmesiyle ivme kazanmaya başlamıştır.

Moğolistan’ın yetkili makamla­rından aldığımız bilgiye göre, her yıl bu coğrafyada uluslararası işbirlik­leriyle 60-90 arasında kazı ve yüzey çalışması yapılıyor. Yüzey araştır­maları ve kazılarla bilim dünyasının ilgisine sunulan eserler başta Hun, Köktürk ve Uygurlar olmak üzere bozkır topluluklarıyla ilgili pek çok hususun aydınlatılmasına zemin ha­zırlıyor. Ancak yine de 100 yılı aşkın süredir devam eden saha çalışma­larının yeterli olduğunu söylemek güçtür. Türkiye’deki üniversitelerin Moğolistan coğrafyasındaki kazı çalışmalarına beklenen düzeyde ilgi duymadığını üzülerek ifade etmek isterim. TİKA tarafından organize edilen Bilge Kağan ve Tonyukuk anıt alanları kazılarıyla birkaç yüzey araştırmasına verilen destek bir ta­rafa bırakılacak olursa devletimizin bölgedeki Türkiye merkezli bilimsel çalışmalara kurumsal desteğinden sözetmek güçtür. TİKA birincil görevi olmamasına rağmen konuyla ilgili talepleri değerlendirmekte ve çalışmalara mümkün olduğunca destek sağlamaktadır.

Türkiye’deki akademik çevrele­rin beklentisi, konuyu asıl sahiplen­mesi beklenen Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve TÜBİTAK gibi kurumlarla Türkiye üniversitelerinin daha fazla zaman kaybetmeden bu coğrafyada çalışmalar yapması ve yapılan çalışmalara destek olmasıdır. Yakın zamanda Türk Tarih Kurumu’na yapılan kazı destek müracaatının “kurumun yurtdışı kazılara destek verememesi” sebe­biyle reddedilmesi anlaşılabilir bir durum değildir. Türk tarihini araştır­makla mükellef bir kurumun sadece yurtiçindeki kazılara destek vermesi kabul edilemez. İlgili mevzuatın de­ğiştirildiğine, artık yurtdışı kazıların da desteklenebileceğine dair TTK Başkanı Prof. Dr. Birol Çetin’den aldığımız bilginin uygulamaya yan­sıması, bölgede bilimsel çalışmalar yapma bakımından Türkiye’nin 100 yıllık eksikliğine son verecek bir adım olacaktır.

Türk Dil Kurumu’nun yapması gereken de bölgede neredeyse her yıl Türk yazı dilinin en eski dönemle­rine ait yeni keşifler olduğu gerçeğini görerek sahada çalışacak ekipler oluşturması; alana sadece bulunan yazıtları yayımlayan değil yeni ya­zıtlar bulunmasına zemin hazırlayan bir kurum olarak da katkı sunması­dır. Türkiye’de bilimsel çalışmalara zemin hazırlayan ve destek veren bir kurum iddiasındaki TÜBİTAK’ın da Moğolistan coğrafyasına kayıtsız kalmaması gerektiğini düşünüyoruz. Eski Türk yazıtları alanında son 100 yılın en önemli keşiflerinden birisi olarak değerlendirilen Nomgon vadisindeki keşfin Moğolistan tara­fını oluşturan Moğolistan Bilimler Akademisi ile TÜBİTAK arasında 10 yıl önce imzalanan ikili işbirliği protokolü kullanılarak, bölgede Türkiye merkezli önemli çalışmalar yapılabilir. Kurumun, Moğolistan coğrafyasındaki kazı sürecini çok daha yakından, bilimsel veriler ile biliminsanlarını referans alarak ve aktif şekilde desteklemesi, her türlü idari-siyasi-yapısal meselelerden azade olarak değerlendirilmelidir.

Nomgon’dan çıkan kaplumbağa kaide

Üniversiteler neden ilgisiz?

Türkiye’deki üniversitelerin bölge­deki varlığının (ya da yokluğunun) sorgulanması; böylesine önemli ve önü açık bir sahada varlık göstere­memelerinin sebeplerinin analiz edilmesi şarttır. Zannımızca bölgede çalışma yapamamamızın iki temel sebebi vardır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, hiç şüphesiz Türkiye üniversitelerinin arkeoloji bölümle­rinin eksik yapılandırılması, Türk dö­nemi eserlerinin çalışılabileceği Türk Arkeolojisi, Orta Asya Arkeolojisi gibi anabilim dallarının kurulmamış olmasıdır. Bu eksiklik, bir taraftan o coğrafyada çalışabilecek biliminsan­larının yetiştirilmesine engel olmuş, diğer taraftan da yeni projeleri değerlendirebilecek yetkinlikte yeterli biliminsanı bulunamaması sonucunu doğurmuştur.

Bahse konu eksikliğin gideril­mesine yönelik atılan önemli bir adım İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi bünyesinde kurulan Türk- İslâm Arkeolojisi bölümüdür. İlgili bölüm, 2019’da Türkiye’den bir üniversi­tenin Moğolistan coğrafyasındaki ilk kazısını gerçekleştirerek bir ilke imza atmıştır. Bu tarihten sonra da Moğolistan’daki kurumlardan ortak kazı teklifi alınmış, ancak kaynak bulunamaması sebebiyle yeni kazılar yapılamamıştır. Türkiye Cum­huriyeti devletinin ilgili kurumlarının mevzuatları gereği destekleyeme­diği kazıların sponsorlar aracılığıyla yapılabileceği malumdur; ancak maalesef Türkiye’de bu türden kazıları destekleme eğiliminde olan sivil toplum kuruluşları ve firmalar yok denecek kadar azdır. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, birkaç yıldır Moğolistan coğrafyasında yürüttü­ğü işbirlikleri yaptığı kazı ve yüzey araştırmalarıyla Türkiye’deki diğer üniversitelere örnek teşkil edebile­cek noktaya ulaşmıştır. Üniversite­miz, Moğolistan’ın en eski ve köklü üniversitesi olan Moğolistan Devlet Üniversitesi ile ortak bir Türkoloji Araştırmaları Enstitüsü kurmuş (İKÇÜ-MUIS Türkoloji Araştırmaları Enstitüsü), bu enstitü vasıtasıyla Moğolistan coğrafyasında kendisine alan açmıştır.

2019’da kurulan İKÇÜ-MUIS Türkoloji Araştırmaları Enstitüsü, Türk ve Moğol biliminsanlarından meydana gelen ekipler oluşturmuş ve bunlarla hem Türkiye’de hem de Moğolistan’da önemli çalışmalar yapmıştır, yapmaktadır. Önceki ak­tivitelerin yanısıra, bu yılın Haziran ayında Van-Aladağ bölgesinde bir yüzey araştırması yapılmış; tarihi kaynaklarda bahsedilen ancak şu ana kadar yeri tespit edilememiş olan Hülagü Han’ın inşa ettirdiği yazlık sarayın izi sürülmüştür. Türk ve Moğol biliminsanlarından oluşan ekip, tarihî bir keşfe imza atarak bah­se konu sarayın yerini tespit etmiştir. Moğolistan’da yüzyılın keşfi olarak nitelendirilen ve 1 ay boyunca ülkenin gündeminden düşmeyen bu önemli keşfin Türkiye’de yeterince ilgi görmediğini üzülerek ifade etmek isteriz.

2016-2018 arasında Moğolistan Devlet Üniversitesi Türkoloji Anabi­lim dalında görev yapmış; 2016’dan günümüze kadar Moğolistan’da kazı ve yüzey araştırmaları yapan bir bili­minsanı olarak, bu coğrafyanın yeni keşiflerle her geçen gün adından söz ettireceğini; keşfedilmeyi bekleye­nin bugüne kadar keşfedilenden çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye bilim çevreleri Türk dili, kültürü ve tarihine dair yeni keşifler yapmak istiyorsa bu coğrafyada çalışan biliminsanları ve resmî kurumlar desteklenmeli, mevcutlara yenileri eklenmek suretiyle Moğolistan coğrafyasındaki bilimsel varlığımız perçinlenmelidir. Moğolistan, devlet kurumları ve akademik birimleriyle bizden gelecek her türlü akademik işbirliği ve ortaklık tekliflerine açıktır.

+ yazıları

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Devamını Oku

Son Haberler