0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Zahmetsiz şekilde ecdad sahibi olmak

‘Okumadan âlim, yazmadan kâtip olmak’ tâbiri, şâheser bir tesbit olarak Osmanlı torunlarını çok basit bir gerçeklik tablosu halinde resmediyor… Osmanlılık (artık) bir birikim filan değil, damarlarda dolaşan ve tepemizin tası attığında klâsını isbat eden bir ruhtur.

AHMET TURAN ALKAN

Otomobilin arkasına bir Osmanlı tuğrası veya bir Osmanlı arması etiketi yapıştırıp altına “Osmanlı’nın torunuyuz” diye yazdırmanın mânâsı üzerine dergiler dolusu psikolojik teşhis metni kaleme alınabilir; neticede bu destânî raporları okuduktan sonra bu dramatik güç gösterisinin sebeplerini anlar ve affederiz. Affederiz çünkü anlamak affetmektir, lâkin hastayı affetmek marazı ortadan kaldırmaz.

‘Okumadan âlim, yazmadan kâtip olmak’ tâbiri şâheser bir tesbit olarak Osmanlı torunlarını çok basit bir gerçeklik tablosu halinde resmediyor. Garibimi affetmekten başka çareniz yoktur çünkü o günün Türkçe’siyle iki satır dilekçe yanlışsız yazmayı beceremediği gibi, iki kurallı cümleyi arda getirip meramını ifâde hususunda da mektepten raporludur! Hâliyle ondan Osmanlı ecdâdının lisanını, bu lisanın yazıldığı alfabeyi, yaslandığı lugati; o lugatin mitolojiyle fingirdeştiği, teolojiyle âşıkdaşlık ettiği, avam dilinden nasıl fettan makaslar aldığı gibi alengirli ve elbette mahrem hususlarda birşeyler bilmesini beklemek de insafsızlık olur.

‘Osmanlı torunu’, ecdadının estetik kavrayışı hakkında da özürlüdür ve bu özür bütün kamu kurumlarında geçerliğe sahiptir; meselâ Sâmi Efendi’nin orijinal hattıyla, fotoşopta sündürülmüş cedveli bozuk bir piyasa levhası arasında tercihe davet edilse, galip ihtimalle daha renkli ve kenarı yaldızlı olanı seçmekte de mâzurdur.

Dedelerinin zevk aldığı müziği, “nedir bu mıy mıy mıy” tepkisiyle bir kalemde müzik tenkidinin çöplüğüne havâle etmekte fütûr göstermeyeceğine dair bahse girebilirsiniz. Osmanlı mimarlık birikiminin farkındadır elbet; “tıpkısının aynısı” çakma replikasını onca para harcayıp demir ve betonarmeyle, betonla taklid edemeyişine bile takmaz kafayı. “Sahi be, atalarım nasıl problem çözerdi, diplomaside rükünleri neydi, hayata nasıl bakarlar, nasıl eğlenir, düşünür, sevinir veya kavga ederlerdi?” gibi sorulara muhatap olmayı zül sayar. Genetik verâset diye bir şey varsa, -ki ben şüpheliyim!- ecdâdın bütün hasletleri, şu bizim sevimli ‘Osmanlı torunu’nda bütün kemâliyle tecessüm etmiş olmalıdır diye geçirir içinden.

Bunca noksânına rağmen bir “medeniyyet dâvâsı” (Ye’yi şeddeleyelim lütfen!) sahibi olmak konusunda inanılmaz derecede aşırı bir özgüven geliştirmeyi başarabilmiştir ve bu özgüvenle Osmanlı tarihinin, emek, zaman ve alınteri sarfıyla edinilmesi gereken bir birikim teşkil ettiğini pek şirin bir tegâfülle inkâr eder. Osmanlılık bir birikim filan değil, damarlarda dolaşan ve tepemizin tası attığında klâsını isbat eden bir ruhtur.

Biz buna halk dilinde kısaca “zahmetsiz evlât sahibi olmak” diyoruz; siz bunu “zahmetsiz ecdad sahibi olmak” gibi de anlayabilirsiniz.

Not: Bu ‘zahmetsiz’ değerlendirmenin ciddi ve filozofik referanslarını, Cogito dergisinin 19. sayısındaki “Herkesin Osmanlı’sı Kendine” başlıklı yazıda bulabilirsiniz.

Devamını Oku

Son Haberler