Beşiktaş’ta ortaya çıkarılan mezar yapıları ve diğer arkeolojik buluntular, Beşiktaş kurganlarının Türkler, Kimmerler ve İskitlerin de dahil olduğu Proto-Turan halkları ile olan bağlantılarını ortaya koymaktadır. Burada devam ettirilecek sistematik arkeolojik kazılar, bu halklara ilişkin yeni keşiflere yol açacak.
Beşiktaş-Yıldız Yokuşu’nun başlangıç noktasında İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Kabataş-Mahmutbey Metrosu’nun Beşiktaş meydan girişinin yapılacağı alanda gerçekleştirilen kurtarma kazılarında açığa çıkan kalıntıların kurgan adı verilen, bazen toprakla bazen de yalnızca sıradan taş parçaları ile oluşturulan yığma mezar tepecikleri olduğu anlaşılmıştır. Sözkonusu kurganlar, İstanbul’un eski Yunan yerleşiminin hemen öncesindeki dönemi aydınlatacak çok önemli arkeolojik bulgulardır.
Avrasya ve Orta Asya coğrafyasının ölü gömme geleneği olan kurgan, İstanbul arkeolojisine 2016’da kazılan Silivri’deki “Çanta Kurganı” ile girmişti. Erken Tunç Çağı’na ait olan keşif, İstanbul’un yakın coğrafyasında Avrasyalı göçebelerin en azından MÖ 3000 yıllarından itibaren dolaşmaya başlamış olduklarını kanıtlamıştı.
Türkiye coğrafyasındaki kurganlar Avrasya ve Orta Asya kadar yoğun olmasa da, Kars ve Ağrı’dan başlayıp Muş ve Amasya yörelerinde seyrelerek Ankara’ya kadar uzanmaktadır. Kurgandan geliştiği anlaşılan diğer bir yığma mezar türü olan tümülüsler ise, Orta Avrupa’dan başlayıp, Kızılırmak Kavsi’nin doğusuna ve Akdeniz bölgesine kadar büyük ve geniş bir alanda görülmektedir. İstisnalar hariç toprak yığılarak yapılan ve kurganlardan boyut olarak çok daha büyük olan tümülüsler, bu özellikleri ile yerleşik halkların tercih ettiği bir mezar türü olarak değerlendirilebilir.
Beşiktaş metrosu meydan girişinde açığa çıkmaya başlayan kurganların en önemli özelliği, binlerce yıl boyunca toprak ve üzerinde yükselen kentin altında kalarak doğanın ve insanın verebileceği zararlardan büyük ölçüde korunmuş olmasıdır. Avrasya, Önasya ve Orta Asya’da saptanan ya da kazılan kurganlar, genelde toprak yüzeyinde fark edilmiş mezar yapıları olup, birçoğu yapıldıkları dönemden itibaren yağmalanma riski ile karşı karşıya kalmışlardır.
Beşiktaş kurganlarının yuvarlak biçimli taş yığma tepelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerinde kısmen kullanmış olduğu anlaşılan alanda, modern İstanbul’un kentsel altyapı çalışmaları sırasında yapılan müdahaleler sonucu kurganların konilerinin büyük oranda dağılarak taşların geniş bir alana yayılmış oldukları saptanmıştır. Dağınık taşların kaldırılması sonucunda ise mezarı çevreleyen ve yine taşlarla inşa edilmiş yuvarlak altyapılara, yani “kromlek”lere ulaşılmıştır. Mezarlar ise bazen hoker (cenin pozisyonu) biçiminde doğrudan toprağa gömülerek, bazen de kremasyon yani yakılmış olarak kapların içinde kurganlara yerleştirilmiş durumda saptanmıştır. Kremasyon gömülerin yapıldığı kapların, taşlarla korumaya alınmış oldukları gözlenmiştir.
Kazılar henüz tamamlanmamış olsa da açığa çıkmaya başlayan mezar yapıları İstanbul Demir Çağı arkeolojisi ile izleyen Yunan kolonizasyonu dönemi için bilinen ve doğru olduğu sanılan pek çok bilginin şehir efsanesine dönüşmesini sağlayacak gibi görünmektedir. Arkeolojik bulgularla sağlam biçimde desteklenmese de Megara’dan gelen Yunanlıların MÖ 685’de Kalkhedon’u (Kadıköy), MÖ 658’de ise Byzantion’u (Sarayburnu-Sultanahmet) kurmuş oldukları düşünülmektedir. Henüz mutlak tarihlendirme yapılmamış olsa da çanak-çömlek örnekleri Beşiktaş kurganlarının MÖ 1200 ile 700 yılları arasında yapılmış olduğunu göstermektedir. Bu durumda, bugünkü Beşiktaş meydanında bulunan insanların Megaralılar geldiklerinde bölgede olduklarını varsaymak oldukça mantıklıdır.
Kurganlarla ilgili sorulması gerekli en doğru soru ise yakılarak gömülmüş insanların kim oldukları ya da hangi kültüre mensup bulunduklarıdır. MÖ 3. binyıldan MÖ 1. binyıla, yaklaşık 3000 yıllık bir süreçte görülen kurganlar, Erken Tunç Çağı’ndan Demir Çağı’na değin Türkiye coğrafyasına gelmiş Asyalıların varlıklarını tartışmasız biçimde ortaya koymaktadır. Karadeniz’in kuzeyindeki steplerde ve Hazar Denizi havzasındaki geniş düzlüklerde ortaya çıktığı düşünülen kurganların en eski örneklerinin ise MÖ 4. binyıla ait olduğu bilinmektedir.
Avrasya ve Orta Asya en erken dönemlerden itibaren göçebe ve savaşçı halklar için bir yaşam alanı olmuştur. Bugünkü Slav, Pers, Türk ve Moğol halklarının Avrasya-Orta Asya coğrafyasından kök aldıkları bilinmektedir. Erken kurgan kültürünün, sözkonusu halk gruplarından hangisine ait olduğu, bugünkü bilgiler ışığında çözüme kavuşabilecek bir konu değildir. Çıkış noktasını bir halk grubuna bağlayamadığımız kurganlarla ilgili tarihsel kaynaklar, bu dikkati çekici ölü gömme geleneğini yaşatan halklar içinde Türkleri daima öne çıkarmaktadır.
Herodotos’un aktarımlarından Demir Çağı’nda Avrasya ve Orta Asya’da yaşayan İskitler’in kurgan inşa ettiklerini biliyoruz. Bu durum İskitler’in kurgan kültürünü yaşatmış ve hatta geliştirerek sürdürmüş olduklarına işaret etmektedir.
Kurganlarla ilgili son ve en önemli kayıt ise MS 10. yüzyılın başlarında yine Türk coğrafyasından gelmektedir. 920-921 yıllarında Hazar Gölü havzasına seyahat eden İbn-i Fadlan, henüz İslâmiyet’e geçmemiş olan Oğuzların cenaze törenleri hakkında çok değerli bilgiler vermiştir. İbn-i Fadlan, Oğuzlar’dan biri öldüğünde ev gibi büyük bir çukur kazıldığını, üzerinin tavanla kapatıldığını, mezarın üstünün kubbe biçiminde tümsek yapıldığını, cenazenin çukura elbise ve şahsi eşyaları ile konulduğunu aktarır. Oğuzların Anadolu’ya göç etmesinden kısa bir süre önce gerçekleşen ve bir kurganı tanımlayan bu gözlemler, Türklerin kurgan kültürünün son temsilcisi olduğunu tartışmaya yer bırakmayacak biçimde kanıtlamaktadır.
Bütün bu bilgiler değerlendirildiğinde tarihsel kayıtlarda kurgan kültürü ile aktarım yapan iki önemli yazar vardır; İskit soylularının cenaze törenleri ve mezarlarını anlatan Herodotos ile Oğuz kurganlarını tarif eden İbniFadlan. Her ikisi de Türk kökenli olmayan bu tarihsel şahsiyetler, ne büyük tesadüftür ki aynı coğrafyada yaklaşık 1300 yıl arayla kurgan yapımına ve kullanımına şahit olmuşlardır.
İskitler gibi göçebe bir halk olan ve Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kimmerler’le ilgili arkeolojik kimlik temelinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye coğrafyasında bugüne değin Demir Çağı göçebeleri ile ilgili bulguların neredeyse tamamı İskitler’le irtibatlandırılmış, Kimmerler adeta hayalet bir halka dönüştürülmüştür. Yani, yıllardan beri çok sayıda arkeolog ve eskiçağ tarihçisinin Kimmerler’e ve onların kültürüne ait çok sayıda bulguyu İskitler’e mal ettiği gözlenmektedir. Bu bağlamda, antik kaynaklarda Kafkasya’nın yanısıra Trakya’dan da Anadolu’ya geçtikleri bilinen Kimmerler’in, Beşiktaş kurganları ile olan olası ilişkileri araştırılması belki de bu göçebe halkla ilgili keşiflere yol açacaktır.
Henüz kazılmamış olsa da Beşiktaş kurganları ile benzer özellikler gösteren taş yığma tepelere Ankara yakınlarındaki Güdül’de rastlanmıştır. Yüzlerce kurganın saptandığı geniş arazideki mezarların yalnızca taşlardan inşa edilmiş olduğu gözlenmektedir. Burada geliştirilecek sistematik arkeolojik kazılar, şekil ve teknik olarak benzeşen Beşiktaş ve Güdül kurganları arasındaki bağlantıları daha doğru biçimde kurmamızı sağlayacaktır.
Beşiktaş’ta açığa çıkarılan kurgan mezarların etnik açıdan kimlere ait olduğunu bu aşamada belirlemek olanaksızdır. Buna karşın Beşiktaş örnekleri de dahil olmak üzere Türkiye topraklarındaki kurganların Avrasya ve Orta Asya kökenli insanlarla bağlantıları açıktır. Türklerin de Orta Asya coğrafyasında ortaya çıktığı ve 10. yüzyıla değin kurgan mezarları kullandığı bilimsel bir gerçekliktir. Bu bağlamda, Beşiktaş kurganlarının Türkler, Kimmerler ve İskitlerin de dahil olduğu Proto-Turan halkları ile olan bağlantıları üzerinde durulması gerektiğine inanmaktayım.