Orhun Yazıtları’nda “tarih”in varlığına ancak 1-2 cümle ile değinilirken, Uygur yazıtlarında “tarih” bir meşruiyet kaynağı olarak karşımıza çıkar. Ancak eski yönetimi ortadan kaldırmaları, Uygurların meşruiyetlerini Kadim Türklere dayandırmalarına engel olmaz. Tarihe sadece “kuruluş ve yıkılış” paradigmasından bakmanın sakıncaları…
Türklerin tarihinin ilk yazılı belgeleri olan yazıtlar, genellikle dil ve siyasi tarih açısından Kadim Türk (Göktürk) veya Uygur yazıtları şeklinde incelenmiştir. Bunlar, dönemsel olarak hakim sülalenin kurduğu siyasi yapıya göre ele alınırlar. Bir de Sibirya veya Yenisey Yazıtları olarak adlandırılan bireysel yazıtlar vardır. Bunlarda ise hakim sülalenin başta olduğu bir siyasi yapıdan sözedilmez; çoğunlukla ölen kişinin ağzından dünyaya veda mesajları taşıyan mezartaşlarıdır (#tarih, 91)
Türkiye’de dilbilimciler daha çok Kadim Türk yazıtları üzerinde çalışmış görünüyorlar. Uygur yazıtları üzerinde çalışmalar daha az ve daha yenidir. Bozkırda kurulan Uygur İmparatorluğu, yerleşik “uygar” Uygurların gölgesinde kalmış gibi görünüyor. Ancak bozkırda yazılmış bu abideler, kimi ufak farklılıklarla aynı alfabeyi kullanırlar. Taş bir abide üzerine kazınarak yazılmaya müsait olan bu alfabe; daha sonra Uygurların güneybatıya göçleri, daha yerleşik bir hayata geçmeleri ve bu çerçevede yazı için taş yerine dut yaprağı, bambu ve ipek kullanmaları ile çok nadir hâle gelmiştir. Artık Uygurlar, Soğdça yazılmış ilk Türk yazıtındaki (Bugut) gibi, Soğd alfabesini kullanır olmuşlardır.
Öte yandan Uygurların Eski Türk alfabesini kullanarak diktikleri yazıtlardaki bakışaçısının Orhun Yazıtları’ndan farklı olması pek dikkati çekmemiştir.
Uygur yazıtları, meşruiyeti öncelikle yukarıdaki Tengri’den almak açısından Orhun Yazıtları’yla benzer bir yol izler. Bununla birlikte Orhun Yazıtları’nda “tarih”in varlığına ancak 1-2 cümle ile değinilirken, Uygur yazıtarında “tarih” bir meşruiyet kaynağı olarak karşımıza çıkar. 741 yılındaki Tariat Yazıtı’nda Uygur Kağanı, “Türk yurdunu o zaman karıştırdım ve bozguna uğrattım” ve “Türk halkını o zaman kendime tâbi kıldım” sözleriyle Kadim Türk siyasi varlığına son verdiğini ifade ederken “sade halkı yağmalamadığını” belirtir. Hattâ Kadim Türk rejimine son vermesinin sebebinin “baskı” yani yüksek vergiler olduğunu belirtir. Ancak eski yönetimi ortadan kaldırmaları, Uygurların meşruiyetlerini Kadim Türklere dayandırmalarına engel olmaz; aynı yazıtın daha ilk satırında Uygur kağanı, “200 yıl hüküm sürdüler” (552-741) diyerek Kadim Türk devletine ve kurucusu Bumin Kağan’a gönderme yapar.
Ayrıca Orhun Yazıtları’nda tarihî belgelerden ve Bugut Yazıtı’ndan bildiğimiz 1. dönem kağanlarında söz edilmezken, Uygur yazıtlarında atalar ve geçmiş tarihleri ön plana çıkar. Böylece Kadim Türkler sonrasında kağanlık tahtına oturan Moyun Çor/Bayan Çor Kağan’ın (Tengride Bolmış El Etmiş Bilge) diktirdiği Tes, Tariat ve Şine Usu Yazıtlarından, Yağlakar boyuna mensup Uygur hükümdar ailesi ve ataları hakkında bilgilerimiz oluşur. İlk kağan Kutluk Bilge’nin, oğlu Moyun Çor’u “yabğu” olarak atamasıyla teşkilattaki devamlılığa da şahit oluruz. Aynı devamlılık merkez, doğu, batı anlayışı “Tölis” ve “Tarduş” ayırımında görülür. “Tölis” genellikle düşünüldüğü gibi boylara değil idari taksimata işaret eder (Boodberg, Tishin). Kağanın oğullarından biri “şad” unvanıyla “Tölis”in başında, diğer oğlu da “yabğu” unvanıyla “Tarduş”un başında bulunur. Kadim Türklerden farkları, bu üçlü teşkilata (merkez-doğu-batı) bağlı boyların her birinin adının ayrı ayrı sayılmasıdır. Merkezde Uygur kağanına bağlı 60 boy ile bölüklerden oluşan Kadim Türk merkez teşkilatı vardır. İsimsiz bölüklerden oluşan “bodun” yerine artık ayrı ayrı adlar taşıyan “boy”ların devri başlamıştır.
Devamlılık sadece hükümdar ailesinde görülmez. Anlamı hâlen tartışmalı olan bir pasajda, kağana “atalarımızın adı var; Ötüken sizde, orayı iyi yönetin” diyen Üç Karluklar; bu bölgede atalarının bir geçmişi olduğunu ve hattâ Ötüken’in kendi atalarının mezarlarının bulunduğu yer olduğunu ima ederler. Bu toplantıda halk Moyun Çor’u, El Etmiş Bilge Kağan olarak atar (747-759). Demek ki devamlılık yalnız hükümdar ailesinde değil halkta da görülmektedir. Eğer tarihe “kuruluş ve yıkılış” paradigmasından bakmasaydık, bu devamlılıklar dikkatimizi çeker ve açımız daha geniş, detaylı ve insani olurdu.