Tarihimizin kuşkusuz en önemli mimarı Sinan üzerine, gerek yaşadığı dönemde (16. yüzyıl) gerekse sonrasında neredeyse hiçbir yazılı belge bulunmuyor. Hem çağdaşı tarihçiler hem sonrakiler, camilere ilişkin nice detaydan bahsederken Mimar Sinan ismini anmıyor. Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan kimi oldukça tartışmalı belgeler ise, onun dev eserleriyle eşitsiz mahiyette. Osmanlı-Türk belgelerinde, Mimar Sinan’ın izinde…
Kanunî Sultan Süleyman’ın mezarını kazdıran, elinde mimar arşını, zayıf çehreli kır sakallı, başında Selimî kavuk, ciddi bakışlı adam kuşkusuz Hassa Mimarbaşı Sinan Ağa (1489-1588?) idi. Bu resim, minyatür ustası Lokman’ın Târih-i Sultan Süleyman adlı mecmuasındaki betimlemelerden, Süleyman’ın defnini gösterendir. Bir fotoğraf kadar gerçekçi bu resim, Türk mimarlığı ve mimarları için eşsiz bir simgedir. Acaba, asırlar önce işinin ve ekibinin başında böylesine anlamlı duruş sergilemiş bir başka mimar mühendis resmi var mıdır?.. Bir uzman, bu minyatürden Sinan’ı çok yönlü okuyabilir.
Kanunî’nin defninde Sinan
Lokman’ın Kanunî Sultan Süleyman’ın defnini gösteren minyatürü. Mimar Sinan’ın da figüre edildiği bu minyatür tarihçiler için eşsiz bir kaynak.
Sinan çocukluğunda, Osmanlı ulemasının “Gebran” dediği, Kapadokya’da yerleşik Şaman inançlı Türk topluluklarına mensup olmalı ki, bu kimliği gereği devşirilmişti. Kapıkulu ocağında acemi oğlan, yeniçeri, zemberekçi – zemberekçibaşı olmuş, yeteneğini kanıtlayarak Hassa Mimarları Ocağı’na geçmişti. Ser-mimaran-ı Hassa (kamu mimarlarının başı) görevi, emekliliğine, belki ölümüne kadar 30-40 yıl sürmüş olmalı. Yücelttiği eserlerin her biri -bize göre- Mohaç zaferinden, Bağdat’ın fethinden daha anlamlıdır. O, doğru tanınmalı ve anılmalıdır. Bu dâhi mühendis-mimarın meslektaşlarına ve hayranlarına, 2018’in, 430. ölüm yılı olduğunu da hatırlatalım.
Sinan’ı bize tanıtan zamanının tek kaynağı, Sâî Mustafa Çelebi’nin, onun anlatışından kaleme aldığı Tezkiretül-Bünyan adlı yazma risaledir. Bunun versiyonları denebilecek Tezkiretü’l- Ebniye, Tuhfetü’l Mimarin, Selimiye Risalesi, Adsız Risale… denen yazmalar, aynı kaynaktan kopya ve alıntılardır. Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa’nın Cafer Efendi adlı birine, Tezkiretü’l Bünyan’dan yaptırttığı özet, Risâle-i Mimariye adıyla bilinir. Tezkiretü’l-Bünyan’ın ilk/özgün nüshası kayıptır. Tezkiretü’l- Bünyan’ı, Prof. Dr. Zeki Sönmez (Mimar Sinan İle İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler), Prof. Dr. Suphi Saatçi (Bir Osmanlı Mucizesi Mimar Sinan-Mimar Sinan’ın Hatıraları),sonraki nüshalarından inceleyip çalışarak yayımlamışlardır. Daha önce de Ahmet Refik (Türk Mimarları), Sinan’a ayırdığı bölümde Tezkiretü’l-Bünyan’a göndermelerde bulunmuştur. Bu eser ve Sinan üzerine daha başka çalışmalar da vardır.
Mimar Sinan’ı bize tanıtan eserler
Tezkiretü’l Ebniye. Sinan’ı bize tanıtan zamanının tek kaynağı, Sâî Mustafa Çelebi’nin, onun anlatışından kaleme aldığı Tezkiretül-Bünyan adlı yazma risaledir. Tezkiretü’l Ebniye bu eserden koya veya alıntı edilmiş tarih eserleridir.
Bize gelince… Sinan’ı, çağdaşı ve bir sonraki dönemin tarihçilerinde aradık. Çünkü mimarlığımızın dünya çapındaki bu şahsiyeti, olağanüstü başarılı nedeniyle ödüllendiren çağdaşı padişahlar, devlet adamları, ulemadan birileri herhalde olmuş, tarihçiler de yazmıştı.
Örneğin, Sinan’ı, Süleyman’ın defninde resmeden minyatürcü Lokman’a koşut, tezkireci hattat tarihçi ve sanat yazarı Mustafa Âlî (öl.1599?), yine tezkireci, divan kâtibi tarihçi Mustafa Selanikî de (öl.1600) herhalde o anın gözlemcileriydi ama yazmamışlar.
Sultan Süleyman’ın (1520-1566), oğlu II. Selim’in (1566-1574) saltanatlarındaki büyük yapı çalışmalarının mimarbaşısı Sinan’ı, çağdaşı tarihçilerin övgüyle anmamaları düşünülemeyeceğinden, ilk önemli kaynak durumundaki Mustafa Âli’nin Künhü’l-ahbar’ına baktık. Bu eserin kütüphanemizdeki sonuncu cildi, Süleyman’ın tahta çıkışından (1520) III. Mehmed’in cülusuna (1595) kadar olayları verir. Büyük boy 231 yapraktır. Yazmanın ilgili bölümlerini dikkatle okuyup inceleyerek Sinan’ı aradık:
“43. Vak’a” ve devamındaki Sultan Süleyman’ın Hayrat ve Hasenatı bahsinde önce Mehmed Han’ın (şehzade) vefatı, türbesi ve Şehzadebaşı Camii anlatılmış. Baba Süleyman, Kasım 1543’te defnedilen şehzadenin mezarı civarında iki minareli ikişer şerefeli bir camii şerif, sağında bir türbe, solunda medrese, kıblesinde imaret, avlusunda şadırvan yapılmasını buyurmuş. Beş-altı yıla varmadan 150 bin yük Osmanî akçesi harcanarak “sahib-i sikke ve hutbe” olan Osmanlı padişahları camilerinden farksız Şehzadebaşı Camii tamamlanmış. Mimarın adı geçmiyor.
İkinci olarak yazar, “Câmi-i âlî-i lâtifleri ve ma’bed-i şerife ki Mülk-i Rûm’un Beyt-i mâmuru” dediği Süleymaniye’yi anlatmış. “…Eğer (efsanevi mimar) Sinimmar bu binayı görse kıskançlığından tekrar tekrar can verir ve yapan üstada çıraklık hizmetini edâ ederdi” demiş ama, Sinimmar’ın çıraklık etmek isteyeceği Sinan’ı yine anmamış! Ama medreselere atanan müderrislerin adlarını yazmış. On senede bin türlü zahmetle tamamlanan külliyede binden ziyade yapı ustaları, kalfalar çalıştığını, toplam sekiz kere yüz bin akçe ve 96 bin 380 filori (altın lira) harcandığını yazmış da bunların başındaki ser-mimarın adını acaba niye yazmamış?
Devamında, “Hayrat-ı Sultaniye Kırk Çeşme ve Kemerler su yolunun dokuz senede tamamlandığı” yazılı. Su gelmeden halkın sıkıntısı pek ziyade imiş. Hersekzâde Su Yolu da aynı evrede yapılmış. Çekmece Köprüsü: Rum illeri payitahtına ulaşan cadde üzerinde olup değme donanımlı yolcular bile zarar görmeden, katar ve katırlar beygirler batıp çıkarak geçerlermiş. Köprü 975’te (1568) tamamlanmış. Açılışında nice kurban ve ganimet ile sahil dolmuş. Muhasebesi görülerek 114,5 yük akçe hesap olunmuş. Sinan adı yine yok!
Bağdat’ta imam-ı azâm türbesini, rafizi ve mülhit saldırısından korumak için hisar yapılması, yine Bağdat’ta Şeyh Abdülkadir Geylanî türbe ve camii tamiri, Konya’da surdışında Mevlâna’nın mezarı, semahanesi ve iki minareli camii, 967’de (1560) ihya olunmuş. Kûfe’de cami-külliye ile bir kilisenin camiye çevrilmesi, Şam’da Gök Meydan’da cami ve medrese; Şehzade Cihangir’in ruhu için Tophane sırtında bir cami, validesi Haseki Sultan (Hurrem) için Avretpazarı’nda cami, imaret, kadınlara özel darüşşifa, mektep, medrese, darülkurra; yine merhume adına Mekke ve Medine yoksulları için birer ziyafethâne yapılmış. Edirne’ye su getirilerek çeşmelerde akıtılmış; Meriç üzerine Mustafa Paşa Köprüsü ve bunun başına kervansaray, cami ve imaret; Süleyman’ın kızı Mihrümah için Üsküdar’da lebideryada cami, medrese, mektep han ve imaret inşa edilmiş. Bunların hiçbirinde de Sinan adı veya mimarbaşı geçmiyor!
Tarihçi Âlî, Süleyman’ın oğlu II. Selim’in ise 1573’te Ayasofya çevresindeki evleri ve diğer binaları ehven bedellerle kamulaştırıp camiyi sağlamlaştırtarak iki de minare ekletmiş ve Eski Ayasofya medresesinden ayrıca iki medrese daha yapılmasını buyurmuş. Burada kendisi için de bir türbe yeri belirlemiş.
Edirne Selimiye Camii: Yapımını başlatmış ama ömrü vefa etmemiş. İstanbul’da yanan Saray-ı hümayun mutfaklarını, kasır ve hamamları yaptırdıktan sonra hamama girip “safa sürerken” ayakları kayıp vücudu sarsılmış hummaya yakalanarak mide zaafı” sonucu (3 Aralık 1574) zemherinin 2. günü öğle vakti vefat etmiş.
Bu bilgileri veren yazar, Sultan Süleyman ve II. Selim zamanlarında Edirne ve İstanbul’da, Mekke ve Bağdat’a kadar, yukarıda sıralanan hayratın hiçbirinde de Mimar Sinan’ı anmamış! Oysa Künhü’l-Ahbar, bu padişahların dönemleri için birinci derecede kaynak, yazar Mustafa Âlî de sanata mimarlığa ilgi duyan, bir çok alanda eserler yazmış bir aydındı.
Aynı dönemin bir diğer tarihçisi, divan kâtibi, ruznamçe görevlerinde de bulunmuş saray kadrosundan Mustafa Selanikî’dir (öl. 1600). Adıyla anılan tarihi, Süleyman Kanuni’nin son üç yılı ile 1600’e kadar olayları içermektedir ama –Lokman’ın betimlediği- Süleyman’ın defninde mezarının başındaki Sinan mıydı değil miydi sorusuna bu yazar da değinmemiş. II. Selim’in son saltanat yılında saray mutfağı ile hamamının yanışını, yenisinin yapılması kararını anlatırken “…Kaptan Paşa, yeniçeri ağası ve İstanbul ağası gelip Mimar Sinan Ağa üslûb-ı âhar üzere resm-i binasını tarh eyleyip mahalli pâk olundu. Divân-âli Meydanından iki buçuk zirâ yer alınıp Matbah-ı âmire yerine katıldı. Matbah tevsii buyuruldu” diye yazmış.
Selanikî, “II. Selim’e sekiz yıllık saltanatında sekiz azim eser nasip oldu” dedikten sonra bunları sıralamış: 1) Yemen’in fethi, 2) Kâbe’nin çevresine 360 kubbe inşası -ki bunu, Mısır’dan giden, Horos Memi diye tanınan zamanın mimar ve mühendisi yapmış, 3) Yine Mekke’de Mihrümah Sultan adına Arafat Dağı’na ve Harem-i şerife su akıtılmış ki bunları da Mısır defterdarları İbrahim Bey sonra Etmekçizâde Mehmed Bey yaptırmışlar 4) Lala Mustafa Paşa, Kıbrıs’ı almış, 5) Edirne’de mimar ve mühendis ve pesendide-i cihân (dünyaca beğenilen) Sinan Ağa eliyle cihâr (dört) minareli câmi-i şerif Selimiye) yapılmış ki sultanlardan hiçbirine böyle bir eser nasip ve müyesser olmamış, 6) Ayasofya’nın çevresindeki -eserin meyletmesine sebep olan yapıların kaldırılmasıdır. “Hazret-i padişah (II. Selim), devlet erkânı ve ulema ile üstüne gelip esere bitişik ne kadar bina varsa cümlesinin düşük baha ile alınıp yıkılmasını ferman buyurmuş. “Koca Mimar Sinan Ağa’ya mübarek kelâmıyla sipariş edip – Ayasofya’nın iktiza eylediği yerlerine muhkem payandalar yapıp istihkâm üzere etrafını tevsi’ eyleyiver ki muradım cami-i şerifi ihya eyleyip eser-i has edinmektir” dedikten sonra hil’at-ı fahire (onur kürkü) giydirerek şereflendirmiş, 7) Büyükçekmece’de “derya içinde yapılan büyük köprüdür ki Sultan Süleyman Han, yalnız temeline 200 yük sarf etmişti”, 8) “Anavarin Limanı ağzına Kaptan Kılıç Ali Paşa eliyle bir muhkem kale bina olunmuştur” (Tunus’un alınması).
Yazar, bu sekiz girişimden üçünde, yanan saray mutfağı ve hamamının yeniden yapılmasında, Edirne Selimiye Camii’nin inşasnda “mimar mühendis” olarak; Ayasofya’yı sağlamlaştırılma çevresinin kamulaştırılması işlerinde Sinan’ı anmış. Ayrıca Süleyman dönemindeki Ayan (Sapanca) Gölü’nün İzmit Körfezi’ne bağlanması girişiminde de “Merhum Koca Mimar Sinan Ağa ve Kiriz Nikola” demekle meşhur zimmi Nikola’nın, yaklaşık 18 km kadar kanal kazdırıp göl suyunun körfeze akacağı bir haliç tasarladıklarını, engeller yüzünden bu kazının 1591’de bırakıldığını açıklamış.
Selânikî, Sinan Paşa’nın III. Murad için 1591’de Ahırkapı’da inşa ettirdiği saray kasrını ise 1591’de Ser-mimaran-ı âlem olan Davud Ağa’ya yaptırdığını yazıyor ki, bu durumda Mimar Sinan 1588’de değil, kanal kazısının bırakıldığı 1591’de ölmüş, Davud Ağa da mimarbaşı atanmış olmalıdır.
Başka kaynaklarda Sinan aramak…
Naimâ’ya kaynaklık eden Hasanbeyzâde Tarihi’nde Ahmed Paşa’nın (öl.1636) Süleyman ve II. Selim saltanatlarında yapılan eserlerin anlattığı bölümün,Künhü’lahbar’dan alındığı açık. Doğal ki Sinan yine yok!
Sinan’a yetişmeyen tarih yazarlarından Kazasker Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi (öl.1658), Ravzatü’l-ebrar adlı tarihinde ve Süleymannâme’sinde, Kanunî Süleyman’ı anlatırken “…mesleğinin sihirbazı denecek becerideki mimarına inşa ettirdiği cevami ve sevamilere…”, hayrat ve hasenata değinmiş ama, mimarın -kuşkusuz Sinan’dı- adını yazmamış. Buna karşılık, camisinin temeline mihrap taşını, -kendisi gibi ulemadan- Şeyhülislam Ebussuud Efendiy’e koydurttuğunu vurgulamış. Sayıp sıraladığı eserler de yine Künhü’l-ahbar’daki gibi.
Üslubu ve konuları seçişi farklı tarihçi-yazar Hezarfen Hüseyin Efendi de (öl.1698) Tenkihü’t-tevarih’de (yazma), Sultan Süleyman’ın kendi adıyla anılan camiyi yaptırdığını, Büyükçekmece Köprüsü bitmeden “başladı bu cisre olmadan tamam/ Nâim cennetine göçtüğünü”, bu eseri oğlu II. Selim’in tamamlattığını, bunun saltanatında sarayda hamam, daire ve kasırlar yapıldığını yazmış. Ne Süleymaniye’de ne Selimiye’de ne Büyükçekmece Köprüsü’nde Sinan’ın veya başka bir mimarın adını vermemiş.
Avrupa’da Rönesans mimarisi şaheserlerinin yükselmesine koşut, İstanbul’da, Edirne’de şaheserler yücelten Sinan’ı kimi tarihçiler niçin anmadılar veya şöylesine geçiştirdiler? Ölüm tarihleri dikkate alındığında örneğin Kemalpaşa-zâde, Harirî, hatta Matrakçı Nasuh, Sehî Çelebi ve daha birçokları belki adını bile duymamışlardı.
Bu durumda Süleymaniye’nin külliyesini, Mihrümah’ın hayratını, Büyükçekmece Köprüsü’nü, ta Bağdat’taki İmam-ı Azam Türbesi’ni… kim-kimler yapmıştı?.. Sinan, Saî Çelebi’ye Tezkiretü’l -Bünyân’ı dikte ettirmese bu kaynaktan da kısmen Evliya Çelebi aktarmasa, biz bugün Süleymaniye için bile “Sinan’ındır” diyemeyecektik miydik?
Süleymaniye Camii minyatürü. Mimar Sinan’ın eserleri o dönemden bugüne ulaşan birçok belgede çok ilgi görse de kendisinden bahsedilmemiş.
Bu kaynaklar dışında daha eski tarihli, Sinan’dan hiç sözetmeyen başka eserler de var. Örneğin veziriazam Lutfi Paşa’nın Tevarih-i Âl-ı Osman’ı(1925), 1541’de azledilip Dimetoka’ya sürüldüğünden Sinan’ı tanımamış, yaptığı eserleri görmemiş olmalı.
Peçevî İbrahim (öl.1649), Osmanlı Devleti’nin 1574-1649 dönemini siyasal, askerî, sosyal değinmelerle anlattığı Peçevî Tarihi’nde de Süleymaniye mimarı anılmadan anlatılıyor. Eseri günümüz Türkçesine çeviren Murat Uraz, Sinan’ı dipnota koymuş. Bu eserde, Büyükçekmece Köprüsü, Selimiye, Şehzade Camii, Avret Pazarı (Haseki), Mihrümah, Cihangir camileri, Edirne su tesisi, Mustafa Paşa Köprüsü ve Camii, Bağdat’ta İmam-ı Azâm ve Abdülkadir Geylâni türbeleri, Konya’da Mevlanâ Türbesi, Şam’da Cami, Haremeyn’de hayrat, Arafat’ta Mekke’de çeşmeler, Hz. Hadice Evi ve Mescidi, Dört Mezhep mescitleri, Haseki İmareti, Kudüs’te Kubbetüssahra. Bu sayılanlarda da Sinan’a, başka mimarlara atıf yok!
Enderundan yetişme Tarihçi Solakzâde (öl.1658), Peçevî’nin yazdıklarını tekrarlarken eserlere harcananlar konusunda “yük” hesabıyla bilgiler vermiş ama o da Sinan’a değinmemiş.
Evliya Çelebi (öl.1681?) Seyahatnâme’de: Sinan’ın mensup olduğu “Esnaf-ı neccaran-ı mimaran” ı şöyle tanıtmış: “Kârhâneleri (koğuş ve işyerleri) Vefa’da Doğramacıbaşı kârhanesidir. Amma büyük ağalıktır. Cümle ihtiyarları ile üstatları hanelerinde otururlar. Tam yetmiş halifesi (kalfa), vardır ki her biri İstanbul (surları) gibi bir kale, Ayasofya ve Süleymaniye gibi camiler yapmaya kadirdirler. Yetmiş kethüda, onlarla beraber yetmiş de çavuş, gün boyu (İstanbul’u) dolaşırlar” diyor.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Mimar Sinan bahsi
de Mimar Sinan’ın geçtiği nadir eserler arasında.
Süleymaniye Camii’nin yapımında “bina emini ve nazırı, mutemetler, muhasebeciler varmış. 8 kere yüz bin ve 90 bin 388 yük filori sarf edilmiş”; Şehzade Camii için “Sinan kârı” diyen Evliya, bir konuşma da aktarmış. Mimarbaşı Sinan, Sultan Süleyman’a Süleymaniye için “Padişahım bu büyük hayrat ancak size nasip olur ve illa başka bir melik kadir değildir” demiş. Caminin inşaında Mısır’dan getirilen sütunlara ağırlık binmemesi için hesaplamalar yapılmış. Vitrayları Sarhoş İbrahim, bir mermer üstadı da minberi ve mihrabı yapmış; hatları Karahisarî kulu Hasan Çelebi, kubbedeki hatları Karahisarî yazmışlar. Evliya, Cevahir minaresi için de “Acem elçisinin getirdiği mücevheratı, padişah, Sinan’a verip molozlar içinde harca karıştırtmış” diyor.
Süleymaniye tamamlanınca Koca Mimar Sinan “Padişahım sana bir cami bina ve inşa ettim ki kıyamet gününde Hallac-ı Mansur gelip yeryüzündeki binaları, dağları, hallaç kemanında atılan pamuk misali, bu caminin kubbesi çevgân topu gibi yuvarlanacaktır!” diyerek caminin sağlamlığını övmüş. Eser tamamlanınca üstadlar (hassa mimarları) temaşa ederek “ilm-i hendeseye malik Koca Sinan yed-i tulânisini (elinin becerikliliğini) göstermiş” deyip susmuşlar. Sinan, zelzelede yıkılmasın diye camiyi alçak ve direksiz (?) yapmış, dört duvara kubbe koymuş.
Evliya, Süleyman’ın türbesi için “bir üstâd-ı şirîn-kâr, iki kat kubbe-i sagire (küçük) altında yapmış” diyor. Türbeyi yapan Sinan değil, mahir bir başka hassa mimarı olmalı…
Seyahatnâme’de, İstanbul’un suya kavuşturulmasında “Padişahım, 11 mil batıdaki kaynağa kadar keseleri uç uca dizerseniz bu hayrat size nasip olur!” cümlesi ise -adı anılmasa da- kuşkusuz Sinan’ındır.
Hüseyin Ayvansarayî (öl. 1787) Hadikatü’l- Cevami’de Şehzadebaşı Camii haziresindeki türbeleri, gömülü olanları; Süleymaniye’deki yazıların hattatının Karahisârî kulu Hasan Çelebi olduğunu, bu zatın öldüğü tarihi, gömüldüğü yeri; Süleymaniye türbe ve haziresinde yatanları vs. yazdıktan sonra “Caminin mimarı Sinan Ağa’nın dahi Ağa Kapısı civarında mektep ve sebil bina eylediği, buranın mezaristanında müstakil türbesinde örf (büyük sarığı) ile gömüldüğünü” söylemiş, “merhum Yeniçeri Ocağı haseki mütekaitlerindendi” diye not düşmüş.
Ayvansarayî, “Mimar Sinan Mescidi’nin banisi meşhur Mimar Sinan’dır. Ağa Kapısı yakınında, mektep ve sebili civarındadır. Hâkizâde Halil Efendi Camii’ne minber vazetmiştir. Vakfı, Mimar Sinan’ın kabri duvarında pencereler üzerindedir. Bu yerin evsaf ve ahvaline düşürülen tarih yazılıdır” demiş. Sinan’ın yaşamöyküsü için bu cümleler önemlidir.
Hadikatü’l-Cevami yazarı, Mimar Sinan Ağa’nın kendi mescidi ve mektebi dışında İstanbul cami ve mescitlerinin hiçbirine “Sinan eseridir” kaydı koymamıştır.
Elçi Busbeq, 1555-1560 arasında İstanbul’u görenlerden. Mektuplarında Rüstem Paşa’ya gönderdiği rüşveti, genç bir kıza âşık olan kocakarının erkek kılığına girip kızla evlenme girişimini bile anlatmış da Sinan’ı ve eserlerini anmamış!
Başka bir elçilik mensubu Stephan Gerlah (1573-1576) Türkiye Günlüğü’nde II. Selim’in ölüm sebebini çok fazla koyun sucuğu yedikten sonra aşırı su içmesine ve kalbinin kan içinde boğulmasına bağlamış da ama bu padişahın Sinan’a yaptırdığı Selimiye Camii’nden söz etmemiş! Sinan mesleğinin zirvesinde, anıt eserleri de İstanbul’u, Edirne’yi süslerken Gerlah’ın eserinde (Türkçesi, 2 ciltte 900 sayfa) Sinan’ı anmayışına ne anlam vermeli?
1578-1581 yıllarında bir başka İstanbul gözlemcisi Salomon Schweigger’dir. Sultanlar Kentine Yolculuk’ta Sinan’ı anmadan, söz gelişi “II. Selim, Edirne’deki Selimiye’yi Kıbrıs fethinden elde ettiği gelirle yaptırmıştır” dedikten sonra camide kullanılan soy malzemeyi sayarak kitabına bir Selimiye gravürü de koymuş. “İstanbul’daki camiler, Ayasofya’dan sonra Süleyman’ın camiidir. Bu ve Şehzade Mehmed’inki taştandır. Duvarlar öyle ustalıkla örülmüş ki insana tek parça taştan izlenimi verir. Taşların bir kısmı Kizikos’tan, bir kısmı da Truva’dan, başka yerlerden toplanıp getirilmiş. Büyük taşlar marangozların testerelerine benzeyen am a dişleri olmayan gereçlerle enine boyuna kesilmiş” diyor ama Sinan’ı anmıyor.
Sonuç
Tezkiretü’l-Ebniye, Tuhfetü’l-Mimarîn… ve diğer risalelere kaynaklık eden 1570’li, 1580’li yıllarda Sâî Çelebi’nin kaleminden çıkmış asıl Tezkiretü’l- Bünyan günümüze ulaşmamıştır. Bunun, biri tarihsiz, diğeri 1144 (1731) tarihli Revan nüshaları ve kimi aktarmalar bulunmasa –anıt eserlerde adı da yazılı olmadığından- Sinan’ı birkaç tarihten ve Evliya Çelebi’den öğrenecektik. Daha önemli sorun, Sâî’nin sıraladığı yüzlerce esere, Sinan’ın yapısı dedirtecek özgün ikinci bir eserin bulunmayışıdır. Bu bir yana, ne kadar uzun yaşasa da birçoğu anıtsal bu sayıda eser kuran bir mimar da olamaz. Ancak ne kaynaklardan kaleme aldığımız bu yazı ne Süleymaniye’ye Selimiye’ye hayranlıkla bakışımızı, Sinan’a da saygımızı elbette etkilemiyor.
Zamanımızda Sinan üzerine çalışan tarihçi ve uzmanlar, -başta Ahmet Refik- Sinan’ın hayatı ve eserleri üzerlerine makaleler yazdılar, yazıyorlar. Prof. Dr. Oktay Aslanapa (Makaleler), Prof. Dr. Zeki Sönmez (Mimar Sinan İle İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler), Prof. Dr. Suphi Saatçi (Bir Osmanlı Mucizesi Mimar Sinan)… Bu eserler büyük ustaya yönelik birer vefa örneğidir.
Uygarlığımıza hizmette Sinan gibi ikinci bir mütefekkir sanatkâr göstermeyiz. Ancak Büyük Çekmece Köprüsü’ne “aslı kayıp” denerek yakın zamanlarda konan yazıtı “Yusuf Sinan” okuyarak Sinan kitabesi demek; yine aslı kaybolmuş (!) “tasarlama” bir istife de Sinan’ın mührü demek, -şayet varsa- asılları bulununcaya değin doğru değildir.
Bunun gibi Ağırnas’a her gidişimizde bize Sinan’ın evi diye gösterilen taş devri mağaralarını da, duvarında 1952 yazılı evi de Sinan’la bağdaştırmak imkânsızdır. Yalnız, orada Prof. Dr. Metin Sözen’le bir evin bahçesinde “Sinan-kârî” denebilir özenle işlenmiş, dört taraflı -taş oyma- bir bahçe arkı görmüş ve “Sinan’ın eseri olabilir mi” diye düşünmüştük. Bu ark “Sinan işi” değilse bile onun sulama suyunun doğru kullanılması için kendi köyünde geliştirdiği sulama sisteminin bir örneğiydi kuşkusuz. Mimarlığında su kemeri, bent, hamam, çeşme, köprü gibi eserler yaptığı dikkate alınınca su tesisleriyle daha çocukluğunda ilgilendiği olasıdır.