Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Mutlakiyetçi anlayış sarsıldı hukukun üstünlüğü kazandı

İLANININ 809. YILINDA MAGNA CARTA ANTLAŞMASI: 15 HAZİRAN 1215

Bugün Magna Carta, kanun önünde eşitlik ve adalete süratli erişim gibi “hukukun üstünlüğü”nün temelini oluşturan birçok prensibin çıkış noktası kabul ediliyor. 13. yüzyıl İngiltere’sinin koşulları ve güç dengelerinde bir dizi tartışmalı yönü olan bildirge; 17. yüzyıldan itibaren mutlakiyetçi yönetimlere karşı bir sembol konumuna yükseldi.

Baronlar diye anılan soylular, piskoposlar ve İngiltere kralı arasın­da bir barış antlaşması olan ve daha sonra Magna Carta olarak adlandırılacak doküman, Kral John’un (“Yurtsuz John” / 1166-1216) kıta Avrupa’sındaki topraklarını kaybetmesiyle başlayan bir sürecin sonunda ortaya çıktı. İngiltere Krallığı, Kral John’un tahta ilk geçtiği yıl­larda Normandiya ve Anjou’yu Fransa Krallığı’na kaybetmişti; sadece Akitanya elinde kalmıştı. Krallık, kaybettiği bu toprakları geri alabilmek için baronlardan yüklü miktarda borç aldı; onlar­dan asker talep etti ve vergileri arttırdı. Kralın giderek keyfîle­şen tutumu sonucunda, soylular 1214’te ayaklanarak John’un yö­netimine tepki gösterdi. Çaresiz kalan kral, talep edilen belli hak­ları onlara vermeyi kabul etti: Londra’nın hemen batısındaki Windsor kentinde, Runnymede çayırında 15 Haziran 1215’te gerçekleşen buluşmada; Canterbury Başpiskoposu Stephen Langton’un hazırladığı taslaktan oluşturulan ve bugün Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) olarak bilinen meşhur antlaşma metni imzalandı.

Tarihte-Bu-Ay-2
Magna Carta, ABD Anayasası’nın önemli esin kaynaklarından biri. Amerikan Barolar Birliği, bu sözleşmenin imzalanmış olduğu İngiltere’deki Runnymede’e bir anıt yaptırmış.

Magna Carta’dan öncesi de vardı: 1100 yılındaki sözleşme

Britanya Adaları, tarih boyunca farklı kavimlerce işgal/isti­la edilip ardından yine onlar tarafından yurt edinildi. Son işgalciler olan Normanlar, 1066’da kendilerinden önceki Anglo-Saksonları Hastings Muharebesi’nde mağlup etmiş ve ardından Normanların lideri William, tüm İngiltere’yi tek bir taç altında birleştirmişti. Bu durum, çoğunluğu Anglo- Sakson kökenli eski toprak sahibi soylular, kilise toprak­larını idare eden üst düzey din görevlileri ve yeni gelmiş olan Norman soylular arasında toprakların bölüşümü/payla­şımı konusunda sorun çıkardı. Bunlar dışında kalan halkın çoğunluğu da Norman soyluları henüz benimsememişti.

1100’e gelindiğinde Kral 2. William bir av partisinde şüp­heli bir oka hedef oldu ve yerine kardeşi 1. Henry geçti. Norman fethinden 34 yıl sonra, tahttaki­lerin gücü ve meşruiyeti tartış­malı hâle gelmişti. Özellikle 2. William’ın keyfî idaresi, gücünü kötüye kullanması ve derebey­lerini aşırı vergilendirmesi bu duruma katkıda bulunmuştu. 1. Henry, tahta geçtikten sonra ko­numunu sağlamlaştırmak adı­na bir metin hazırlatarak, ba­ronlara ve kiliseye bazı haklar/ tavizler vermişti. “Özgürlükler Sözleşmesi”(Charter of Liberties) adı verilen bu metin 115 yıl sonra Stephen Langton’a kaynak oluşturacaktı. 1. Henry bu bildirgeyle ve yönetimi sı­rasında hukukun üstünlüğüne verdiği önemle, kısa süre sonra “Adaletin Aslanı” olarak anılma­ya başlandı.

Kimi tarihçiler ise bu bil­dirgenin de İngiliz hukuk geleneğinde bir ilk olmadığını; Norman istilasından önce zaten soylular ve kral arasında belirli imtiyaz antlaşmaları bulun­duğunu; Norman istilasıyla bu geleneğin bozulduğunu söyler. Bununla birlikte “Özgürlükler Sözleşmesi” öncesi böylesi kap­samlı ve somut maddeleri olan bir belge bulunmamaktadır.

Bozulan antlaşma 2 sene sonra kabul edilecekti

Bir barış antlaşması olarak imzalanan Magna Carta, kısa süre sonra tarafların antlaşma maddelerine uymaması sonucu bozuldu. Baronlar, “isyancı” ilan edilen baronları da konseylerine dahil etmiş, ordularını dağıtma­mış ve Kral John da kısa bir süre sonra memnun olmadığı bu durumdan kurtulmak için Papa 3. Innocentius’a başvurarak Papalığın antlaşmayı geçersiz kılmasını sağlamıştı. Hatta Papalık, metni hazırlayan Stephen Langton’ı da başpis­koposluk görevin­den uzak­laştırmıştı.

Böylece ant­laşmanın hemen ardın­dan, 1. Baronlar Savaşı adı ile anılan savaş patlak verdi ve bu esas olarak tahttaki hanedanı değiştirme mücade­lesine dönüştü. Fransa Veliaht Prensi Louis (gelecekte Kral 8. Louis), babasına ve Papa’nın ikazına rağmen İngiltere’yi işgal etti. Bu savaş sırasında Kral John dizanteriden vefat etti ve yerine henüz 9 yaşındaki oğlu 3. Henry tahta geçti. Bu sırada baronların büyük bir kısmı da Louis’nin karşısında mevcut krallarını destekledi. 3. Henry savaşa sebep olan bildirgeyi kabul etti; ayrıca 1217’de İngilizlerin zafer elde etmesi üzerine bu antlaş­mayı tekrar imzaladı.

Antlaşma, “büyük” (Magna) unvanını 2 yıl sonra, 1217’de aldı

Tarihte-Bu-Ay-1
Günümüze 1215’teki Magna Carta’nın dört nüshası ulaşabilmiştir. Bunlardan hiçbiri Runnymede’deki sözleşme değildir, kentlere gönderilen resmî nüshalardır (orijinal bildirgeler).

Kralın baronlara ve üst düzey ruhban sınıfa verdiği imtiyaz­ları içeren barış antlaşması­nın ismi 1215’te henüz “Magna Carta” değildi. Kral imzalayana kadar metnin adı “Baronların Maddeleri” veya “Baronlar Nizamnamesi” (Articles of the Barons) idi. Kralın mührüyle bir kraliyet fermanına/bildirgesine dönüştü; fakat bugün bilinen ismini alması 1217’de gerçek­leşti. Bu tarihte Kral 3. Henry tarafından kabul edilerek tekrar duyurulan antlaşma yanında, bir de “Ormanlar Sözleşmesi” (Charter of the Forest-Carta Forestae) adlı başka bir antlaşma daha yapıldı. Önemli bir ticari kaynak olan ormanlar ve kraliyet ormanlarının kullanımını dü­zenleyen bu bildirge ile ayrımını yapabilmek için, 1215 bildirgesine “Magna Carta” (Büyük Sözleşme) adı verildi. 1215’teki “antlaşma” bir bölünmüşlüğün sonucuyken, 1217’deki bir birliğin ifadesi olma­sıyla “büyük”lük kazanmıştı.

Önemini kaybeden Magna Carta, 17. ve 19. yüzyılda mitleştirildi

Bugün Magna Carta’ya bir ev­rensellik ve hukukun üstünlüğü kavramının kökeni olma niteliği atfedilse de, bu bildirge aslında Britanya Adaları’ndaki tarihsel bir dönemin özel şartlarına has siyasi ve ekonomik paylaşımı düzenleyen bir belgeydi. Yeni Norman kral ve yöneticiler, Haçlı Seferleri’ne giden kral ve soylular (John’un selefi ve ağabeyi, Haçlı Seferleri’nin ünlü figürü Aslan Yürekli Richard idi) ve Norman yöneticilerin de teşvikiyle kilisenin eskisinden daha güçlü bir şekilde Britanya Adaları’nda organize olması, bu özel şartları getirmişti.

Tarihte-Bu-Ay-3
İngiltere Kralı John’un, ölümünden sonra İngiliz rahip “Paris’li Matthew” tarafından yapılmış bir tasviri.

Başa geçen her İngiltere Kralı, kendinden öncekilerin imzaladı­ğı Magna Carta’yı tekrar imza­ladıysa da, bu zamanla sadece bir formaliteye dönüştü. Her kral yine kendi şartlarına göre daha az veya çok mutlakiyetçi bir siyaset sürdürdü. Zaten 3. Henry döneminde artık parlamentoya dönüşmüş olan “büyük kon­sey”lerin çıkardıkları kanunlar, sözleşme maddelerini fiilen anlamsız kılıyordu.

Tarihte-Bu-Ay-4
Papa 3. Innocentius, Magna Carta’yı geçersiz ilan etmiş ve buna katılan baronları aforoz etmişti.

“Magna Carta”yı yeniden gündeme getiren ve ona evren­sel bir anlam yükleyen ise 17. yüzyılın ünlü hukukçusu Edward Coke (1552-1634) oldu. Stuart Hanedanı’nın ilk İngiltere kralla­rı 1. James ve 1. Charles, 1603’ten 1649’a kadar kralların Tanrı’dan gelen sınırsız haklara sahip olduğu düsturuyla mutlakiyetçi bir iktidar sergiliyor, parlamento da bu anlayışa karşı çıkıyordu. Coke’un bu tarihî Magna Carta’ya ve siyasi geleneğe yaptığı vurgu, işte bu tepkinin bir ifadesiydi. Kısa bir süre sonra gerçekleşecek olan İngiliz Devrimi (1640) ve ardından 1688’deki Şanlı Devrim (The Glorius Revolution) yine Coke’un Magna Carta’yla ilgili argümanlarını kullanacaktı.

“Whig tarih yazımı”nın (kaba­ca parlamentocu/parlamenter monarşist) artık zirve yaptığı Viktorya Dönemi’nde (1837- 1901), o zamanın ünlü tarihçisi William Stubbs, Magna Carta’yı tekrar ele aldı. Bu antlaşmanın İngiltere’nin anayasal tarihinde ileriye doğru büyük bir adım ve parlamentonun evriminde kilit bir hadise olduğunu vurgulaya­rak Magna Carta’yı mitleştirdi. Magna Carta, İngiliz parlamen­tosu ve anayasasının kökeni değilse de tarihsel süreçte her ikisinin de en önemli ilham kay­nağı durumuna geldi.

Amerika’daki toprak sahiplerine de yüzyıllar sonra ilham oldu

Magna Carta sadece İngiltere’deki mutlakiyet karşıtlarına değil, İngiltere’nin sömürgesi olan Amerika kıta­sındaki kolonilere ve oradaki ayrılıkçılara/bağımsızlıkçılara da ilham verdi. Coke’un çalış­malarından ve İngiltere’deki gelişmelerden haberdar olan “13 Koloni”deki toprak sahipleri, Magna Carta’daki baronlardan esinlenerek tıpkı onlar gibi adil vergilendirme isteyip hukukun keyfî uygulanmasına karşı bir mücadele başlattı. Bu mücadele daha sonra bağımsızlık savaşına dönüşecekti.

Bağımsızlıktan sonra ABD Anayasası, Magna Carta’daki bazı maddeleri temel aldı ve kullandı. Bugün bile ABD’de birçok hukuki alanda bu ünlü bildirgeden alıntı yapılmaktadır.