Kasım
sayımız çıktı

Şair’in odası: Başlı başına bir sanat eseri

Evi eser kılan dost armağanı usta işi resimler, küçük heykeller, objeler değil; hepsiyle birlikte oluşan yaşanmışlık ve sürgitlik. Nâzım Hikmet’in odası da bir sanat eseri ve kültür mirası olarak Türkiye’ye getirilmeli; korunup sergileneceği mekânın bir ‘Nâzım Hikmet Merkezi’ne dönüştürülmesi sağlanmalı.

Nâzım Hikmet’in Türkiye’den ayrıldıktan sonra Moskova’da yaşayıp öldüğü evi; vefatının üzerinden 55, Vera Tulyakova’nın ölümünden bu yana 17 yıl geçmesine rağmen, özellikle eserlerini yarattığı “çalışma odası” perdesi dahil, hemen herşeyiyle hâlâ büyük ölçüde korunmaktadır. Şairin kullandığı daktilolar, radyosu, mektup açacakları, halk işi biblolar, şiirlerine konu olan objeler ve elbette çalışma masası da… Sağlığında dünyanın çeşitli ülkelerinde, çeşitli dillerde yayımlanmış ve bibliyografyasında bile olmayan pek çok kitabı ile zaman içinde Vera Tulyakova’ya armağan edilmiş Nâzım Hikmet kitapları da bu odada yerli yerindedirler.

O güne değin gezip gördüğüm ev-müzelerden daha farklı bir ayardaydı Nâzım’ımızın evi; yaşamaktaydı ve gerçekti. Örneğin Puşkin ve Dostoyevski evlerinde onların kullanmadığı eşyaları “döneme uygun” olduğu için dekorasyon ögesi olarak yerleştirebiliyorlardı. Bu müze evde ise her şey gerçekti; Nâzım Hikmet’in eli değmese de gözü muhakkak değmişti:

Nâzım Hikmet’in çalışma odası ve daktiloları.

“Vera Tulyakova’yı ziyaretlerimde huzurlu bir seremoninin içinde hissederdim kendimi. Başlarda bunu ‘Nâzım Hikmet’in evinde’ oluşuma verirdim. Oysa şimdi düşündüğümde biliyorum ki, memleketinden kaçmak zorunda kalmış büyük bir şairin evinde olmaktan daha farklı bir durum sözkonusuydu. Şairliği ve etkisi büyüktü, tartışılmazdı. Ama esas ömrü, olumsuz giden her şeye karşın ilmek ilmek umutlu dokuduğu, kendisini yarattığı ömrü başlı başına bir sanat eseriydi. Yaşayıp öldüğü ev de bu büyük eserin içindeki eserlerden biriydi ve tek başına bir enstalasyondu. Evi eser kılan dost armağanı usta işi resimler, küçük heykeller, objeler değil; hepsiyle birlikte oluşan yaşanmışlık ve sürgitlikti.

Vera Tulyakova’nın kendinin de dahil olduğu, devam eden bir ömrün içine giriyorduk eve girmekle.

Ve o ömür, başlı başına bir başyapıttı.

(Nâzım Diye Diye, M. Melih Güneş; (Nâzım’ın Evinde Vera’nın Sofrasında, Haz. Arif Keskiner-M. Melih Güneş, Mitos-Boyut Yayınevi, Ocak 2016).

‘Şair’in odası’, dağınık yaşamak zorunda kalmış Nâzım Hikmet’in olduğu gibi kalabilmiş, korunmuş yegâne mekanıdır. Nâzım Hikmet’le ilgili olarak, Moskova’daki arşivin benzeri daha geniş kapsamlı bir merkez İstanbul’da rahatlıkla oluşturulabilir. Odanın bir sanat eseri ve kültür mirası olduğu kabul edilerek Türkiye’ye getirilmesi ve korunup sergileneceği mekânın bir ‘Nâzım Hikmet Merkezi’ne dönüştürülmesi sağlanmalıdır.

Nâzım Hikmet’in daktiloları.